Bülent Pelit ile Yeşilçamlı Yıllar 03

kadir kök 34

Bülent Pelit’in paylaştığı anılarını yayınlamaya devam ediyoruz. Bu hafta derlediklerimizin 3.nü yayınlıyoruz. Bülent Pelit ‘e de verdiği destek için çok teşekkür ederiz…

Avantür filmlerin en sıkı zamanı, kavga filmi denildiği vakit akla ilk gelen isimlerden olan Yılmaz Atadeniz‘de filmin yönetmeni. Tren yolunun üzerinde bulunan bir köprünün üzerinde bir kavga çekiliyor ve mizansen gereği kavga eden iki kişi tren geçerken üzerine atlayacaklar ve kavgaya trenin üzerinde devam edilecek. Jön daha yenilerden kavga konusunda fazla tecrübesi yok, karşısındaki ise bu işin uzmanlarından Kadir Kök. Uzaktan tren beliriyor, Atadeniz kamera diyor ve kavga başlıyor, tren altlarından geçerken, Atadenizin film çekerken kullanmayı en çok sevdiği kelime çıkıyor ağzından. “Atlaaaaa” Tabi feryat figan bir şekilde. Kadir Kök komutla hemen atlıyor ama jönün gözü kesmiyor ve yukarıda kalıyor. Treninin makinistinin durumdan haberi yok tabi, bir bakıyorlar trenin üzerinde eli silahlı bir adam dolaşıyor. Hemen merkez aranıyor ve durumdan haber ediliyor. Kadir Kök derdest ediliyor, bu işin film sahnesi olduğu konusunda yetkililer ikna edilene kadar Kadir abi epey bir hırpalanıyor.

——-oOo——-

Alpay Ziyal hüseyin alemdar

1995 yılı eylül ayı Mudanya, Şişman ile Pişman seti. Akşam paydos sonrası bir balıkçı lokantasında rakı, balık demleniyoruz. Sırtım caddeye dönük, tam karşımda Bülent Kayabaş oturuyor, birden yüzü değişti, ağzından şu laflar döküldü, “bela geliyorum demez gelir Alpay geliyor” arkamı bir döndüm baktım Alpay Ziyal son sürat bize doğru geliyor. Nereye filme gitsem duyar duymaz peşimden geleceğini bildiğim için bana sürpriz olmamıştı. Bir ay önce Fethiye tuana vista tatil köyünde gece yarısı geldiğinde yapımcı kovduğundan tedirgin olmuştum açıkçası, bizim yapımcı olduğumuz işlerde sorun yoktu, çünkü tatlı bir kaçıktı, seviyorduk, ama herkes aynı tepkiyi vermiyordu. Yapımcı Nihat Cerit sofrada oturduğu yerden ayağa kalktı, hoş geldin Alpay, şeref verdin setimize dedi. Hemen Alpay‘a balık söylendi, rakı bardağı istendi.

sisman ile pisman
Şişman ile Pişman filminden bir sahne

Alpay, çok mutlu, “yarın beni bir plan oynat hemen geri döneceğim” dedi. Nihat Cerit Allah rahmet eylesin, hemen otelde birde oda ayarlattı Alpay‘a. O gece misafir olacak, yarın bir plan oynayıp gidecek. Ancak senaryo’da yandan sokulacak figürana bile yer yok. Madi’den bir mizansen ayarladık, Kazım Kartal ve adamları otururken, Alpay yanına gelecek, buralar ikimize fazla Kazım diyecek, ya sen ya ben. Kazım abi de yürü git lan diyecek, ufak bir itişme ardından, Kazım‘ın adamları Alpay‘ı koluna girerek zorla götürecek. Provayı yaptık, çekim başladı, Kazım abi de, daha önceden Alpay‘ı tanıdığından bozuntuya vermemeye çalışsa da arada gülüyor, bizde kamera arkasında gülme krizindeyiz, çakma sahne bitti, Alpay hepimizle vedalaştı, ben gider dedi ve mutlu bir şekilde yanımızdan ayrıldı. Birkaç ay sonra film televizyonda oynuyor, Alpay gazeteden takip etmiş. Eşantiyon işi yaparak geçimini sağlardı, iş yaptığı bir otelciye akşam filmim var demiş ve özel gala düzenlemiş, milleti toplamış filmi seyretmeye, film başlıyor bitiyor, Alpay yok, Alpay oradakilere ciddi bir şekilde mahcup oluyor ve benimle bir kaç ay konuşmadı, selamı sabahı kesti, bir gece Beyoğlu istiklalde yürürken önüme çıktı, direk lafa girdi “o sahneyi Kazım koydurmadı değil mi? Ona posta koydum diye” , bende hayır senaryo gereği koyamadığımdan atmak zorunda kaldım dedim. Yanaklarımı öptü, barıştık o zaman dedi, ve yürüdü gitti. Yeşilçam‘ın deli dolu Alpay’ı mekanın cennet olsun.

——-oOo——-

s-509a861e63929c1a21fb5f703b2c15655723e71b1987 yılı, Artun Yeres peş peşe iki film çekiyor. Yapımcı Azmi Yılmaz, o dönem sinema oyuncuların müdavimi olduğu bir kahve işletiyor, sonraları Çiçek Bar‘ın işletmeciğine soyundu. Ben iki filmin kurgusunu yapacağım, birinin seslendirme yönetmenliğini. Diğerini ablam yapacak. İki filmde de baş rolde Bahar Öztan var. Biri İstanbul, biri Bodrum‘da çekilecek. İstanbul’daki Doyumsuz adlı film, burada bir fahişeyi canlandırıyor Bahar Öztan, öldürülüyor ikizi gelip onun intikamını almaya çalışıyor, Ayşin Atav‘a karar verildi ablam tarafından, konuşması için orada, çünkü inişli çıkışlı bir roldü. Onun işlemleri bitti aynı ekip Bodrum‘a gitti, çekimler bitince kurgu ve sıra seslendirmeye geldi. Bu filmde masum bir kızı oynuyor Bahar Öztan, o dönemin iyi seslerinden Merih Akçan‘ı aldım. Oyuncuların sürekli sesleri vardı, erkek oyuncu ise Yaşar Alptekin‘di, Artun abi, bu çocuğu sürekli Erhan Yazıcıoğlu konuşuyor dedi. O dönem Erhan abi genelde kendi yönettiği filmlerin baş rolünü konuşuyor, piyasada değişik bir denge durumu var. Abi dedim ben Güner Ümit‘i alacağım. Ben dublaj Yaşar Alptekin guner ümittanımıyorum dedi Güner Ümit‘i ama sana güveniyorum, sen olur diyorsan sorun yok dedi Artun abi, (toprağı bol olsun). Güner abi ve Merih Akçan geldi konuştu, ilk zaten onların ikili sahnelerinden girdim, Artun abi, karşılıklı ses uyumu konusunda mest oldu. Diyeceğim odur, şimdilerde Amerikan filmlerinde bile şu şunun sesi diye bir saplantı var, en iyi ses, o filme göre en yakışandır. Sean Connery‘i filmine göre Agah Hün, Zafer Ergin, Pekcan Koşar gibi farklı seslere konuşturmuş biri olarak, dublaj yönetmeni diye bir meslek var yıllardır diyorum. İşini doğru yapanlar denk geldi bana hep çalışırken, iyileriyle çalıştım, Abdurahman Palay, Ersin Sanver, Osman Görgen, Ayşegül Devrim, Sadettin Erbil ve tabi ki Devrim Parscan. Bende onlardan gördüklerim ve öğrendiklerimle karınca kararınca bir şeyler yapmaya çalıştım. Kalanlara uzun ömür, ölenlere rahmet dilerim.

——-oOo——-

almanya video minareci

80‘li yıllarda Almanya video piyasası ile canlanan Yeşilçam, Türkiye’de de videonun yaygınlaşması ile bayağı bir ivme kazanmıştı, Almancı birkaç film ağası vardı, adamlar Gazeteci Erol Dernek sokağın ucunda gözüktüğünde etrafına yoğun bir kalabalık toplanırdı. Bir iki film yapıp, piyasada var olma peşindeydi sinemacılar. Büyük firmalar paket olarak işi alıp, taşeron yapımcılara işi ihale ederdi genelde. Bana şunu ayarla çek, şimdi ben yapımcı gözükürsem anasının nikahını ister vs. gibi mantıklar yürütülürdü. Genelde bu taşeronlar eski prodüksiyon amirlerinden oluşurdu. Patron 10 liraya anlaşma imzalamışsa, 6 lirasını buna verir, oda 3 liraya çıkarıp üstünden kar etmeye çalışırdı. Ve genellikle filmler, zayıf prodüksiyonla kötü çıkardı. Ekibin parasını düzgün dağıtmazlardı, ya eksik yada hiç para vermeden işi bitirmeye çalışırlardı . İşlerini bol vaat, tatlı dille hallettirme konusunda oldukça becerikliydiler. Bende o dönem kurguda alternatifi az olan biri olduğum için, bu vatandaşlardan nasibimi fazlasıyla aldım. İş yapıp birde paramızın peşinde koşuyorduk. Sen bitir, Almanya kopyası teslim eder etmez, paranı neredeysen oraya getireceğim, söz. Laflarını sıkça duyduk. Tabi film bizden çıkınca geçmiş olsun. Çantacı yapımcıyı bir kaç ay görme şansımız kalmıyordu. Öyle cep telefonu falanda yok. Bu vatandaşlara işi ihale edenlere gittiğimizde de, “aa Bülent çiğim ben ona parayı verdim, o ekibine dağıtmış dağıtmamış beni ilgilendirmez“, bakardım dövüş danışıklı uzatmazdım, canınız sağ olsun der yürürdüm. Ve bu özensiz ticaret mantığı Yeşilçam‘ın sonunu hazırladı. Piyasa ellerinden uçtu gitti.

Bülent Pelit Yeşilçam ve sinema ile dizi sektöründeki anılarını paylaşmaya devam edecek…

Bülent Pelit 5

Bülent Pelit

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir