Yeşilçam’ın efsanevî ‘süper adam’ı, Kurtlar Vadisi’ndeki diğer süper adamlarla buluştu!

Türkiye’deki özel televizyonlar çağında, film ve dizi yapımı işini üstlenen prodüksiyon şirketlerinin ezici bir çoğunluğu sinemamızı bugünlere taşıyan emektar Yeşilçam oyuncularını “oyuncu”dan saymaz ve yeni projelerine dahil etmez iken, Kurtlar Vadisi‘nin yapımcısı Pana Film, son sinema projesi Kurtlar Vadisi-Darbe’de yine takdire değer bir “karma-casting” çalışmasına imza attı.

Şirket, Kurtlar Vadisi hikâyesinin 14 yıldır süren televizyon dizisi ve üç ayrı sinema filminde yapageldiği gibi, yeni sinema filmi projesinde de hem sinema-TV sektörünün genç yüzlerini, hem de Yeşilçam döneminin kıdemli aktör ve aktristlerini bir araya getiren zengin bir oyuncu kadrosu oluşturarak, yeni filminin çekimlerine 2 Nisan 2017 Pazar günü Antalya’da başladı.

Yeşilçam’ın altın yıllarında yıldızları hayli parlak olup, (özellikle, 1996’daki “Eşkıya” filmi sonrası olarak tanımlanan) “Yeni Türk Sineması” çağında ise revaçtan düş(ürül)en pek çok kıdemli aktör ve aktrist, ülkenin sanat tarihinde en çok sinema filmi ve televizyon dizisi üretilen bir dönemde kapılarının bir kez bile çalınmamasından -haklı olarak- yakınıyor. Başka hiçbir çare olmasa bile, en azından film ve dizilerde “special appearance” (konuk oyuncu) pozisyonunda görevler verilip gönülleri alınabilecek düzinelerce yıldız ve yardımcı oyuncu, 1990’ların ortalarından beri âdetâ bu alanda hüküm süren gizli bir karar verici eliyle topluca ipleri çekilmişçesine “yok” hükmünde sayılmakta…

Mikrofonu yapım şirketleri ve genç kuşak yapımcı-yönetmenlere çevirip, “Bunu neden yapıyorsunuz? Hangi ülkenin sineması bu kadar vefasızlığı kaldırır?” dediğimizde ise karşımıza sürekli üç-beş tane şablon cevap çıkıyor. Bunlardan en popüleri de Yeşilçam dönemi oyuncularının sesli çekimde çalışmaya alışık olmamaları, onların sufleye dayalı oyunculuğunun yeni sinema-TV dilini bozduğu yönünde…

Halbuki, bu rahatlıkla çürütülebilecek bir iddia…

Çünkü, sesli çekimin sinema ve televizyonda büyük bir mevzî kazanmış olmasına rağmen, hâlâ pek çok yapım şirketi, sette işler çeşitli nedenlerle yolunda gitmediğinde hiç gocunmadan eski günlere geri dönüp stüdyoda “re-recording” yaptırma yoluna gidebiliyorlar. Kaldı ki sonradan yapılan dublajın beyazperdede sırıttığı, her çevresel koşulda aynı sentetik atmosferi kurduğu şeklindeki (bir zamanlar haklı olan) iddia artık kesinlikle geçerli değil… Çünkü, seslendirme stüdyolarında kalite o denli yükseldi ki, ovadaki adama ovada, hamamdaki adama da hamamda konuşuyormuş hissi verdiren teknik altyapılar sayesinde en teatral dublajlar bile sahneye ve dudaklara cuk oturtuluyor. Ki öte yandan, gösterilen bütün özene karşılık, özellikle kent merkezlerinde, doğal ortamlarda yapılan çekimlerdeki canlı ses kaydının en az yüzde 30’unun sonradan “çöplük” çıktığını, oyuncuların stüdyoya gidip bu tür defolu bölümleri yeniden seslendirdiğini de gayet iyi biliyoruz.

O halde, Yeni Türk Sineması’nın eski oyunculara yönelik bu gıcığının altında yatan gerekçe tam olarak nedir? Yaşlı oyuncuların abartılı kaprisi mi? Tiyatro eğitimi almadan, “alaylı” bir geleneğin izini sürerek oynamaları mı? Fiziksel yetersizlikleri mi?

Eh, birazcık sinemanın doğasına yakın olanlar, bu işlerden şöyle böyle anlayanlar, iyi bir aktörlük ya da aktristlikte bütün bu elementlerin yerinin de belli bir yere kadar olduğunu, tıp fakültesi mezunu Cüneyt Arkın’ın yüzünün perdede verdiği o benzersiz hissiyatı bugün Londra’da tiyatro eğitimi görmüş en değme “okullu”nun bile ikâme edemeyeceğini hiç kuşkusuz ki takdir edeceklerdir.

Kaldı ki biz kendi kişisel set deneyimlerimiz boyunca, eski Yeşilçam yıldızları kadar çalışma saatlerine saygılı, sette geçirdiği sürede başkalarıyla ilişkilerinde ölçülü, işleri kolaylaştırma noktasında fedakâr ve yardımlaşmacı bir tavır içinde olan pek az “yeniçağ oyuncusu”yla karşılaştık. Eskilerin işleri tavsattığı ya da sette krize yol açtığına ilişkin her türlü iddia da “Hani, kim, nerede, kaç kez oldu böyle şeyler?” gibi sorularla rahatlıkla çürütülebilir.

Ancak, gerekçeler görünürde her ne olursa olsun, çağdaş Türk sineması ve televizyonculuğunda keskin bir “çeteleşme / kankalaşma” eğilimi olduğu ve bu çetelerin de aralarına kendilerinden olmayan adamları, kadınları kesinlikle istemedikleri âşikâr.. O yüzdendir ki, fizyonomilerinin en güzel zamanlarındaki pek çok kıdemli yıldız yıllardır evlerinde kös kös oturuyor, sinemamız ve televizyonculuğumuz Ediz Hun ya da Hülya Koçyiğit gibi muhteşem yüzleri kullanma gereği duymuyor.

Piyasanın genelinde durum böyleyken, adını ilk kez 2000’lerin ortalarında Kurtlar Vadisi ile duyduğumuz Pana Film adlı yapım şirketi, on yılı aşkın bir süredir tamamen farklı bir casting anlayışının izini sürmekte, yapıp ettiği işlerle de sektörün eskilerinden bolca hayır duası almakta…

Kurtlar Vadisi, aralarında benim de yer aldığım pek çok sinema-TV yazarı tarafından yıllar içinde yerden yere vurularak eleştirilmesine karşılık, hiç kuşkusuz ki yalnız Türkiye’nin değil, dünya televizyonculuk tarihin de en çarpıcı fenomenlerinden birine dönüşmüş durumda…

İlk yıllarda, özellikle dakikalarca süren ağdalı diyalog ve tiradları, bir ara iyice zıvanadan çıkan şiddet gösterileri nedeniyle ağzıma geleni bırakmadığım bu diziyi, 2008’de bir gece Bakü’deki beş yıldızlı bir otelin mutfak bölümünde Azerî bir aşçı kadını, uzaktan, duvarda asılı bir LCD televizyondan ağzı sonuna kadar açık bir vaziyette Polat Alemdar’ın serüvenlerini izlerken görüp, bölüm bittiğinde de ağlamaklı olduğunu fark edince, “Tamam” dedim, “Ben ekrandaki bu gösteriyi çeşitli gerekçelerle beğenmiyor olabilirim, ancak beni beğenmemem söz konusu dizinin olağanüstü sosyal-psikolojik etkilerini bilimsel bir bakışla çözümlemeye çalışmama engel değil…

Kurtlar VadisiBir sonraki darbeyi ise 2012’de beni New York’un JFK havalimanından alıp kente götüren Arnavut asıllı bir şoförden yiyecektim. Direksiyondaki orta yaşlı adam Türk olduğumu öğrenince gevrek gevrek sırıtmış ve Kurtlar Vadisi‘nin cep telefonunda kayıtlı olan şu meşhur “cendere” melodisini açıp bana uzun uzun dinletmişti. Üstelik, hiç üşenmemiş, o müziğe de Polat Alemdar’ın fotoğraflarından oluşan bir klip yaptırmıştı!

Artık şunu çok iyi biliyoruz ki, 14 yayın yılını geride bırakan bu kült dizinin yeryüzünde ta ABD’den Japonya’ya kadar çok geniş bir havzada, irili ufaklı her ülkede çılgın hayranları var. Bu da her yıl en az 50 yeni dizi projesinin tutmayıp çöpe gittiği bir ülke için az buz bir başarı değildir.

O yüzden, Pana Film şirketine, bu şirketin kurumsal çalışma felsefesi ve ortaya koyduğu işlere özellikle son 5-6 yıldır biraz daha serinkanlı bakmayı yeğliyorum. Ki kendi adıma en çok beğendiğim yönlerinden biri de Yeşilçam’ın kıdemli isimlerine verdikleri yüksek değer…

Dahası, yalnızca ekran önünde değil, onları sette ağırlarken ortaya koydukları prodüksiyon standartları da ayrıca övgüye lâyık…

Nitekim, ben Kurtlar Vadisi külliyatında ince ayrıntılara girebilecek kadar derinleşmiş biri değilim, ancak yıllar boyunca ekranda gözüme parça parça çarpan imajlardan dolayı biliyorum ki bu dizinin tarihçesi İstemi Betil’den Ümit Acar’a, Cahit Şaher’den Kuzey Vargın’a, Ayla Algan’dan Selçuk Özer’e uzanan çok geniş bir yelpaze içinde, şimdiki Cihangir tayfasının asla çalışmayı düşünmeyeceği büyük yeteneklere sunulmuş harika fırsatlar ve o yeteneklerin de bu fırsatların karşılığını fazlasıyla verdiği muhteşem oyunculuk gösterileriyle dolu… Öyle ki dizinin yapımcıları çok akıllıca bir taktikle, konsepti gereği her zaman kalabalık bir castinge sahne olan dizinin görece daha genç ve tecrübesiz durumdaki kafa ekibinin karşısına dramanın kitabını yazmış bu kıdemli sanatçıları koyarak, uzun yıllar boyunca oyunculuk gösterilerindeki kimi düşmeleri bile ustalıkla dengelemiş oldu.

Bilindiği üzere, büyük sosyal olaylara duyarlılığıyla bilinen Pana Film yazım ve yapım ekibi, 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişiminden kısa bir süre sonra yaptığı açıklamayla, “Şirketin, Türk tarihine kara bir leke olarak geçen bu kâbus dolu gecenin hikâyesini de beyazperdeye uyarlayacağı” duyurulmuştu.

Yaklaşık 9 ay süren bir bekleyişten sonra pre-production aşaması tamamlandı ve ekip 2 Nisan 2017 itibarıyla Antalya’daki ilk setinde çekimlere başladı. Oradaki teknisyen ve oyuncu dostlarımızdan, Kurtlar Vadisi‘nin gerek dizi, gerekse sinema filmi versiyonlarındaki değişmez manzaranın bir kez daha yaşandığını, setin yine yüksek kalite standartlarına sahne olduğunu sevinç içinde haber aldık. Düzgün oyuncu ağırlaması, düzgün konaklama, düzgün yemekler, başrol oyuncusundan prodüksiyon asistanına kadar sigortalı bir ekip, bolca bağırtı çağırtı yerine Hollywoodvari bir düzen içinde çalışma anlayışı…

Bu ülkenin sinema ve televizyonculuğuna velev ki hiçbir şey kazandırmamış olsa bile, sırf geçmişin o köhne standartlarını bu derece yükseltmeyi başardığı için dahi Şaşmaz Ailesi her türlü övgüye lâyık bana göre… Çünkü, ben 1990’ların başlarında Erler Film ve URT’de de çıraklık yapmış bir adamım, oraların çalışma standartlarını da iyi kötü bilirim. Türker Bey’e “Bizim sigortalarımız ne oldu?” ya da “18 saatlik delicesine bir çalışma için Şütte’den gelen bu balık-ekmek sandviç ve kutu kola bizim karnımızı doyurmuyor” diyeceksin ha!

Kurtlar Vadisi-Darbe adını taşıyan bu yeni sinema filminde beni özel olarak sevindiren ve içimi umutla dolduran özel bir gelişme de Türk serüven-fantazi sinemasının gelmiş geçmiş en büyük aktörlerinden biri olan sevgili Levent Çakır’ın önemli bir karakteri canlandırmak üzere filmin kadrosuna dahil edilmesi oldu.

Türk sinemaseverlerin ezici bir çoğunluğu, Çakır’ı 1970’te ardı ardına rol aldığı, dünya sinema tarihinde hâlâ eşi ve benzeri bulunmayan iki Zagor uyarlaması, “Zagor: Kara Korsan’ın Hazineleri” ve “Zagor: Kara Belâ”dan tanıyor. İtalyanlar’ın popüler çizgi romanının o gün bugündür tek (lisanssız) beyazperde uyarlaması olan bu iki siyah-beyaz film, sanatçının kariyerinde önemli bir dönüm noktasını teşkil etmekle birlikte, onun aksiyon ya da fantazi sineması üzerine yapıp ettikleri de elbette bunlardan ibaret değil. Kendisi, her şeyden önce, dünya sinema tarihinde tek bir kariyer boyunca dört farklı kostümlü çizgi roman kahramanını canlandırmış biricik aktör olmak gibi müthiş bir unvana sahip… Bu kahramanlar da “Zagor”, “Superman”, “Batman” (Yarasa Adam) ve “Phantom” (Kızılmaske).

Onun dışında, Cüneyt Arkın ile oynadığı “Hakanlar Çarpışıyor” ve döneminin en iyilerinden “Aybiçe Kurt Kız” da dahil olmak üzere iki düzineyi aşkın heroic fantasy / historic epic tarzı büyük gösterisi var. Bu arada, polis, mafya üyesi ya da kovboy olduğu farklı türlerdeki daha düzinelerce filmi ise saymıyorum bile…

Öte yandan, sıkı aksiyon adamı Levent ağabeyimizin hafiften duygusal dramalara takıldığı bir de 1980’ler dönemi var ki o dönemdeki en ünlü çalışmalarından biri de İbrahim Tatlıses ile başrolde oynayıp, O’nun “kumar illetine bulaşan hayırsız kardeşi” rolüyle hafızalara kazındığı dillere destan “Çile” filmi…

Pana Film, işte böylesine kıdemli ve çalışkan bir aktörü, kariyerinde 100’ü aşkın aksiyon-serüven-tarihsel fantazi ve duygusal drama başrolü, bunun üç katı da dizi bölümü bulunmasına karşın son üç yıldır evinde bir tek “konuk oyunculuk” teklifi bile almaksızın öylece oturan büyük bir sanatçıyı hatırladı ve memleketi Edirne’den aldırıp Antalya’ya getirtti, en üst çalışma standartları eşliğinde de Kurtlar Vadisi-Darbe‘nin kadrosuna kattı.

Çekimleri henüz başlayan bir filmin setinden ve hikâyesinden yana fazla ayrıntı vermek, pek de etik bir davranış olmaz. O yüzden, çenemi şimdilik büyük ölçüde kapıyorum. Ancak, şunu söylemekle yetineyim ki Çakır’ın filmde süre olarak kısa gibi görünmekle birlikte kolay kolay unutulmayacak, destansı bir rolü var. Tam da yaşına başına, bilge kişi fizyonomisine denk düşecek şekilde, Amerikan uşağı darbeci güçlere onurla direnen ve köyünü de bu yolda örgütlemeye çabalayan yaşlı bir din adamını oynuyor.

Bu arada, setten de yine takdire değer küçük bir sızıntı vereyim, yazı tamam olsun. Çekimlerin ilk günü, Çakır diğer birkaç emektar oyuncuyla bir köşede oturmuş sırasının gelmesini beklerken, dizinin baş karakteri Polat Alemdar’ı canlandıran aktör Necati Şaşmaz ve filmdeki operasyon ekibi köyün kahvesinde Çakır’ı ziyaret ediyorlar. Şaşmaz, bu ziyarette soruyor, “Siz Levent Çakır ağabeysiniz değil mi?” Çakır, artık dünyaca tanınan bu yıldızın karşısında biraz da mahçup bir edayla “Evet Necati bey, o benim” diyor. Bunun üzerine ünlü oyuncu, “Ağabey, aramıza hoş geldiniz. Siz, sinemamızın yaşayan bir efsanesisiniz, Zagor’usunuz. Hepimiz sizi çok iyi tanıyoruz. Bu filmin ekibinde olmanızı da özellikle ben istedim. Eminim ki bu role çok yakışacaksınız” diyor ve 67 yaşındaki sanatçıyı setteki onca insanın arasında güzelce onurlandırıyor.

Bizler de sinema yazarları, sinema tarihçileri, sinema vakayınüvisleri olarak, vefanın gitgide soluklaşan bir hayâle dönüştüğü bu topraklarda ara ara böyle vefa gösterileri duyunca seviniyoruz doğal olarak…

Yazan: Ali Murat Güven

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir