Sinemanın aykırı Sevda’sı Sevda Ferdağ

Sevda Ferdag balik eti 002

Altmışlı yılların sonuna denk gelen çocukluk yıllarımda, okul tatillerinde gittiğimiz kasabada “artist” görüp görmediğimiz sorulurdu en çok. Kasabadaki çocuklar etrafımızı sarar, gördüğümüzü söylediğimiz artistler hakkında soru yağmuruna tutarlardı biz kentte doğmuş çocukları. Biz o yaşlarda gördüklerimize görmediklerimizi de ekleyerek abartılı kurgularla ballandıra ballandıra anlatırdık. Çocukları en çok Kral Ayhan Işık, Çirkin Kral Yılmaz Güney, Malkoçoğlu Cüneyt Arkın, Karaoğlan Kartal Tibet ilgilendiriyordu o yıllarda. Yaşımız biraz ilerledikçe romantik rollerin ‘esas kızları’, ‘esas oğlanları’ da eklendi sorulanlara; örneğin Ediz Hun, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit…

Sinemanın aykırı Sevda’sı: Sevda Ferdağ

Sinemanın aykırı Sevda’sı: Sevda Ferdağ70’li yılların ilk yarısında ‘artizler kahvesi’ diye bilinen Ata’nın kahvesinin önünden her geçişimde Arap Celal’i görürdüm. Sokağın öbür ucunda Hayati Hamzaoğlu görünürdü. Havva sokakta Renan Fosforoğlu’na, Anadolu Pasajı’nın önünde Cevat Kurtuluş’a, Yeşilçam Sokak’ta “Tevavüzcü” Coşkun’a rastlardım. O yıllarda insanlar “artiz” olmak için evlerinden kaçar, soluğu İstanbul’da,

Beyoğlu’nda alırlardı. Anadolu’dan bakıldığında İstanbul sinema demekti. Yeşilçam’ın o büyülü dünyası her zaman insanları içine çekmişti.

Ben esas oğlanlar, esas kızlar kadar yan rollerde oynayan “karakter oyuncuları”nı da, kötü adamları, kötü kadınları da çok seviyordum. Çocukluk yıllarımdan itibaren düş bahçesi sinemalarımda, filmden filme büyülü yolculuklara çıkarken unutulmayan yüzler tanımıştım; hayattan beyazperdeye yansıyan görüntülerde. Kimler yoktu ki… Sonraki yıllarda, çocukluk idollerim olan birçok sinema oyuncusunu tanıma, konuşma olanağı buldum.

İlk gençliğimde izlediğim filmlerden tanıdığım, güzeller güzeli Sevda Ferdağ ile de yıllar sonra tanışabilmiştim. Fakat bu tanışma acılı bir ortamda, hastane kapısında gerçekleşiyordu. Çok sevdiği ablası Ferda Ferdağ’ın beyin kanaması geçirdiğini, komada olduğunu duyduğumda hemen hastaneye koşmuştum. İlk karşılaşmamız böyle olmuştu. Çok acı çekiyor, üzüntüsünden yerinde duramıyordu. Ablası Ferda yoğun bakımdaydı. Kalbinin durduğu sabaha karşı 3’e kadar başında bekledik. Acı haberi öğrendiğimizde Sevda Ferdağ‘ı güçlükle sakinleştirebilmiştik. Sonraki karşılaşmalarımızda sohbetlerimizin baş konusu Ferda olmuştu hep: “Biz iki kardeş gibi değil de, iki aşık gibi büyüdük. Aramızda fazla yaş farkı da yoktu. Ferda bana çok düşkündü. Aynı yatakta yatardık, hayallerini anlatırdı. Türk edebiyatını, yazarları ondan öğrendim. Benim için dünyada en güzel insandı o, en güzel ablaydı. Modelimdi benim, fakat ben modelimin yaptıklarını yapmak istemedim. Bana acı ve uzun bir yol gösteriyordu çünkü. Türk sinemasını, sinemadaki yalnızlığı gösteriyordu.” Duruşuyla, her zaman oynamadan kendisi olmasıyla, içinin sıcaklığıyla, sevgilerine yüklediği tutkusuyla ve yine sevdiklerine karşı özverili dostluğuyla hep ayrı bir yeri oldu bende.

Yeşilçam’ın her döneminde aykırı, asi ve “kötü kız”ı olmuştu Sevda Ferdağ. Ablası Ferda’nın ve arkadaşlarının yönlendirmelerine, telkinlerine karışın ilk başlarda sinemacı olmak istemez. Abla Ferda Ferdağ hep asidir. Dilini tutmadığı için hep acı çeker. “Ben daha az acı çekeyim diye sakin olmaya çalıştım fakat bende de asilik olduğu için suskunluk fazla sürmüyordu.”

Bütün “hayır”larına karşın 1958 yılında ilk filmi O Günden Sonra’yla oyunculuğa başladığında, henüz on altı yaşındadır Sevda Ferdağ. Aynı kıza aşık olan iki fakir gencin öyküsünün anlatıldığı filmin ardından beş yıl ara verir, yeni bir filmde oynamaz. “İlişkileri, sinemanın fukaralığını hiç sevmedim. Sinema parasızlık demekti, yalnızlık demekti. Sonra Ferda’nın bir Almanya serüveni oldu, beni de aldırmıştı yanına. Hep sinemacı ya da tiyatrocu olmamı istiyordu. Ben de ‘bu işi yapacaksam, gider kendi ülkemde yaparım’ dedim. Türkiye’ye döndüm ve Atıf Yılmaz’ın çektiği Azrailin Habercisi’nde oynadım. Sonra devam etti.” Sevda Ferdağ sinemada tanıdığı arkadaşlarını, dostlarını çok sever. Bu dostluklar içinde Sadri Alışık’ın çok özel bir yeri vardır. “Sinemanın şartlarını ne kadar sevmesen de zamanla alışıyorsun zorluklara, ödenmeyen paralarla film çekmeye. Derken ben arkadaşlarımı sevmeye başladım. Sadri, Ayhan Işık, Vahi Öz, Diclehan Baban, Ayfer Feray…

Onlar benim ailem gibi oldular. Eve dönünce onları özlüyordum. Sinema zor koşullarda yapılıyordu. Sonra anladım ki, Türkiye’de her şey ne kadarsa sinema da o kadardı. Bu bir ülke sorunuydu. Ben yıllarca sandım ki sinemacılar yapmıyor. Bazılarına gerçekten düşman da oldum.”

1968 yılında Türk Sanat Müziği solisti olarak sahneye de çıkar. “Biraz para da kazanmak istiyordum. Fakat her sahneye çıkışımda, para kazandıkça biraz daha zengin, biraz daha mutsuz, biraz daha yalnız oldum.” Uzun yıllar bu işi sürdürmesine karşın, sahneyi hiçbir zaman sevmez. Her gece kapıya bakarak söyler şarkılarını, dinleyiciyle gözgöze gelemez.
Sevda Ferda’ğın sinemada olduğu yıllar çok filmin çekildiği, bol yıldızlı yıllardır. O, star sistemini hep dışlar. Ödün vererek yaşamayı sevmiyordur. “Her zaman özgür oldum. Ben star olmadım ama kendimi hep star gördüm. Ayrıca ben birini aşmaya çalışmaktan hoşlanmıyorum. Ben kendim olmaktan hoşlanıyorum. Yaptığım şu kadar filmle hâlâ Sevda Ferdağ isem bu önemli bir şey. Oyunculuk çizgimde de şöyle bir tuhaflık vardır benim. Kelebekler Çift Uçar filminde masum kızı oynadım. Sonra masum kız rolü sevimsiz geldi. Bu kadar masumluk masal kahramanlarında olur. Kötü kadın ya da vamp diyorlar, o tür rollerde oynamaya başladım. Vamp ne demek hâlâ anlamış değilim.”

Sevda Ferdağ, Ağır Roman’daki rolüyle 35. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü alır.

Çok duygusal ve tutkuludur Sevda Ferdağ . Sinemada olduğu gibi ilişkilerini, dostluklarını da tutkuyla yaşar. Kimseye benzemek değil kendi olmak istiyordur. Söyleyeceği sözü varsa sakınmaz. ‘Hayır’la, ‘Evet’i çok iyi dengelemekten yanadır. İnsanlar hayır demeyi başarabilmelidir. Yoksa çektiğiniz acı ve yalnızlık daha da fazlalaşır. “Şimdi sinemada insanlar birbirlerini gerçekten seviyorlar mı bilmiyorum. Yok olmuş duyguları, artık yaşayamayacakları şeyleri seviyorlar. Bizim Yeşilçam dediğimiz dönem asla bir daha yaşanmayacak.”

Mesut Kara

2012 Sinematik Yeşilçam

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir