Hüseyin Alemdar – Hangi Filmini Hatırlasam Her Hatıran Yılmaz Güney!

Yılmaz güney kızını kucağına alırken
Ne zamandır kaç filmin var hepsini bobinlere sarmış senin sinemayla tanışma yaşının kaç olabileceğini merak eder dururdum; şiir ve sinema adına birçok şeyi iştahla merak etmem gibi bir şeydi bu! Bu iştah, merak ve dahası bu hastalık bu denli bana ait olmasa söyle Kalpzaman Yeşilçam adlı en uzun şiirimi üç yıl yedi nöbetle böyle hasta nasıl yazabilirdim! Neyse ki, “yarı zamanlı” sinema eğitimimin yeni yılında onu da öğrendim: Senin ilk sinema yaşın on üç biliyor musun? Adana’dan başlayıp İstanbul Galatasaray’daki Dar Film’e dek uzanan bir heves yaşı bu, hem heves hem “hamal”lık yaşı! Sinemadaki bütün dehâlar Metin Erksan hariç sinemaya hamallıkla giriş yapmışlardır sahi. Sinemada hamal olmak kalbe ve göze ibadettir! Set hamalı, ışık hamalı, reji hamalı, prodüksiyon hamalı, senaryo hamalı, kostüm hamalı olmanın şiirden başka karşılığı yoktur. O yıllardan başlayarak kafanda ya da sırtında taşıdığın bobinlerdeki filmlerin kutuları açılıp filmler öylesine sokaklara taştı ki başta sen olmak üzere birçok sinema âşığı ölmemecesine boğuldu/k!

UMUT-YILMAZ-GUNEY-LOBI-1Bugünlerde bobinleri Ramazan Özdemir’den başka kimse taşımıyor; yarı aç yarı kirli kafasının üzerinde üstelik. Yolun düşer, kalbin aranırsa Erol Dernek’te, sırf benim hâtırıma ona “hayatı ve sinema”yı sevdiğini söyle. Senin daha başka yaşların var: Şiir yaşın, öykü yaşın, roman yaşın, kalp yaşın, kardeş yaşın! Bütün yaşlarını öylesine içinde karıp peliküle döktün ki, artık ne sen ne bir başkası büsbütün “sen” olan o metaforu yerinden oynatamaz. Senin bir de on yedi gibi bir yaşın var sahi!

Çok yakın iki arkadaşın Özdemir İnce ve Nihat Ziyalan’la (adlarını anmışken, biri kalp şiirim biri kalp jönüm, bilesin) Adana’da yaşanmış bir on yedi yaşın var ki, hatırladıkça uzaktan uzaktan içim ürperir: Hani, durduk yerde yumruğunu masaya vurup, “Hey, Nihatt, Özdemirrr! Fazla değil on yıl sonra Türkiye bizi konuşacak!” Bu on yılda değil Türkiye dünya sizi konuştu, konuşmakta; tabii ki en çok da seni. Şu anda bu dünyanın öbür ucunda bulunan Nihat Abisine “Cep Herkülüm” dediği Hüseyin’inden çok selam! Selam demişken; selamın şiir, sinema, öykü, roman, deneme, anı ve günlük türündeki, türler arası selamı en çok da sana! İyi ki de bu denli çok yaşadın.

Sen şu anda mutlaka Paris’tesin. “Bir Gün Mutlaka” tekrardan filme çekiliyor biliyor musun? N’olur bana Père Lachaise de olsa hiçbir mezarlıktan ve ölümden söz etme! Aynı şekilde aşktan ve kadınlardan da… İçimde Pozantı bir peltek söz Paris’teyim de yeter; ben seni anlarım. Hazır Paris demişken, ülkemizin yurtdışında sinema okuyan birkaç güzel insanından biri olan Yavuzer Çetinkaya dahil Ömer Kavur ve Alp Zeki Heper ordan hiç dönmemişler gibi! Hazır film ve set demişken, koluna tak da Bilge Ablayı (Olgaç), Hüseyin Abiyi (Özşahin) ve Semra Özdamar’dan Azra Balkan’a, Mümtaz Ener’den Osman Alyanak’a, Birtane Güngör’den Şadan Adanalı’ya o günkü “Bir Gün Mutlaka” filminin oyuncularını sete gel. Seni duyarsa, ki o her şeyi duyardı; Atıf Abi’yi de kat sesine. Unutma, şiir ve sinema bizler var oldukça kardeştir!

yılmaz guney 35363Seni özlediğim ölçüde tüm filmlerini özledim biliyor musun!? Geçenlerde Beyazperde’de “Balatlı Arif” oynadı, abi o ne filmmiş öyle! Senden sonra tüm filmlerini siyah-beyaz seyrediyorum. Tüm filmlerini de saydım bu arada, filmlerinin sayısı 111 biliyor musun? Ne diyeyim “Balatlı Arif”e bile şaştım kaldım. Ayşe Abla’nın (Şasa) da kulakları çınlasın, ne sağlam senaryo çıkarmış öyle. Oyunculuklar ve mekân seçimleri de harika. Nebahat Çehre’den Sami Tunç’a, Danyal Topatan’dan Hakkı Haktan’a, Meral Küçükerol’dan Lütfi Engin’e bütün oyuncular her kadr’a iğneyle dikilmiş gibi!

Sen şimdi bütün filmlerini tek tek saydığım için, alçakgönüllülükle benden film adları isteyeceksin; önce “Baba” tabii! Üç kızımı da kırık mondolin bu filmle büyüttüm. Dahaları: Alageyik (Pervin Par bir gün gelse!), İkisi de Cesurdu (Samim Meriç, Yaşar Tunalı ve Kadir Kök seni çok özlediler, bu filmin hakkı hep yenmiştir), On Korkusuz Adam (Tunç Abi sinemaya küstü biliyor musun?), Mor Defter (defterlerin çoğu mor aslında!), Beyaz Atlı Adam (Cahide Sonku gitti gideli hiç gelmedi!), Konyakçı (bende oralar Araklı bir ortaokul), Silaha Yeminliydim (sırf senin hatırına silah taşımak istiyorum), Ben Öldükçe Yaşarım (hayat bazen kesekâğıdı içinde bir saka kuşu!), At Avrat Silah (ah, Ahmet Erhan gidince böyle bir şiir yazılacak!), Hudutların Kanunu (seni herkes özleyebilir, ama Lütfi Abi’nin özlemesi de sevmesi de başka), İnce Cumalı (Yılmaz Duru Adanalı bir sessizlik gibi öldü, biliyor musun!), Seyyit Han (artık hiç gelmeyeceksin biliyorum, hiç değilse bu film için bir kez daha çık gel!), Umut (hadi, atını al da git Cabbar!), Acı ve Ağıt (iki şey gibi kendini kesen bıçak ömrümüz!), Zavallılar (biliyor musun, alkol ecel değilse Yıldırım Abi hiç ölmedi!), Arkadaş (dikkat Hüseyin Peker, A’nın üzerinde şapka var; yani Âzem! Sistem hep tokatını atar, yeter ki biz her daim arkadaş kalalım), Endişe (ah, Şerif Gören-Kenan Ormanlar bir ikili olsa her yıl bir film çekse!), Sürü (hey Şîwan, dağların bile düşmanlığı insan icadı, öyle bir bağır ki yarılsın dağlar), Yol (ömrüm silme cezaevi, nasıl da çepeçevre Ahmed Arif yeşili dışarlar), Duvar.. Dîwar.. Le Mur... Yirmi yıldan çoktur, bağışla, içimi kalbime değin ellesem de konuşamıyorum! 

111 değil 1111’den çok şiir yazdım da tek bir filmin yönetmeni dahi olamadım; Kalpzaman Yeşilçam’ı saymazsam. Yazdığım yüzlerce şiir içinden hâlâ en çok sevdiğim şiir Dîwar, biliyor musun! 

yılmaz güney bakışlar

DÎWAR*


Katkım olan her filmde benden bir parça mutlaka vardır**


1
Siverek’ten Strasbourg’a bir elin insan bir elin kavgaydı senin
çok döküldün çok öldün de neyse ki hep ayakta kaldın
insan elin Salpa kavga elin daîmî bir Sanık’tı aslında
yıllar var Umut derim Hücrem derim Boynu Bükük Öldüler derim
seni bana kim sorsa–sahi, aşk gibi devrim de gözle yazılabilir kimi!
Pozantı’dan Paris’e bir gözün çocuk bir gözün çıngıraktı senin
çok gittin çok yenildin de kendini dağlara bağırmak kadar az sandın
Kürtçe söylenmiş öyle bir söz duydum ki senden sonra
bu söz yedi kilit yedi anahtar sanki senin ağzının iklimi:
Ser çiyan ji me ra cennete emrê min canê te!***


Doğu ve zaman her ikisi de dîwar ve yara oralarda hâlâ
iklimlerin alışkanlığından biliyorum–her güne bayram deme!
kendinin mahkûmu bir sessizliktir Fırat en çok da kendine akar
sorma söylemez: Dicle, iki kalp üç kelâm onun gece öldüğüdür!
Ha onbir ha altı ne farkeder, bazen tek bir mahkûm bile her şeyi anlatır
tıpkı sen gibi–sahi, dağ imgesi annene yaslanıp en son ne zaman ağladın!
yerin göğe ağlamış hâli diyorlar Yol’a buralarda. 

3
Âh, bir ömrü üçe bölmenin zamanı şimdi: Canân, can, ân! 
Ömür ki aşkta eksilme, uzakları uzaklara ilikleme sanatı– 
yüzümü hep dolaşık aynalarda yıkadım demek, bilemedim kendimi–
negatiflerim depolarda çürüdü mürekkebim kalemimde kurudu
ben de bilmiyorum ki Hüseyin–suç ne, hâlâ ne suç işlediğimi!

4
Susarken imge konuşurken metafordur ya insan
âh, senin imgelerin metaforların ki herkesten üç fazla
insan insanı kapalı mekânlarda anlarmış anbean
senin ömrün acı aşk ve sinema dâhil hep kapalı mekân
seni çok kendimi çok sevdim dersem inanma–üç şey 
kadın aşk ve sinema kalbin yılanı doğuştan yalan!
De ki ben Bir Çirkin Adam, ben Umut gibi bir Canlı Hedef
Père Lachaise dâüssıla uzaklara gömülme mezarlığıdır
Acı’dan Umutsuzlar’dan Ağıt’tan Baba’dan Arkadaş’tan hiç anlamaz!


5
Haklısın, tek kişi olmanın imkânı dağlardır ama
kadın aşk ve sinemasız tek kişi olmak da şehirlere yaban–
Unutma, Türkçe ya da Kürtçe aşkı ve sinemaları Allah seslendirir
âh, bakayanlış ve yapayalnız kaldığında
sakın ha silâhını şakağına dayayıp da bir başına ağlama!

6
Sevap ya da günah herkeste hakkı/n/m var–bak, hepsi sıra sıra: 
Kalbin sıra: İçindeki sinemalara gitsem, her filmin göçebe şiir bana!
Gözün sıra: Aşkı ya gözle yakala ya silâhla mı dedin–âh, ikisi de bir yerde silâh!
Ağzın sıra: Söz dediğin bal da olabilir zehir de, diline git ve vur onunla!
Elin sıra: Halka halka olur da meydanlara çıkardık ya, elleri ve sosyalizmi anla!
Aklın sıra: İhtiyaçları vardır, ver onu para babalarına ve ahmaklara!
—Oğluma ve kızına modern masallar anlat da şairim
Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz! ritüelini kimseye anlatma!

7
Bir eylül akşamıydı toprak yorgun gök rezil sinemalar eklem yeri
yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil menziller ters dönmüş Mem û Zîn’di
gözyaşı oldum mendil oldum menzil oldum da vurdum kendimi–
ikizim kendimdi Kejê sevgilim, sol göğsüm toprağın gelini
vurduklarım At Avrat Silâh ne aşka ne kendime yetti
dağ talanı bir Seyyit Han gittim bir daha bir daha vurdum kendimi– 
Bicrînê ya binvînê!****



*) Bir yanım kirli soğuk beş öykü gibi Sartre, bir yanım mavi dev yumruk bir şiir
Attilâ İlhan. Hayat bir sana bir bana bakardı o vakit; âh, şimdi tüm bakmalar Duvar!
**) Yılmaz Güney (Urfa, 1 Nisan 1937 – Paris, 9 Eylül 1984). Âh, Père Lachaise
bir mezarlık olabilir belki, pelikülü kan olan hiçbir ölüm ölüm değil!
***) Ama dağ başı bize cennettir ömrüm canına kurban!
****) Ya bağır bir ses ver, ya da uyu hadi!

Yasakmeyve, Temmuz-Ağustos 2009
Şiir Defteri 2010

Yılmaz Güney 7865

Yılmaz Güney üzerine olan bu yazı ve şiir Hüseyin Alemdar’ın izniyle sitemizde yayınlanmaktadır. 2014

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir