Aşkın en saf, en temiz, en naif hali – Kader Böyle İstedi (1968)

Aşkın en saf, en temiz, en naif hali…

Bugünden bakınca çok uzak, puslu bir pencereden bakılıyor hissi veren masalsı zamanlar…
1960’lı yıllar… Şehirleşme yeni yeni hızlanıyor.

Kırık bir aşk hikayesi
Sınıf çatışması, ekonomik zorluklar, ataerkil zihniyet, yağmur, bir araba ve bunların ortasında saf, temiz bir aşk. İstanbul’un taşı toprağı o zamanlar da altın, ama nüfusu henüz 3 Milyon. İzmir’den İstanbul‘a kaçar gibi gelmiş Nilüfer. Edebiyat Fakültesi 1. sınıf öğrencisi. Daha koca şehre ayağını basar basmaz Ahmet Aydın (İzzet Günay) ile yolları kesişiyor. Ahmet Nilüfer’in İstanbul’a ilk gelişi olduğunu mesleki tecrübesiyle hemen anlıyor. Ahmet ise bir dolmuş şoförü. Taksi Dolmuş şeklinde çalışıyor daha çok. Ahmet genç kızı evine kadar bırakıyor. İlerleyen günlerde tekrar karşılaşıyorlar. İstanbul o zaman şimdiki kadar kalabalık değil ama yine de hep karşılaşmaları aşk tesadüfleri sever kuramından olsa gerek. Burada Ahmet ile ilgili bir parantez açmamız gerekiyor. Ahmet, Sarıgüzel‘de annesiyle yaşıyor. Başka kardeş mardeş bilgisi yok. Babası önceden ölmüş. Saf, temiz bir Anadolu delikanlısı.

Ömer Lütfi Akad’ın elinden çıkan aynı yılın yapımı Vesikalı Yarim’deki Halil gibi sert tavrı, egosu da yok. Sadece ikisi de doğma büyüme İstanbullu. Kader Böyle İstedi filminde taraflar bekar olduğu için yasak bir aşk da söz konusu değil. Bu durum da ruhumuzu okşuyor tabi. Annesi Hanife Hanım. Ana oğul kendi yağlarıyla kavrulup gidiyorlar. Tek sıkıntı Ahmet’in arabasının taksiti. O da bitti mi rahat edecekler. Maddi zorluklardan mı bilinmez Hanife Hanım oğluyla konuşurken çorapları onarıyor. Bunun fakirlikle ilgisi var mı, yoksa o yıllarda tüketim kültürü bu kadar yaygınlaşmamış mıydı?

Nilüfer varsıl, bir o kadar da gelenekçi ailenin kızı. Annesi o çok küçükken ölmüş. Babası büyütmüş onu. Halasının Aliye Rona olduğunu görünce annede bulamadığı şefkati onda da bulamayacağını anlıyoruz.

Nilüfer kendi halinde, sessiz sakin iyi bir kız. O kadar merhametli ki; Şoför Ahmet’e ıslanmasın diye paltosunu veriyor. Geri gelen palto üzerine hala ile konuşurken Nilüfer’in hümanist yönüne de şahitlik ediyoruz. Halanın derdi tabi Ahmet’i iğnelemek. Buna karşın Nilüfer; “Dünyaya neden sizin gözlerinizle bakayım? Biz de herkes gibi değil miyiz farkımız ne?” diyor. Geri gelen palto ile ilgili en önemli detay da Ahmet’in Nilüfer’e yazdığı mektup. Nilüfer bu mektubu buruşturup atsa da kayıtsız kalamıyor. Araba da Nilüfer’in; “Bu kağıda pardösümün cebinde unutmuşsunuz” deyişine karşılık “Unutmadım efendim” derken öyle bir mahcup hali, başını önüne eğişi var ki; işte bu aşkı böylesine saf ve temiz kılanın bu gibi detaylar olduğunu belirtmek istiyorum.

Devam eden günlerde fakültenin önünde karşılaşmalar, karbüratör tamiri, yağmurlu havalar, İstanbul’un gezilecek çok yeri olması üzerine sohbetleri. Bu arada Ahmet’in Nilüfer ile karşılamadığı zamanlar genç adam için adeta işkence. İstanbul’un Sirkeci, Kasımpaşa, Tophane gibi ilçelerine gitmek isteyen yolcuları aynı dolmuşa toplayan Ahmet yolcuların; “Sigarayı bırakmış galiba. Konya’ya müşteri çıksa alacak” şeklinde çıkışmaları bu hüzünlü film içerisinde bizi güldüren detaylar arasında yer alıyor. Nilüferle arabada konuşurken Ahmet’in yediği cezaya üzülmemesi, arabasını heyecanla yıkatması, başladıkları geziler, keşkek tarifi hep kısa sürecek mutluluktan küçük kesitler içeriyor.

Tabi bizim aşıklar film boyunca çok da mutlu olmuyorlar. Nilüfer cam kenarlarında, Ahmet ile Abdi ile meyhanede. Efkarın çaresi bir ufak ile palamut tavaymış Garip Abdi’ye göre. Denemesi bedava lafın gelişi diyen Abdi; Ahmet’in derdini anlatmasından sonra ki bu sahneleri görmüyoruz, “Bu derdi bir ben bilirim. Ah şuranın dili olsa da konuşsa. Bir dert ki bir ay ağzıma lokma koymadım diyim anla. Uzaktan gölgesini seçsem dizlerimin bağı çözülürdü. Garip Abdi derdini kime anlatsın” diye kendi gönül yarasını kaşıyor.

Yağmur filmde adeta bir oyuncu gibi. Rahmet diyor Nilüfer yağmur için. “Acı verse de rahmet”.

Aşkın en saf, en temiz hali demiştik Kader Böyle İstedi için. Nilüfer ile Ahmet’in aşkı belki o yıllar için dahi ütopik olan bir aşk. Aşkı teklifsiz, saf ve temiz bir biçimde bir o kadar da derinden yaşıyorlar. Ahmet daha ilk günlerden itibaren ilerisini düşünüyor. Nilüfer’e keşkek tarifi verirken; bir gün yemek yapmayı öğrenmek zorunda kalabileceğini imasında bulunmasından bunu anlıyoruz. Nilüfer Koçyiğit de Ahmet’i o kadar seviyor ki Ahmet’e “kaçtığında” müstakbel kayınvalideyle keşkek yapıyorlar. Ahmet o kadar beğeniyor ki; annesininkinden ayırt edemiyor. Zaten annesi ile Nilüfer’i de ayırmıyor. Varı yağı, nefes alışı hep ikisi. Genç adam şoförlük yaparak ikisi için yaşayacaktı. Gül gibi geçinip gideceklerdi.

Aşkın saflığı, teklifsizliği

Filmde saf, temiz bir aşk var demiştik. Bu aşk bir o kadar da teklif ve hiçbir hesap üzerine kurulu değil. Ahmet Nilüfer’e yaşayacağın hayattan korkmuyor musun diye soruyor. Nilüferse tüm şartlara uyum sağlamış çoktan. Hanife Hanım Ahmet arabanın taksitlerini ertelediğini söylediğinde Hanife Hanım’ın kızı için de masraf yapacağını belirtiyor. Nilüfer de Masum bir şekilde; “Ben bir şey istemem” diyor ki; Türk gelinlik müessesine hiç uygun olmayan bir yaklaşım. Galiba bu yüzden Hanife Hanım; Ben ele güne karşı Hanife Hanım’ın gelinini üstü başı eksik dedirtmem” diyor. Hanife Hanım ile Nilüfer daha ilk görüşte birbirlerine ısınmıştı. Aralarında geçen Anne diyebilir miyim? Kızım değil misin diyaloğundan bunu anlıyoruz.

Kader Böyle İstedi filminde açıkça belirtilmemiş ama galiba Ahmet de Nilüfer de birbirlerinin ilk aşkı. Yerinde olmayan bir tespit değil bu. Aralarında kuvvetli bir sevgi olmasına rağmen ki; bunu kararlılıklarına bakarak söyleyebiliriz. En samimi halleri sarılma. Ormanda yalnız kaldıklarında bile sımsıkı sarılıyorlar sadece. Öyle aralarında bir öpüşme vs. yok. Türk seyircisi bu sahneleri sevmediği için Ömer Lütfi Akad çekmek istememiş olabilir. Zira Vesikalı Yarim’de de Sabiha ile Halil arasında da hiçbir şekilde cinsellik kokan bir sahne yok. Nilüfer Ahmet’in evine geldikten sonra laf çıkmasın diye Ahmet arabada kalıyor. İşte bu aşkı, bu filmi bu gibi detaylar gözümüzde kutsallaştırıyor.

İkisi bir arada olunca
Kader Böyle İstedi hikayesinde bir çatışma muhakkak olacaktı. Ancak Önder Somer ile Aliye Rona’nın bir arada oynaması bu çatışmanın çok çetin olacağının ipuçlarını bize veriyor. Önder Somer, Halit Ramazanoğlu. Nilüfer’in nişanlanmak durumunda kaldığı genç diyebiliriz kısaca. Hala, baba, enişte hepsi bu evliliği istiyor. Nilüfer hariç. Ahmet’i görmese de Halit’i pek seveceğini sanmıyoruz. Çünkü Halit Nilüfer’i zorla götürürken yolda müstakbel kayınpeder ile faiz nispeti, ihale, Ankara gibi kelimelerin içinde bulunduğu diyaloglar içerisinde. Nilüfer’i umursamıyor. “Ramazanoğlu İstanbul’a kız almaya gitti, eli boş döndü’ dedirtmem kimselere ben” diye bir cümle kuruyor. Mesele gurur…

Halanın evliliğe, kadına bakışı da ataerkil. Yüzükler takılınca Nilüfer’in okula gitmesi karşısında “o artık bizden çıktı” diyor. Nilüfer Torkaoğlu nişanlısına soğuk davranınca da; “Gül, yılış demiyorum. Bize yakışmaz. Ama yarın bir gün kocan olacak. Hem babanı düşün onlarla iş yapıyor” diyor. Evliliğin sebebi demek ki güç birleşimi. Ayrıca halanın yüzükler takılınca Nilüfer’e; “Fakülteyi de unutursun” demesi de kadın eğitimine verilmeyen önem açısından bizi üzüyor. Herkes genç aşıklara karşı ama Turgut Boralı gibi müşfik bir enişte var. Nilüfer’in yanında çok yer alıyor.

Nilüfer yatağında üzgün bir şekilde otururken; “Kızım çok mu bedbahtsın” deyişi var ki; insanın ağlayası geliyor. Halaya karşı Ahmet’i de yine müşfik enişte korudu. “Bırakalım da o ite mi varsın” deyince. “Niye it olacakmış… Bizim neyimiz var fazladan. Tüccarız sözde. Ali’nin külahını Veli’ye. Yaptığımız bu… Haklı kız. Vallahi de haklı” cümlesini kuran yine müşfik enişte. Nilüfer’i zorla eve getirdiklerinde kapı da Nilüfer Ahmet’i görünce duraklıyor. Müşfik enişte de artık pes ediyor ya da durumun ciddiyetini kavrıyor; “Çocukluk etme kızım. Ona en büyük fenalığı yapmış olursun” diyor ama Nilüfer kararlı.

Kader Böyle İstedi (1968)Filmin ana metaforu olan yağmurlu bir akşamda Sarıgüzel’de Şoför Ahmet’in evi nerede diye soruyor. Arabanın içinde Ahmet’in kendisini gördüğü sahnede; “Düşündüm de İstanbul’un gezilecek daha çok yeri var” diye gelişine hüsn-ü talil yapması da naif bir detay. Nilüfer söz dinler olmuştu ama bir yere kadar onun sabrı da. “Gitmeyeceğim. Bir yere gitmem. İlle götüreceğim derseniz ölümü götürürsünüz. Zaten götüreceğiniz yer bir mezarlıktan farksız… Çocukluğumdan beri duyduğum sözleri yeniden dinleyeceğim. İş-para, iş-senet, iş-pamuk, iş-faiz, iş-haciz. Başka bir şey duymadım evde” derken Nilüfer’i kararlı görüyoruz.

Bu kararlılık mutluluk getirmiyor ama. Zaten filmin adı Kader Böyle İstedi. Ama Nilüfer ile Ahmet arabayı uçuruma sürüklenen araba ile kaderin üstüne bir kader yazmış oluyorlar. İyi mi yaptılar, bilmiyorum. Filmin her bitiminde acaba Nilüfer’e Sarıgüzel’deki hayatı zor gelir miydi, bıkar mıydı, alıp başını gider miydi diye düşünmeden edemiyorum.

YAZAN: Ayşe Havva Geyik – Kader Böyle İstedi (1968)

One thought on “Aşkın en saf, en temiz, en naif hali – Kader Böyle İstedi (1968)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir