Derviş Zaim – BALIK (2014)

balık-derviş-zaim

ŞEKİLENDİRİYOR MUYUZ YOKSA TAHRİP Mİ EDİYORUZ?

Derviş Zaim hiç kuşkusuz, garip bir “aynılığın” pençesinde debelenen sinemamızın, hali hazırda kendine has işler çıkarmasını bilen birkaç yetenekli isminden biri. Her biri ayrı birer geleneksel Türk Sanatı’na ev sahipliği yapan derinlikli ve incelikli işlerinden sonra, daha varoluşçu sorulara yer verdiği yeni bir döneme girdiğini iddia etmek pek de yanlış sayılmaz. Özellikle hem teknik anlamda yeni bir deneyim kabul ettiği hem de doğaya, insanın doğayla giriştiği ilginç hakimiyet mücadelesine getirdiği sorular barındıran Devir ile birlikte, sinemasal bakış açısına yeni bir boyut kazandırdığını iddia etmek çok da yanlış olmasa gerek.

Konsept anlamında belki “değişim” olarak kabul edebileceğimiz bu yeni çerçeveye konumlandırılan öyküler, her ne kadar bir çeşit yenilenme gibi görünse de, aslında Derviş Zaim’in ilk günden bu yana tutturduğu kimya çok da değişime uğratmıyor kanımca. Zaten Zaim’i özel kılan da, sinemasındaki gelişime rağmen bu kimyayı bozmaması muhtemelen.

balik_05

Kurmaca ve belgesel arasındaki dengeli paslaşmanın ürünü olan Devir ile birlikte yepyeni bir üçlemeye giriştiğini müjdeleyen usta yönetmenin yeni filmi Balık; bu üçlemenin ikinci halkası olarak karşımıza çıkıyor. Tabi Devir’de olduğu gibi belgesel ve kurmaca arasında mekik dokuyan yapı, bu defa kendisini tamamen kurmacanın kollarına bırakmış durumda.

Derviş Zaim, yakın tarihte yaşandığı halde unutulmaya yüz tutmuş politik meselelere ya da memleketin sosyal yapısına cesurca eğilmeyi başaran bir sinemacı. Devir ile birlikte girdiği kulvar ise bir taraftan daha içsel diğer yandan da daha genel özellikler taşıyordu. Doğayı ehlileştirmeyi, dönüştürmeyi, tahrip etmeyi kendisine hak gören adem oğlunun bu tükenmek bilmeyen hırsını; kendi coğrafyamız içerisinde ve oldukça da naif sayılabilecek bir öyküyle aktarmıştı perdeye. Gariptir, her gün ayrı bir doğa tahribatı haberi alırken dehşete düştüğümüz ve bir süre sonra bu yinelenen sürece karşı sesimizin soluğumuzun kesilmeye başlandığı böyle garip bir dönemde; ülkemizde, komedi kulvarından verilebilecek birkaç örnek dışında bu konuyu perdeye taşıyabilecek cesur yönetmenlere rastlamak fazlasıyla zorlaştı. Sözde duyarlılığın bile bazı ellerde reklam haline getirildiği ve her yükselen sesin samimiyetinden peşin peşin şüphe duymaya başladığımız düşünülürse; bu meseleye el atabilmek de cesaret işi haline gelmeye başladı sanki.

balik_07

İşte Derviş Zaim, bu soruna eğilmekten çekinmeyen sinemacıların başında geliyor. İşi biraz dramatikleştirip, Zaim’in balığa yaptığı vurguyu envai çeşit metaforal çıkarıma gebe olan, gerçek üstü tarafına fazla bulanmadan tavada şöyle bir çevirmek gerekirse; göz göre göre nesli tükenen bir canlı türünü tehlike altında olmasını, anne karakterinin kasaba sakinlerini uyardığı dolaysızlıkla izleyiciye aktarıyor Zaim. Hatta en süsten uzak biçimde “doğa intikamını bir şekilde alacaktır” tezini güçlendiriyor. Bunu yaparken de; doğaya yapılan haksızlığın daha dünden farkında olan ve bu duyarlılığı “delilik” yakıştırması ile taçlandırılan annenin, çaresizliğinden kurtulabilmek için hırsına sarılmak zorunda kalan babanın ve onların konuşma engelli kızları Deniz’in öyküsünün etrafına inşa ediyor öyküsünü.

balik_09

Tabi insan zaafına dair tüm günahların bedelini, ailesini taşıyabilmek için kafasındaki standartları sağlayamayan ve bu standartları doğa ile giriştiği kumar ile sağlamaya çalışan Baba ödüyor bir nevi. Kurtuluşa bel bağladığı kaçış biletiyse, hem birkaç kilo daha fazla balık tutmak uğruna etrafa yordamsızca saçtığı kimyasallar hem de peşin koştuğu halde asla yakalayamadığı, kafasında çıkıntısı olan ve henüz hiç kimse tarafından keşfedilmemiş bir balık türü… Öykünün mistik yanına sırtını yaslayan izleyici muhtemelen babanın asla ulaşamadığı ve bütün sıkıntılarının çözümü olarak gördüğü balığı; sadece bakire kızların yanına gittiğinde yakalanabilen Tekboynuz mitiyle ilişkilendirebilir pekala. Elbette ki teşbihte hata her daim mümkün!

balik_06

Hikayede bir noksan arayışına girmeye kalkıştığımızdaysa, meselenin en sevimsiz yanının, döngüsel mevhumu “bir noktada kıssadan hisse misali seyircinin suratında patlatması” olduğu iddia edilebilir. Her halükarda naifliğinin kalibresinde bir dengeye sahip olan Balık için getirilen bu türden eleştirilere katılabilmek pek de mümkün değil. Nihayetinde, doğayı tahrip etmenin diyetini ödeyen bir adamın öyküsünü, ucu açık gevelemelere teslim etmek ve meseleye dair net bir söz söylememek de pekala kaçak güreş olarak nitelendirilebilirdi. Derviş Zaim, son derece basit ama her daim işler bir döngüyle, Baba’yı cezalandırarak söylüyor sözünü. Bunu yaparken de, öykü süresince filmin her tarafına işlemiş olan abartıdan uzak tavrını korumayı başarıyor.

Nihayetinde Balık, farklı bir kulvara giren fakat kendi sinemasının geçmişiyle dirsek temasını asla koparmayan Derviş Zaim’in insan ve doğa üzerine daha derin sorular getirdiği bir film. Yönetmenin filmografisinin daha parlak parçaları düşünüldüğünde biraz daha sessiz ama yeterince “derinden” seyrediyor. Üçlemenin son halkasında doğayı tüketmeye son veremeyen ademoğlunu nasıl bir sınavın bekleyeceğiyse merak konusu…

YAZAN: Fatih Yürür

Fragmanı:

balik_afis

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir