Bülent Pelit Anlatıyor: Yılmaz Güney

Türk sineması denilince adı akla ilk gelen isimlerden biridir Yılmaz Güney. Babamın film yazıhanelerinde sandalyeleri yan yana koyarak, birlikte sabah ettiği, bir ekmeği ortadan bölüp paylaştığı garibanlık arkadaşı. Tütün zamanı adlı filmde babam tavsiye ediyor oyuncu olarak, Arıburnu ve Süreyya Duru‘ya. O filmin baş rol kadın oyuncusu Cavidan Dora yüzünden araları açılıyor, eski sıcaklıkları olmuyor geçen yıllarda. Yani bir fettan kadın iki genç arkadaşı birbirine düşürüyor kısacası. Yurt dışına kaçtıktan sonra, bizim ofisi sıkça arardı ben İsveç’ten Selim derdi, telefonun ucunda o olduğunu bilirdim ama uzatmaz babamı verirdim ya da ofisteyse Selahattin Azizoğlu‘na.

12 eylül ihtilali sonrası, kaçışı ile bütün filmleri yasaklanmış. Piyasada ne kadar onunla ilgili negatif, pozitif var yapımcılar, işletmeciler, sinemacılar tarafından ya polise teslim ediliyor, ya da imha ediliyor. Saklamaya çalışan polis, jandarma tarafından suçüstü yapıldığında ağır işkencelere, eziyetlere maruz kalıyor. Herkeste bir korku hakim.

O dönem bizde Yılmaz Güney‘in, Güney Film‘in sahibi rahmetli Selahattin Azizoğlu‘na ait olan filmlerini işletiyoruz. Birçok film kopyası elimizde. Bu da yetmiyormuş gibi o süreçte Almanya video hakları için negatifleri telesine sonrası bizim yazıhaneye bıraktıkları için, on, on iki kadar film negatifi de bizde. Birçok önemli filmi var içinde. Vurguncular, İbret, Bir Gün Mutlaka, Pire Nuri, Bir Çirkin Adam gibi. Bir baskın yesek hepimiz perişanız. Depoya koysak, depolar sıkça basılıyor. Birde bizim ofis Beyoğlu karakolunun hemen yanı başında. Haftada iki üç, karakolda görevli komiser, polis vs. bizim şirkette babam onlara çiğ köfte, kebap, rakı organizasyonu yapıyor. Boş negatif, pozitif kutuları bulduk. Bütün kutuları yeniledik, üzerilerine bizim çektiğimiz filmlerin isimlerini etiketleyip yazdık. Genişçe bir oturma odası vardı, tam ortasına yığdık materyalleri. Yığıntının üzerine yemek sofrası düzeneği oluşturduk, Genişçe yuvarlak bir masayı sabitledik.

Gene haftada iki üç gün, polisler çiğ köfte partilerine gittiler geldiler, rakılar açıldı, mezeler saçıldı negatiflerin, pozitiflerin üstünde, sazıyla sözüyle gelen ünlü türkücüler vardı, Emin Turgay, Mehmet Bozdoğan, Seyfettin Tomakin gibi onlar söyledi, hep beraber içkiler içildi ve böylece o nadide film materyallerini koruduk. Ortalık düzeldiğinde tekrar sahiplerine iade ettik.

Şu süreçleri unutmamak gerek, yakışıklı, karizmatik jön kullanılırken, piyasada hiç sivrilme şansı olmayan Yılmaz Güney gibi birini nasıl kabullenmiştir Yeşilçam. Aslında bu başlı başına bir araştırma konusu, ancak bu adamı ayakkabı boyacısı oynatırım diyen bir yönetmen birkaç yıl sonra filminde oynatmak için nasıl ayaklarına kapanmış, dipten oralara nasıl gelmiş? Nasıl tutunmuş. Umut ortaya çıkana kadar, kaç ticari filmde oynamış? Şimdi o süreçte üretilen filmleri itibarsızlaştırabilir miyiz? O filmler olmasa Umut‘ta olmayacaktı, Yol‘da, Sürü‘de. Tıpkı Kasaba adlı mütevazi bir filmle Antalya’da yarışmaya giren NBC’ye, tüm ödüller açıklandıktan sonra, jüri üyelerinden biri ortaya çıkıp şuna da jüri özel ödülü verelim demese bugün Nuri Bilge Ceylan diye bir yönetmen olmayacaktı. Bu işler üçüncü şahıslardan verilen cesaretle olur.

2 thoughts on “Bülent Pelit Anlatıyor: Yılmaz Güney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir