Kedi (2017)

Kedi

Yerli sinemanın hayvanlarla imtihanı üzerine çok kafa yorulmamış bir alan. Yılmaz Güney’in Yol filminde rol alan atın akıbeti dışında hayvanların sinemamızla ilişkisi açısından akılda kalan çok sahne yok. Hafızamızı biraz zorladığımızda Şevket Altuğ’un başrolünü üstlendiği, bir çingene ayı oynatıcısı ile ayısı Zarife’nin büyük şehirde hayatta kalma sürecini anlatan 1991 tarihli İmdat ile Zarife filmine denk geliyoruz, ancak bu filmin de erişilebilirliğinin kısıtlılığı sinemamızdaki etkisini daraltıyor. Hollywood’un bir dönem Lassie’ler ve Flipper’lar ile başlattığı, kuşaklar sonra ise yeniden bir dolu köpek kahramanlı macera ile devam ettiği çeşitli aile filmleri, pek çok tutmuş formülü tekrarlamaktan çekinmeyen Yeşilçam için belli ki fazla meşakatli gelmiş. Elimizde buna yaklaşan tek iş 1999’da başlayıp birkaç sezon devam edebilen Çarli dizisi, onu da kalitesinden ziyade tarihsel öneminden ötürü anıyoruz.

Uzun lafın kısası yerli yapımlarda odağına hayvan alan işlerde zayıfız. Hal böyle olunca 2016 yapımı bir belgesel projesi olan Kedi gözden kaçmaması gereken bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Ceyda Torun’un yönetmenliğini; sinematografisini ve yapımcılığını ise Charlie Wuppermann’ın üstlendiği film ilk olarak !f İstanbul Festivali ile hayatlara girdi. Filmin adından geniş çapta sözedilmesi ise 2017 başında Amerika’da gerçekleşen vizyon gösterimi ile başladı. Dar bütçesi ve türü itibariyle kısıtlı bir seyirciye seslendiği gerçeği hesaba katıldığında Kedi’nin Amerika’da kazandığı 2,68 milyon dolarlık hasılat kuşkusuz önemli bir başarı. Kedi’nin bu başarıyı arkasına alarak mevzu ettiği topraklara, İstanbul’a gelişi sayesinde ilgili izleyiciler de filmi tecrübe etme şansı edindiler.

Kedi 3

Birkaç cümlede Kedi’nin ne yapmak istediğini ve ne sonunda bu amacına ulaşıp ulaşamadığını tartışalım. Kedi’ye göre tarihi metropolün her döneminde varlığını hissettirmiş, adeta onun başat simgelerinden birine dönmüş kediler bize hem şehri, hem de onun içinde yaşam savaşı veren insanları yansıtan aynalar. Her İstanbullu’nun içinde kedi geçen bir hikayesi vardır, doğru kedinin kuyruğuna takılırsanız muhakkak bir hikaye anlatıcısı ile yolunuz kesişecektir. Belgesel bu fikir ile yedi kedi seçiyor ve onlar üzerinden şehirde kedinin yerini, rolünü ve insanların hayatlarında bu hayvanların bıraktıkları izleri tecrübe ediyoruz.

Kedi bu naif amacıyla değerlendirildiğinde tatminkar bir işe imza atıyor. Büyük oranda Cihangir ve çevresindeki küçük yerleşkelerde kediler ile kurulan ilişkilere, hayatında belli kritik dönemleri kedilerle atlatmış insanlara ve yerli popüler kültürün en ünlü kedisi Kötü Kedi Şerafettin’e hayat veren Bülent Üstün ile hoş bir sohbete denk geliyoruz. Seksen dakikamızın tamamı bütünlüklü ve sakin bir anlatımla tamamlanıyor. Kedi, şehir içinde geçen doğa öğeli bir belgeselden istenebilecek, akıllara gelen tüm ilk beklentileri karşılıyor. Ne var ki sıkıntı bu noktada kendini göstermekte; zira belgesel bu ilk beklentilerin ötesine geçmesi gerektiğinde görece zayıf bir performansa sahip. Belgeselin merceğe alması gereken pek çok konu başlığı, mesela kentsel dönüşüm ve bu dönüşümün filmin geçtiği mekanlara yansıması, filmde derinlikli bir şekilde tartışılmıyor. Kadraj birkaç sahne haricinde hep küçük şirin ve otantik mahallelerde geziniyor, mahallelilerin devrin değiştiği ve artık bu güzelliğin kalıcı olmadığını ima eden bazı cümleleri harici yaklaşan tehlike çok da kameraya yansımıyor. Böyle bir yansıtma yapılmak zorunda mı? Pek tabii ki hayır, ancak filmin üzerinden bir kentleşme eleştirisi bekleyenler olacaksa Kedi bu talebi karşılamayı hedefleyen bir yapım değil.

Sinema sitesi Tersninja’da Tanju Baran’ın Kedi eleştirisi an itibariyle internette okunabilen sayılı inceleme metinlerinden. Filmin potansiyelini tam olarak kullanmayışı Baran’ın da filme karşı olumsuz bir tavır almasına sebep olmuş. İncelemede geçen pek çok noktaya hak versem de ben filme daha olumlu bir gözle bakmayı tercih ediyorum. Kedi, eğer ulusal ve uluslar arası düzeyde aradığı başarıyı edinirse Türkiye’de vizyona yönelik belgeselciliğe bir katkı sağlayabilir, benzeri yönetmenlerin/yapımcıların önünü açabilir. Microcosmos’un bundan yirmi bir yıl önce dünya sinemasında yarattığı etkinin küçük ama manalı bir benzerinin yerli sinemada gerçekleşebilmesi hiç de imkansız değil. Kedi böyle bir etkiyi beslediği ölçüde değerli, kişisel bir evcil hayvan güzellemesinin ötesinde bir eser olacaktır.

Benzer eserlerin ilerleyen yıllarda vizyon yüzü görmesi, ancak anlatılarının Kedi’nin ötesine geçmesi dileğiyle…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir