Sofra Sırları (Ümit Ünal, 2017)

Türk Sineması, öteden beri bazı türlerden ve alt-türlerden uzak durma eğilimindedir. Bazıları tarihsel gerçeklerimize ve kültürel kodlarımıza uymaz, bazılarına da ekonomik gücümüz ve vizyonumuz pek yetmez. Ama yakın zamanda bu çekincelerin azalmaya başladığını gözlemledik ve gerek kısa filmde gerekse uzun metrajda yerli bilimkurguların, korku ve gerilim filmlerinin artışına şahit olduk. Örneklerinin süratle artmasını arzu ettiğim bir (alt) tür de kara komediler. Taylan Biraderler’in bol ödüllü “Vavien”i (2009) ile çıkışa geçeceğini ümit ettiğimiz (ama yanıldığımız) bu türe –Onur Ünlü hariç- yeterince eğilen yok. İşte tam bu noktada, ülkemizin en iyi senaristlerinden biri olarak gördüğüm Ümit Ünal’ın ilk kez 24. Uluslararası Adana Film Festivali‘ndeki galasında seyretme fırsatı yakaladığımız “Sofra Sırları” adlı filmi imdada yetişti. Önce birkaç festival gezecek olan Sofra Sırları vizyonda aradığını bulursa, bakarsınız bu alt-türün de önü açılır. İnşallah diyelim.

Ümit Ünal’ın hem senaryosunu hem de yönetmenliğini üstlendiği “Sofra Sırları”, ataerkil bir anlayışın hakim olduğu ülkemizde muhtemelen yüzbinlerce benzeri bulunan bir ev hanımını merkeze alıyor, belki zamanında “böyle” olmayan ama zamanla “bu hâle” getirilen, “tektipleştirildiği” için de bir ölçüde hepimize tanıdık gelen bir kadınını. Neslihan (Demet Evgar); sessiz, sakin, sadece iki-üç yakın arkadaşı olan, fena hâlde içine kapanık, köklerinden bir şekilde koparılmış ve yeniden bağ kurması engellenmiş, zamanla her türlü duygusunu bastırmak mecburiyetinde kalmış (belli ki ezilmiş) ve gönüllü kulluğu seçmiş, aza kanaat etmeyi bilen, varı yoğu ailesi/kocası ve evi olan ve bir tür kaçış yolu olarak kendini yemeğe/mutfağa ve hayallere vermiş klasik ev bir kadını.

Anlatıyı zaman zaman bölen ve ses kuşağı nedeniyle kayıtsız kalamadığımız hatta bir nebze rahatsız olduğumuz görüntülere bakılırsa, Neslihan’ın en büyük hayali genç, güzel ve popüler bir yemek programı sunucusu olmak. Neslihan, en güçlü olduğu (ve çevresine tartışmasız üstün geldiği yegâne) yönünü düşlerinde yaşatmaya devam ediyor çünkü gördüğümüz kadarıyla onu hayata bağlayan tek şey bu. Neslihan’ın hayatı ne kadar tekdüze ve renksizse, kurduğu düşler de o denli renkli ve canlı. Burada hakkını teslim etmek lazım, senaryonun büyük yükünü sırtlayan Demet Evgar bu zor rolün altından başarıyla kalkmasını bilmiş.

Sofra Sırları”nda önce (komiser hariç) filmdeki bütün kilit kişileri (Ethem, Meral, Ahmet, Mehmet vb.) az çok tanıtıyor bize Ünal. Kim kimdir, neyle uğraşır, eşi kimdir, hassasiyetleri nedir, zaafları nedir, diğer karakterlerle bağlantısı ve yakınlık düzeyi nedir, nasıl biridir öğreniyoruz. Mahalleyi, coğrafyayı ve filmin geçeceği mekânları da görüyoruz. Şahsi kanaatimce, açılış sahnesi hariç ilk ölüme (cinayet mi desek?) kadar hikâyeye hizmet etmeyen sahne yok. Kısık ateşte bir süre pişiriyor yemeğini Ünal. Yavaş yavaş, azar azar. Ama film, başlamasından ve ana karakterleri bize tanıtmasından kısa bir süre sonra aniden karanlık diyarlara geçiş yapıyor ve birdenbire çeşitli “suçlarla ve kabahatlerle” örülü bir tür seri cinayet sinemasına dönüşüyor hatta bu keskin geçiş (Fatih Al’ın başarıyla can verdiği Ethem karakterinin ani ve beklenmedik ölümüyle) o denli seri bir şekilde vuku buluyor ki, ilk başta her şeyi Neslihan’ın zihinsel dünyasının kabusumsu bir yansıması zannediyoruz. Bu durum, zihinsel bozukluğun kökleri itibariyle, Roman Polanski’nin psikolojik draması “Tiksinti”den (Repulsion, 1965) ziyade, Robert Altman’ın -seyircisini kendi hâlinde şizofrenik bir ev hanımının kabuslarına ortak ettiği- “Hayal ve Görüntü”sünü (Images, 1972) andırmaya başlıyor ki bence “Sofra Sırları”nın üstünde en çok etkisi olan film de o.

Susanna York - Imeges 1972
Susanna York – Imeges 1972
Sofra Sırları
Demet Evgar – Sofra Sırları 2017

Altman, “Hayal ve Görüntü”de ev hanımı Cathryn’in (Susannah York) içsel dünyasını birbirinden farklı (kimi zaman dehşet verici) imgelerle dışa vurur. Cesetler ardı ardına yığılmaya başladıkça, Neslihan’ın durumu, düş ve gerçek arasındaki ayrımı yitiren Cathryn’inkiyle örtüşmeye başlar. Ama tam bu noktada Ümit Ünal hikâyesine bir kavis daha çizdiriyor ve filmi psikolojik drama ve korku türünden çekip çıkarıp absürt bir kara mizahın kollarına atıyor. Böylece ilk yarım saatte gördüğümüz kimi abartılı oyunculuklar, çeşitli tuhaflıklar ve “olmaz bu kadar” denilen şeyler de yerli yerine oturuyor. Filmin Coen’vari bir işe dönüştüğü kesinleştikten sonra üstünden tedirginliğini atan seyirci de kendini koyverip gidiyor zaten. Özellikle filmin son bir saatinde salonda kahkahalar eksik olmadı. Yer yer “Vavien”i andıran Sofra Sırları benim de uzun zamandır en çok keyif aldığım yerli filmlerden biri oldu. Özellikle bazı repliklerinin zaman içinde kültleşeceğine eminim (kişisel favorim, Ahmet-Mehmet ikilisinin replikleri oldu).

Peki hiç mi olumsuz eleştirilerimiz yok filmle ilgili? Var. Bunlardan ilki senaryodaki küçük bir zaafla ilgili. Biz Sofra Sırları boyunca küçük bir kasabada yaşam mücadelesi veren 4 kadın karakter görüyoruz. Üçü evli, biri bekar. Bu kadınların dördü de yaşça büyük. En iyi ihtimalle 35-40 yaşındalar. Neslihan’ın eşi Ethem’le olan ilişkisine bakıldığında istisnai bir durumu olduğu aşikar, hadi Meral Hanım da çok genç diyelim ama yine de Neslihan’ın iki arkadaşının da çocuğunun olmaması ülkemizin sosyo-kültürel yapısı söz konusu olduğunda, bir Anadolu kasabasında o sosyal tabakada yer alan evli bir kadın açısından pek mümkün görünmüyor. Küçük de olsa, bana göre senaryoyu inandırıcılık açısından zayıflatan bir şey bu.

İkinci eleştirim de gereksiz olduğunu düşündüğüm, boşu boşuna süreyi uzatan açılış ve kapanış sahnesiyle ilgili. Zaten filmin ortalarında bir yerde ana karakteri Neslihan’ın ağzından İstanbul Firuzağa bağlantısını detaylarıyla öğrendiğimiz için açılışta Firuzağa’daki terk edilmiş bir evdeki sepya fotoğrafları görmemize de, kapanışta Avrupa Yakası’na geçmekte olan vapuru görmemize de bence gerek yok. Neslihan’ın nereden geldiğini ve en sonunda bavulunu toplayıp nereye gideceğini/gidebileceğini zaten çoktan öğrenmiş bulunuyoruz. Film, Neslihan evden çıkmak üzere bavuluna doğru uzanırken bitse de olur (hatta komisere, zanlıya getirdiği yiyeceğin içinde mantar olduğunu söylediğinde de). Bizim festivalde izlediğimiz versiyon 104 dakikaydı, bence Ümit Ünal vizyonda o iki sahneyi keserse hikâyesi zerre kadar zarar görmez.

Sonuç olarak; Sofra Sırları tıpkı iyi bir Coen filminde olduğu gibi, eğer kara mizahı sizi avucunun içine almayı başarırsa soluksuz izleyeceğiniz, iyi oyunculuklarla ve sürpriz gelişmelerle dolu, iyi yazılmış, iyi kotarılmış, düzgün bir film. Ben sevdim. Umarım, siz de seversiniz.

Yazan: Ertan Tunç 2017 – Sofra Sırları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir