Türk Sinemasının Dertli Meddahı, Zamansız Bir Sahne Dervişi: Şener Şen

122_ANADOLULU_YALNIZ_BIR_MEDDAH2

Sinematik Yeşilçam olarak yayın yapmaya başladığımızdan beridir ana amacımız Yeşilçam özelinde Türk Sineması adına  aktif bir arşiv katkısında bulunmaktı. Özgün yazılarımızın yanı sıra Yeşilçam ile ilgili haberlere de elimizden geldiğince haber vermeye, en azından bazı haberlerin yayılmasına yardımcı olmaya çalışıyoruz.  Bu arşivsel yaklaşımımızın yanısıra bir başka sorunu daha keşfettik. Özellikle Yeşilçam üzerine yazıların derlendiği ve düzgün bir sunumla paylaşıldığı çok az site var. Biz de interneti ve elimizdeki dergileri tarayarak bizlere ilginç gelen makale, söyleşi ve yazıları ya özet vererek ya da yazar ve kaynak bilgisine yer vererek farklı bir sunumla sitemizde yer veriyoruz.

Bu hafta Kültür Gündem sitesinde karşılaştığımız Güven Adıgüzel imzalı bir Şener Şen yazısını arşivimize katarak sizlerle paylaşıyoruz. Yazı daha kısa haliyle Milli Gazete de yayınlanmış.

l-sener-sen-26959c6bÇok çileli, meşakkatli, parasız, dertli ve zorlu yılların doğurduğu zamansız bir sahne dervişi; mecburen oyuncu, her zaman kadirşinas ve daima kahraman. Hiç sönmeyen ışığıyla sinema’nın tam kalbine duran ve ebediyen parlayan yıldızlara ‘nazire’ yaparcasına durmadan aydınlık saçan bir adam. 1941’in aralık ayındamarangoz / oyuncu bir babanın (Ali Şen) oğlu olarak gözlerini açtığı Çukurova topraklarında başlayıp, Türk sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmaya kadar giden olağanüstü bir hikâye’nin adı; Şener Şen.

Şener Şen’in hayatı da aynı sinema yaşantısı gibi uçurumların etrafında yürümeyi öğrenmeye çalışarak geçmişti. Vefa Lisesi’nde bitmek bilmeyen altı yıllık bir öğrencilik serüveni sonrasında köy öğretmeni olarak çıkacağı Anadolu seferine ne ruhen, ne de kafa olarak hiç hazır değildi aslında. Ekmek parasının peşine düşüp gitmişti yine de. İstanbul’da kalmak istiyordu, çünkü ‘Yeşil Sahne isimli gençlik tiyatrosunda geçirdiği neşeli günler ve bir kez yuttuktan sonra artık geri dönüşü olmayan -ciğerlerine kadar işlemiş- o müsekkin etkili sahne tozları alabildiğine başını döndürmüştü.

Bedeni, yoksul köylerdeki soğuk-tek göz odalarda, aklı ve kalbi ise İstanbul’daki tiyatro sevdasında kalmış bir adam olarak, bu geçici ayrılığa uzun süre dayanamayacağı da en başından bellidir aslında. Zaten iki yıllık mecburi doğu seferi -babası Ali Şen’in tüm itirazlarına rağmen- bir istifa ile sonuçlanacaktır. Bu iki senelik öğretmenlik tecrübesiyle heybesine çok şey doldurup dönmüştür işte baba-evine, tiyatro sahnesine, neşeli günlerine ve kendi naz makamına. Hayallerine yüzme öğretmeye hiç niyeti olmadığını ‘gül gibi memuriyet’ini sonlandırarak herkese göstermiştir, ama en çok da kendisine.

Şener Şen’in İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda başlayan oyunculuk macerası; dublaj sanatçılığı, figüranlık, set işçiliği ve yan rollerle ağır-aksak bir şekilde ilerlerken, medar-ı maişet gailesiyle mecburen başladığı sinema oyunculuğu onu bambaşka bir dünyanın rüyalarına doğru taşıyacaktır. (hayatın ona verdiği; işportacılık, yoksul köylerde öğretmenlik ve Kasımpaşa-Eminönü hattında dolmuş şoförlüğü gibi birçok rolü başarıyla canlandırmıştır.)

VI343319DI110_250Zaten henüz 23 yaşındayken (1963 yapımı) “Hizmetçi Dediğin Böyle Olur” filmiyle adım attığı beyaz perdede -göründüğü daha ilk sahnede- (pencereden girip dans eder) ne kadar güçlü bir ışığı olduğunu herkese gösterecektir. Bu filmin devamında yine küçük-yan rollerde yer aldığı pek popüler olamayan on filmde daha görünmesinin ardından -kariyeri için bir dönüm noktası sayılan- 1975 yılında büyük sükse yapacağı Badi Ekrem karakteriyle yepyeni bir limana doğru yelken açacaktır. Ertem Eğilmez’in efsanevi Hababam Sınıfı serisinin ilk filminde, yandan beyaz çizgili, kırmızı eşofmanlarını sırtına geçirerek ‘Badi Ekrem’i oynadığı ya da ruhuna katık ederek Badi Ekrem olduğu o sahneler; hayali hep iyi bir oyuncu olmanın sokaklarında gezinmiş bir yoksul sahne emekçisi için, Türk sinemasının daimi kahramanı olmaya giden yolun ardına kadar açılmasının da habercisi olacaktı. Bu yüzden sinema izleyicisin gönlünde Badi Ekrem’in hafızalara kazınan o ‘yandan beyaz çizgili-kırmızı eşofman’ı, Bruce Lee ve oradan ilhamla Gelin’in (Kill Bill) giydiği ‘siyah çizgili-sarı eşofman’dan her daim daha karizmatik ve her durumda daha anlamlıdır.

Şener Şen’in Hababam Sınıfı ile yakaladığı bu başarısının, onun hem liseyi altı yılda bitirebilmiş çift dikiş tecrübeli bir öğrenci, hem de köy okullarının kahrını çekmiş cefakâr bir öğretmen olmasıyla mutlaka bir ilgisi vardır. Özellikle 1975’ten itibaren, zamanın fenomeni Badi Ekrem karakteriyle sinema perdesinden seyircilerin kalplerine doğru yol almaya başladığı bu yıllar, Şener Şen’in oyunculuğunun en güçlü biçimiyle bir yıldız gibi parlamasını ve gönüllerimize ebedi olarak misafir olmasını sağlamıştır. Artık kariyeri adına altın dönemi başlamıştır. Sinema için çok da genç sayılmayacak bir yaştadır aslında, 35 yaşındadır ve her şey daha yeni başlıyordur hayalleri için.

Anadolulu Yalnız Bir Meddah

ŞMilyarderener Şen sinemamızın kaderidir, onun oynadığı tüm filmler bu ülkenin en dertli masalları, ağladığı her şey içimizden kopan eksik bir parça ve dostluğumuz onunla birlikte güldüğümüz aynı sahnelerin ortak tebessümleridir. Şener Şen Anadolulu yalnız bir meddahtır, kalbimizde temaşa edip duracaktır işte bu yüzden. Kalp meselesidir onun ki. Bir istasyon şefini canlandırdığı Milyarder filminde ‘’Mesudiyeli Mesut! Ne kadar küçük bir dünyan varmış senin’’ diyerek başladığı hüzünlü tiradındaki çatlayan sesinde tüm haysiyetli adamların acısı ve çığlıkları saklıdır aslında ve Uğur Yücel, bu tirat sırasında usta bir oyunculukla orda öylece bekleyen duruşunu en iyi ihtimalle bile Şener Şen’e borçlanacaktır.

Kim bilir, belki de; Eşkıya filminde Baran’ın, İstanbul’a ilk geldiği sahnede caddeden karşıya geçmeye çalışırken korktuğunu gören Uğur Yücel’in ona yardım ederek, ‘’30 yıl sonra hapisten çıkmış bir adamın korku dolu endişeli yürüyüşü’nün oyunculuk tarihine geçmesini sağlamış ve borcunu böyle ödemeyi tercih etmiştir. Tüm ticari dayatmalara karşı çıkmıştı Şener Şen, hatta yakın arkadaşı Kemal Sunal’ın şu sözlerine muhatap olma pahasına bile olsa, herkese; ‘’Şener Şen, iyi oyuncudur, kabiliyetlidir, Şener’le beraber oynuyorduk. Benim bir sürü filmimde oynadı. O açmazcılık yapıyordu. Yani “kavuklu-pişekar” ikilisini oluşturuyorduk. Şimdi tek başına bir deneme yapıyor. Bilemiyorum, daha onu da göreceğiz. Ama belli mesuliyetleri alıp, film yapacağına, ikinci adamı oynamaya devam etseydi, kendisi için daha yararlı olurdu.’’ 

216943_20130722163220Şener Şen yapımcıların onu oynatmak istediği gişe garantili tipolojiyi (kırsal kesimdeki uyanık, üçkağıtçı, dolandırıcı, sahtekar, kurnaz, mümkünse keskin şiveli, köylü) reddederek kendi yolunu çizmişti; ‘onların istediği filmi yapmam, başrol oynayacaksam kendi istediğim filmi yaparım’ restiyle Namuslu (1985) filminin başrolünde; piyasa’nın iktidarına teslim olmamış, namuslu ve ilkeli bir oyuncu olarak arz-ı endam etmesiyle sinemanın yapımcılar özelindeki yerleşik düzenine tabi olan herkesi şaşırtmışsa da,Namuslu filminin halktan büyük teveccüh görmesiyle restini anlamlandırmış ve daha önemlisi bu başarı bundan öncekiler gibi onu asla şımartmamıştır.

Aksine daha münzevi ve daha mütevazı bir haldir her başarı sonrası Şener Şen’in yaşadığı durum. İçe dönük, içine bakan, sanat’ı ve oyuculuğuyla başbaşa. Son dönemde aktüel siyasi kulvarda söz söylememesi ve politik çıkışlar yapmaması nedeniyle sıklıkla eleştirilere maruz kalmasını anlamlandırmanın zorluğu, onu eleştirenlerin politik çıkış nasıl yapılır’a ders olarak yer aldığı filmlere ve ömrünü adadığı sanat hayatına bir kez daha bakmasıyla bir nebze de olsun hafifleyebilir belki.

Şener Şen Türkiye’dir, ortalama iyi algımızın adı, temaşa sanatının yıldızı, her yönüyle özlenen bir mutlu son ve sinema oyunculuğunun en sahici yanıdır. Neşet Ertaş gibi sevilir, yedi bölge, dört diyar, tüm köy ve bucakların kalbi hep sıcaktır ona. Hayat verdiği her sosyal biçimin, hal’in ve rol’ün altından kalkmasını bilen ustalığı ve belli bir şablon ve tipolojiye takılı kalmadan büyüttüğü oyunculuğuyla dünya standartlarının üstünde seyreder hep. Muhsin Bey ’dir, türkücü olmak isteyen bir gence yardım ederken modern dünyanın en kusurlu hallerine aldırmaz,‘kusura bakma ağam kendimi kurtarmak BPsrRIWCMAEFHEmzorundaydım’ diyecekse de birileri ‘kurtardın mı bari kendini’ deyip geçer buna da en fazla. Feodalizmin çöktüğü anda Haraptar köyünün ağasıdır. Göç yalnızlığını ve büyükşehir acımasızlığını iliklerine kadar hissettirir seyirciye. ‘Herkesin iyi yapabildiği bir iş vardır mutlaka’ fikrine yani umuda yaslanacaktır Züğürt Ağa, hayatın her şeye rağmen devam ettiği sıcacık bir umuda. ‘Kiraz’ların asaleti, iyi kalpli bir dünyaya inanma sebebidir zaten.

Kurtuluş Savaşı’nın ilk ve son uçuşunu yapan Türk tarihinin en önemli pilotlarından birisi olan Vecihi Hürkuş’a bir saygı duruşudur. Geçirdiği her cinnette Allaaahhh diyerek koşmaya başlaması bile bu topraklara ait bir savunma ve dertleşme biçimidir aslında. Hem dram oyunculuğunda, hem de komedi’de (vaz)geçilmez bir zirve olmayı bile pek umursamamış, hiçbir zaman ben burdayım ‘bana bakın’ dememiştir.

Yavuz Turgul’un sinema seyircilerine doğrulttuğu tehditkâr olmayan dertli bir silahtır Şener Şen.Turgul’un çizdiği her karakter sonunda iyiliğe inandırır çünkü. Eski’nin yeni’ye karşı kıyasıya savaşının insan tarafıdır her hikâyesinde. Kabadayı filmindeki ‘Devran’ların sembolize ettiği modern güç ve güçlülere karşı, ‘Ali Osman’ların temsil ettiği eskinin ve kadim geleneğin savunucusudur. Çevre’nin, modern zamanların ve yalan dünya’nın bitmek bilmeyen ısrarlı taarruzlarına rağmen; iyi kalabilen, insan kalabilen, vicdan sahibi, Allah’tan korkup-kuldan utanabilen adamların öyküsünü anlatır işte bu dertli silah,namlusundan çıkan her sözün seyircinin direk kalbine gitmesi de bundan. Kabuğun asıl yarasıdır Şener Şen, bir Eşkıya Baran destanıdır.

SENER_SEN

Yavuz Turgul’un kaleminde, aynalara bardak fırlatma ritüelli senaryolarla katledilmesi yetmezmiş gibi, bir de üstüne kalabalıklar içinde hep yalnız kalmayı başarabilmiş yönetmenlerin entel bunalımlı filmleriyle iğdiş edilmiş 90’lar Türk sinemasını ellerinden tutup yeniden ayağa kaldıran çok bereketli bir cesarettir. Yaşantısı ve ailesi mahrem’dir, ne evli olduğunu bilir seyirci, ne de kaç çocuğu olduğunu. Oyunculuğu dışında göstermek istediği bir şeyi yoktur. Keje’nin bile dili çözülür onun karşısında.

Giovanni Scognamillo’nun en tanıdık yüzüdür; ‘’Sahneye çıktığı ilk günden beri, sinemaya gönül verip perdede devleşen bir oyuncu. Şener şen tanıdık bir yüz, içimizi ısıtan bir eğlendirici, bir komedyen, bir trajedi kahramanı, bir eski zamanlar hikâyecisi olmanın ötesinde vicdanımız, sakarlığımız, aşkımız ve yoksunluğumuzdur; Şener şen katıksız bizdir. Anılarımız, anlarımız, naif gülümsemelerimiz, gözyaşlarımız ve kaybettiklerimizle yeniden buluşmamızı sağlayan bir rehberin, bir oynamayan oyuncunun öyküsüdür anlatılan; bir şaklabanlar, şaşkınlar, üçkâğıtçılar, namuslular, kaybedenler, yalnızlar resmigeçidi’’

Züğürt Ağa’nın final sahnesinde; ağalığının son geçerli sembolü sayılan çizmelerinin arkasından bakakalışının anlamı, makamından sonrasına insan olarak yazılmasının da bir hesabıdır. Bu hesabı da hemen öder zaten; çiğköfte satarak namusuyla yaşamanın en insanca bedeliyle. Şener Şen zamansız bir sahne dervişi ve bir eski zamanlar hikâyecisi olarak bu toprakların derdini anlatmaya ne kadar mahirse, daha önemlisi bu toprakların dilini konuşmaya ne kadar hevesliyse; hayal perdesinden izlerken gördüğümüz şey de o kadar bizdendir aslında. Uzun ve bereketli bir ömrü olur inşallah. Dertli bir silah olarak sinema perdesinden kalbimize doğrultulduğu filmlerin sayısının artması dileğiyle.

l-zugurt-aga-75900b7d

Alıntı: Yazan: Güven Adıgüzel – Kaynak: http://kulturgundemi.com/guven-adiguzel-turk-sinemasinin-dertli-meddahi-zamansiz-bir-sahne-dervisi-sener-sen.html

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir