Agah Özgüç – Türk Sinemasının Marjinalleri ve Orijinalleri

yesilcam marjinal 7776

Sayfa Sayısı: 370
Baskı Yılı: 2013
Dili: Türkçe
Yayınevi: Horizon International
Baskı Sayısı 1. Baskı
Cilt Tipi Karton Kapak
Kağıt Cinsi Kuşe Kağıt
Boyut 16 x 24 cm

“Dünyada Yeşilçam kadar renkli olayların ve ilişkilerin yaşandığı bir sinema sektörü çok azdır,” Agâh Özgüç

Agah Özgüç, insan hikayeleri üzerinden adeta Yeşilçam’ın anatomisi çıkarıyor kitabında. Yeşilçam’ın kapalı defterlerini açıyor. Yılmaz Güney’den Türkan Şoray’a, Atıf Yılmaz’dan Metin Erksan’a, Filiz Akın’dan Ajda Pekkan’a, Cüneyt Arkın’dan Muzaffer Tema’ya ilişkin pek de bilmediğimiz ya da unutulan gerçekleri bir bir sıralıyor.

Hamal kılıklı adamın intikamı
Yeşilçam’ın iki büyük yönetmeni, Yılmaz Güney ile Memduh Ün’ün arasına kara kedi neden girmiş olabilir? Sözü bir başka usta yönetmene, Atıf Yılmaz’a bırakalım: “Çok az bir parayla hayatını sürdürmeye çalışan Yılmaz’a bir iş ayarlamam şarttı. Sinema alanında ekonomik olarak oldukça güçlü, film yapma imkanı olan, yakın arkadaşım Memduh Ün’e gidip Yılmaz’a rol vermesini rica ettim. Memduh sadece Yılmaz’ı değil, aceleyle beni de harcayıverdi. Ona göre ben, hamal kılıklı birtakım adamları oyuncu sanan biriydim. Yıllar sonra Yılmaz, kendi aklı, yeteneği ve emeğiyle sinemanın en çok para getiren oyuncusu olduğunda, onu film yapmak için ilk çağıranlardan birinin Memduh olduğunu ve Yılmaz’ın Memduh’un teklifini reddettiğini hatırlıyorum.” Peki Yılmaz Güney, Memduh Ün’den nasıl intikamını aldı? Şimdi söz Memduh Ün’de: “Yılmaz Güney’i bana iyi oyuncu olarak gönderen Atıf Yılmaz’a ‘Bundan jön değil, kömürcü çırağı olur,’ demiştim. Aradan yıllar geçmişti. Yılmaz, Umutsuzlar filmi için beni istedi. (Ün, filmde bir kabadayıyı canlandırır.) Şaşırdım, ama kabul ettim, oynadım. Kendine kömürcü diyen bir yönetmenden intikam mıydı bu?”

sinema10
YILMAZ’A FEDA OLSUN
Yılmaz Güney’e özel bir bölüm ayıran Agâh Özgüç onunla ilgili pek de bilinmeyen bir olayı aktarıyor: “Yıl 1967’dir. Yılmaz Güney, Siverek’te Lütfi Akad’ın yönettiği Hudutların Kanunu adlı filminde oynamaktadır. Çekim sonrasında Urfa sokaklarında turlarken, önüne küçük bir çocuk çıkar. Çocuk, Yılmaz’ı görmek için bilinçsizce arabanın önüne atlamıştır. Bu arada Güney’in arabasıyla çarptığı küçük çocuk ölür. Güney karakola götürülür. Çocuğun babası da karakoldadır. Baba, karşısında Yılmaz Güney’i görünce ‘Benim 11 çocuğum var, biri Yılmaz Güney’e feda olsun,’ der.”

Yeşilçam’daki istihbaratçı mı?
Arif Hanoğlu, adı bilinmeyen sinemacılardan! Kartvizitinde ‘Seksüel Prodüktör” yazan Yeni Yıldız dergisinin sahibi olan Hanoğlu, Villa Hanzade adlı villasını filmcilere kiralıyor. Çevresi geniş, eli güçlü bir isim. Özgüç, Hanoğlu’nu sosyete ve sanat çevresinin korkulu rüyası olarak tanımlıyor. Bunun da sebebi Hanoğlu’nun elindeki özel arşiv. Özgüç bu arşivin bir bölümü bir kere görebilmiş. Hanoğlu, 27 Mayıs sürecinde tutuklanıyor, ‘fuhuşa teşvik, şantaj ve öldürmeye teşebbüs’ suçlarıyla itham edilip dava açılıyor. Bu dava sürecindeki tahkikat dosyasında kimliği ortaya çıkıyor: “Üsteğmen olarak görev yaparken ordudan atılmış, bir süre İstanbul Emniyet Müdürlüğü‘nde bulunmuş, parti başkanlığı yapmış ve Demokrat Parti’nin ünlü iki bakanının desteğiyle Milli Emniyet (İstihbarat) kadrosuna bile girmişti.” Sinemacılar korkmakta haksız da sayılmaz!

Teresa Orlovski

Ajda Pekkan’ın unuttuğu (!) filmleri
Üç-dört kuşağı etkileyen bir fenomen Ajda Pekkan. Ama süperstarın sinemayla ilişkisinden çok az bahsedilmesi ilginç değil mi? Oysa 17’sinde, Ses dergisinin yarışmasında birinci olunca “İdealimdeki mesleğe kavuştum. Zamanla da iyi oyuncu olduğumu göstereceğim,” demiş. Peki, Pekkan geçmişindeki 46 filme neden sahip çıkmıyor? Özgüç’e göre bu filmlerin hiçbiri yarına kalacak nitelikte filmler olmadı. Pekkan sinemanın gücünden yararlandı.

Özgüç, Pekkan’ın da o eski filmleri için “Felaket korkunç. Kendimden nefret ediyorum. O filmleri yok ederim imha ederim,” dediğini hatırlatıyor. Son olarak da Pekkan’ın erotik filmde oynadığıyla ilgili şehir efsanesini de sonlandırıyor: “Ajda’nın böyle bir filmi yoktur. O görülen Ajda’nın benzeri, Alman Teresa Orlovski‘dir.”

Ertem Eğilmez’in haklı serzenişi
Sinemamızın en sevilen filmlerinin yönetmenidir Ertem Eğilmez. Ama çoğu kişi, onun yayıncılıkta çığır açan çabalarını bilmez. Hani Kemal Tahir‘in yazdığı Mayk Hammer‘lar var ya, işte o işin mucidi Ertem Eğilmez‘dir. Çağlayan Yayınevi’nin kurucularından Eğilmez’in bastığı kitaplar 100 bin adet satılır. Ama Eğilmez meslek değiştirir. Yapımcılık yapmak isterken kendi deyişiyle ‘hasbelkader’ yönetmen olur. Yönetmenliği de ciddiye alır. Ama döneminin sinema yazarları onun filmlerini hep ‘ticari’ bulduğu için pek beğenmezler. Eğilmez’in isyanı da bunadır: “Evet, ben kötü filmler yaptım ama hiç mi iyi film yapmadım?” demesi de bu yüzdendir. Zamanla anlaşılacaktır kıymeti. Eğilmez’e göre Yılmaz Güney büyük sinemacıdır; Metin Erksan, Türkiye’nin yetiştirdiği en iyi yönetmendir. Şener Şen içinse “Hayatımda gördüğüm en mükemmel oyuncudur,” der. Doğru söze ne denir?

hababam sinifi 009287

İyi filmi boş ver, kazanca bak
Hababam Sınıfı‘nın müdürü olarak bilinse de, Muharrem Gürses yönetmendir. Melodramlar ondan sorulur. Lakin çektiği filmler yapımcıların yüzünü güldürse de, zaman içinde unutulan yapımlar olarak kalır. Peki neden böyle? Gürses yeteneksiz miydi? Hayır, ama bu, Yeşilçam‘ın temel anlayışının bir sonucu. Cevabı da Gürses versin: “Prodüktörler, benden hep aynı melodramları beklediler. Daha iyilerini yapmak istedimse de aldığım karşılık şu oldu: Boş ver bunları, biz kazancımıza bakalım.

Anne parasıyla yapımcılık
Oturduğu evi barkı satıp film çeken yönetmenlere günümüzde de rastlanıyor. Anladığımız, bu bir Yeşilçam geleneği. Mesela yapımcı Müfit İlkiz… Demir tüccarıyken sinema sektörüne geçen İlkiz, kurduğu Sibel Film’le Filiz Akın’lı, Cüneyt Arkın’lı, Kartal Tibet’li filmler yapan bir yapımcı olur. Birçok filmi batsa da annesinin evlerini bir bir satıp film yapmaya devam eder. 46 yaşında satacak ev kalmaz ve Yeşilçam’ı terk eder. 1996‘da Mersin’in bir kasabasında, küskün bir şekilde vefat eder.

Kolaya da kameraya da aynı bakış
Türkan Şoray
‘ın gözlerinden ve bakışlarından etkilenmeyen var mı? Kameraya böyle bakan kaç oyuncu var ki? Tarkovski üzerine belgesel çeken İtalyan yönetmen Donatella Baglivo da bu bakışlardan etkilenerek Sultan ile ilgili belgesel çekmiş meğer! Ama onun bakışlarıyla ilgili, yapımcı ve yönetmen Turgut Demirağ’ın,Abbase Sultan filminin çekimleri sırasında yaşadıklarına kulak verelim: “Yıldız Parkı’nda çalışıyoruz, öğlen olmuş, yemek paydosu vermişiz. Türkan Şoray‘ın birinden kola istediğini duydum, döndüm arkama, birden kola şişesine de bana baktığı gibi baktığı fark ettim.”

suphikanerBoykotla gelen intihar
Suphi Kaner
, siyah beyazlı yılların en sıcakkanlı tiplerini oynayan oyuncu… Yoksul dünyanın küçük insanlarını canlandıran ve pek sevilen Kaner’in içkiyle başı fena halde derttedir, alkoliktir. Tatsız birçok olayın sonunda tedavi için hastaneye yatar. Ağzına içki koymayacağına dair, gazetelere verdiği bir ilanla kamuoyuna söz verir. Hatta kendisini içkili görenlere 1000 lira para vereceğini duyurur. Tabii sözünü tutamaz. İçki içmeye devam eder. Çalıştığı filmin setine gidemez hale gelir. İşi aksayan yapımcılar da onu Türk Film Prodüktörler Cemiyeti‘ne şikayet eder. Cemiyet altı ay boykot kararı alır. Kaner bu boykot kararını gururuna yediremez ve 30 yaşında intihar eder.

Yeşilçam’ı sahneye çıkartan adam: Öztürk Serengil
Türk sinemasının renkli isimlerinden Öztürk Serengil’in yazdığı günlüklerin bir bölümü de ilk defa kitapta yer alıyor. Bu günlüklerden anladığımız, Serengil’in oyunculuğunun yanı sıra gazino organizatörlüğe de yaptığı. Osman Kavran namıdiğer ‘Papelci Osman‘ın açtığı gazinoda kimleri sahneye çıkarmaya ikna etmemiş ki Serengil. Fikret Hakan, İzzet Günay, Belgin Doruk, Ayhan Işık, Ekrem Bora, Kartal Tibet… Ama en çok da Ayhan Işık zorlamış onu. Önce teklifi kabul etmese de Serengil, Işık’ın önüne 500 bin lirayı boca edince, Işık “Seni köftehor seni,” diyerek teklifi düşüneceğini söyleyip evden ayrılmış.

İlanla aranan yönetmen: Metin Erksan
Metin Erksan’ın Kuyu‘su da çekimleri olay olan filmlerdendir. Erksan bu filmde aslında Yılmaz Güney ile Türkan Şoray’ı oynatmak istemiş, ama olmamış. Agâh Özgüç‘ün önerisiyle Nil GöncüKuyu‘nun kadrosuna katılmış. Ama çekimler oldukça sancılı geçmiş. Önce Erksan’ın yeğeni görüntü yönetmeni Mengü Yeğin, sonra da oyuncu Demir Karahan seti bırakıp kaçmış. Zaten Özgüç, Erksan’ın sıra dışı bir yönetmen olduğunu her fırsatta vurguluyor. Erksan, Ertem Eğilmez’in sahibi olduğu Arzu Film adına Ölmeyen Aşkfilmini çekerken, 44. günün sonunda Eğilmez filmin çekimlerine ara verir. Dört ay sonra tekrar filme başlanacağı zaman Erksan’a ulaşılamaz. Eğilmez de gazeteye ilan verir, ‘Rejisör Metin Erksan’a Açık Davet’ başlığıyla. Ama Erksan tekrar sete çıkmaz. Bütün bunların sonunda Eğilmez’in Erksan’a kızması beklenebilir. Ama Özgüç’ün yazdığına göre kızmamış. Hatta “Bu filmi yeniden çektirsem, yine Metin Erksan’a çektirirdim,” demiş.

3735178_0

Sultan’a fırça atabilen sinemacı
Türk sinemasının en sakin ve sessiz yönetmenlerinden biridir Zeki Ökten. Göz önünde olmayı sevmeyen, ödül aldığında bile sahneye çıkmayan (bir istisnası var), setlerinde hoşgörü abidesi olan Ökten’in Türkan Şoray‘ı azarladığını öğrenmek şaşırtıcı. Ama Ökten yönetmen yardımcısıyken epey ‘atarlı’ymış! Atıf Yılmaz’ın deyişiyle “Film setlerinde terör estiren, acımasız bir asistanmış.” Gerisini Agah Özgüç anlatıyor: “Güllü filminin setinde Türkan Şoray’ı çok kötü azarlamıştır. Bir Laz kızı tiplemesini canlandıran Şoray, filmin bir sahnesinde damlara tırmanıp kedi gibi miyavlayacaktır. Ne var ki, bu tür bir sahnenin seyirciye ters düşeceğinden korkarak karşı çıkar. Yönetmen Atıf Yılmaz’la tartışır. Giderek hava gerginleşince devreye yönetmen yardımcısı Zeki Ökten girer. Bu sahnenin çekemini Ökten üstlenir. Ve Ökten, sultan mutlan dinlemez, senaryodaki o sahneyi çeker.”

Cüneyt Arkın ile silahlı kavga
Agâh Özgüç
‘ün özel bir bölüm ayırdığı fenomenlerden biri de Cüneyt Arkın. Özgüç’e göre Türk sinemasına damgasını vuran 10 erkek oyuncudan biri o. Özgüç, Arkın’ı 1964‘ten beri tanıdığını söylüyor. Ama onların ilişkisinde bir kırılma noktası var, o da 1974 yılında yaşadıkları bir kavga: “Vefalı eşi Betül Işıl ile ikinci kez evlenen Cüneyt Arkın‘ın Levent’teki villasındayız. Davetliler yavaş yavaş dağılmaya başlarken benim biraz daha kalmamı istiyor. Cüneyt Arkın alkol aldıkça davranışları sertleşiyor, giderek kendini kontrol edemez hale geliyor. Birden elindeki içki kadehini bırakıp, duvarda asılı duran oku alıyor. Pis pis gülerek karşıma geçiyor. Oturduğum yerin yanında duran saksıya nişan aldığında sapsarı olmuşum korkudan. Ok hedef şaşırabilir, alnımı delebilirdi. Okun ve yayın tehlikesinden kurtulunca bu kez el kol hareketleriyle naralar atıyor. Karate yapacağız anlaşılan.” Sonra boğuşma faslı. Kılıçlar çıkıyor, en sonunda silah çekiyor Cüneyt Arkın, Özgüç’e. Özgüç bir şekilde silahı elinden alıyor ve evden kaçıyor. Ertesi gün Cüneyt Arkın menajeri aracılığıyla özür diliyor ve silahı istiyor ama Özgüç ‘savaş ganimeti’ diye vermiyor.

cuneyt arkın 78655

Öpüşmek için mi sinema yapılır?
Hollywood’da çalışan birkaç Türk aktörden biridir Muzaffer Tema. Özgüç’ün kitabından öğrendiğimiz kadarıyla da çapkınmış. İşle aşkı birbirine karıştırmasa iyiymiş… 1953‘te, Çetin Karabey‘in yönettiğiİstanbul Canavarları filminin setinde yaşananlar bunun en bariz örneği. Rol gereği Ayten Çankaya ile öpüşmesi gerekiyor. Nedense yönetmen bu öpüşme sahnesini sürekli tekrarlıyor. Sonra fark ediliyor ki, her tekrardan sonra Tema cebinden 10 lira çıkarıp yönetmene veriyor. Özgüç “Temavari bir çapkınlık,” diyor. Ama bu ‘yatırım’ boşa gitmemiş anlaşılan; aynı yıl Çankaya ve Tema evlenmiş. Lakin Hollywood‘da da çalışan bir aktörün sinemayı nasıl algıladığının bir resmi değil mi bu yaşananlar?

Yeşilçam’ın gizli ortağı Manukyan
Sinemacılar, Yeşilçam’da çalışanlar dışında çok az insan bilir Ferdinant Manukyan‘ı. Vergi rekortmeni de olan ünlü patroniçe Matilt Manukyan‘ın kardeşi de olan Ferdinant, Yeşilçam’ın gizli finansörüdür aslında. Özgüç’ten dinleyelim “Bono-senet alışverişi üzerine kurulu Türk sinemasının ekonomik yapısı tefecilerin denetimi altındadır. O yıllarda çekle ödeme uygulaması geçmediğinden oyuncular, işletmeci-yapımcı bonolarıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Ferdinant Manukyan da ekonomik sorunları nedeniyle borçlarını ödemeyip zor durumda kalan sinemacıların bonolarını nakit paraya çeviriyordu.”

DENİZE DÖKÜLEN FİLMLER
Parasal desteği sayesinde birçok filmin gizli ortağı olan Manukyan, 1962’de son teknolojisiyle donattığı Yıldız Film Stüdyosu‘nu kurar. 10 yıl hizmet verir bu stüdyo. Yıllar içinde deposunda yüzlerce film birikir. Ama depo boşaltılırken, Manukyan filmlerin sahiplerine, negatifleri almaları için uyarıda bulunur. Hiçbir sinemacı bu uyarıyı ciddiye almaz. Gazetelere ilan verir, ama yine ses çıkmaz. En sonunda depo boşaltılır, kimi filmlerin negatifleri Sarayburnu’ndan denize dökülür, kimi de gümüşleri çıkarılsın diye hurdacıya gider. Hani sinemamızda kayıp filmler vardır ya, birçoğu bu depodan son yolculuğuna uğurlanmıştır işte.

Ferdinant Manukyan

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir