Aşıkların Sözü Kalır: Bir Murat Ertel Belgeseli Röportajı

Altınbaş Üniversitesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı Öğretim Üyesi Dr. Cüneyt Gök’ün yönetmenliğindeki Aşıkların Sözü Kalır adlı belgesel filmin görüntü yönetmenliğinden ve kurgusundan sorumlu olan Cenk Kaptan’ın davetiyle geldiğim gösterimden önce sanatçı Murat Ertel ile birlikte tüm ekibe sorularımı yöneltme şansım oldu.

Murat Ertel

Baba Zula üyeleri ve müzik yazarlarının görüşlerinden grubun sahne performanslarına kadar pek çok detayla izleyicilere görsel ve işitsel bir şölen sunacak olan, Murat Ertel’in sanat yaşamına odaklanan Aşıkların Sözü Kalır adlı belgesel, öğrendiğim kadarıyla İşini Severek Yapanlar adlı bir projenin devamıymış. Nasıl gelişti bu proje ve bu belgesel, biraz anlatır mısınız?

Cüneyt Gök: Bir bilimsel araştırma projesi evet, geçen sene fotoğraf sanatçısı Özlem Acaroğlu için yapmıştık. Bu sene de o seriye devam olsun diye Murat Ertel ile çalışmak istedik. Müzik üzerine bir şeyler yapmayı çok istiyorduk, dolu dolu bir saatlik bir belgesel çıktı ortaya.

Harika. Peki Cüneyt Gök’ü biraz daha yakından tanıyabilir miyiz, hem fotoğrafçılık, hem sinema, hem de üniversite üzerinden?

Evet, uzun yıllar fotoğrafçılık hayatımı devam ettirmemi sağlayan işim oldu. Marmara Sinema TV mezunuyum, Altınbaş Üniversitesi’nde de Sinema TV Bölüm başkanıyım. Üretim içinde eğitim yapma geleneğini devam ettiriyoruz. Öğrencilerimizin de katkı sağlayabilecekleri bu tarz belgeseller yapıyoruz. Cenk (Kaptan) benim eski öğrencimdi, sonrasında pek çok projeye birlikte imza attık, o benim için bulunmaz nimet çünkü ciddi anlamda paralel gidiyor ilgilendiğimiz konular, yaptığımız işler.

Evet, Cenk Kaptan’ın hem sinemada hem müzik alanında çalışmaları olduğunu biliyoruz. Bir belgeselini Büyükada’da göstermiştik, ardından söyleşmiştik, güzel bir etkinlik olmuştu. Bu projenin içinde yer almak senin için de tam isabet olmuş sanki?

Cenk Kaptan: 2005’lerden, benim öğrencilik yıllarımdan tanışıyoruz, sonra aile dostu olduk diyebilirim Cüneyt Bey’lerle. Sonra burada tekrar yollarımız kesişti. Murat Ertel abiyle de yılların dostluğu var, 2006’lardan beri. Ada’da gösterdiğimiz belgeselimde de (Ben Çocukken) sağolsun iştirak etmişlerdi Levent Akman ile beraber. Abbasağa Parkı klibinde de çalışmıştık beraber. Sonra bu belgesel fikrinde bu şekilde birleşmiş olduk, paralelinde bir video klip çalışmasında da beraberdik. Baba Zula’nın yeni albümünden Kervan Yolda isimli parçaya klip çektim, yine ekstradan bir çalışma daha yaptık Mixart üzerinden.

Mixart senin çok ilginç bir projen Cenk, geçen sene adada da konuşmuştuk, biraz detaylandırmak ister misin?

İnteraktif müzik üzerine bir proje Mixart. Hem görsel hem işitsel anlamda kullanıcılara, dinleyicilere farklı şanslar tanıyan bir proje. Bu sistem içerisinde gerçek sanatçıların gerçek şarkıları var ve siz o şarkıları dinlerken bir yandan o müziğin içine tamamen girip istediğiniz gibi enstrümanları değiştirip kendinize göre düzenleyebiliyorsunuz ve bunun için hiçbir bilgi sahibi olmanıza gerek yok, çok basit. Gerek Murat abi, gerekse Baba Zula bu gibi konuların öncüsü olduğu için müzikte, çok mutlu oldum bu projeye dahil olmalarına çünkü Baba Zula’nın müziği bu projenin konseptine çok uyuyor, çok değerli bu açıdan. Zaten kendisi de sanatta çoklu disiplinleri takip eden ve üretimde bulunan bir sanatçı olduğu için onun da çok hoşuna gitti. İlerleyen dönemde Aşıkların Sözü Kalır parçasını da Mixart’ta görebileceğiz, şu an Kervan Yolda yayında, isteyen girip kendi müziğini yapabilir.

Gerçekten Baba Zula ‘nın müziğinin mantığıyla bu proje birbirine çok uyumlu. Çok güzel bir birleşim olmuş. Peki Murat Bey’e dönelim. Zen ve Baba Zula adlı müzik gruplarının kurucususunuz. Bence, hatta bence değil kesin, nev-i şahsına münhasır bir müzik yapıyorsunuz. Farklı düetler, farklı müzik aletleri, farklı sesler, farklı türleri biraraya getirmek gerçekten çok özel bir durum yaratıyor, ben her parçanızda hep şaşırırım, yine yeni bir şeyle karşılaşıyor olmanın heyecanını taşırım genelde. Nasıl gidiyor, müzik yolculuğunuz, her şey istediğiniz gibi ilerliyor mu, önce onu sorayım.


Murat Ertel – Evet, teşekkürler. Yoğun gidiyor bu ara, yeni albümümüz çıktı Baba Zula olarak. Her şey istediğimiz gibi gidiyor. Bu belgesel süreci de çok keyifli başladı. Cenk projeden ilk bahsettiğinde, her şeyden önce ismi beni çok heyecanlandırdı: İşini Severek Yapan İnsanlar. Bu çok önemli hayatta. Aklıma bir haber geldi, hatırlar mısınız bilmiyorum Hollanda’da Türk Hava Yollarına ait bir uçak kazasında yolcuların yarısı ölmüştü. O kalan yolcuların %80’i mesleklerini değiştirmişler. İnsanlar gerçekten çoğunlukla işlerini severek yapmıyorlar. İster garson olalım, ister kaptan olalım, ister bankacı, ister sanatçı olalım, hakikaten işinizi severek yapmak hayatla olan ilişkinizde çok önemli bir yer kaplıyor.

O yüzden bu başlık beni çok heyecanlandırdı ve kesinlikle yaparım dedim Cenk’e. Cenk’le zaten son derece organik ve içiçe girmiş bir ilişkimiz vardı ve onu zaten sinema alanında çok başarılı gördüğüm için, başka sanatlara da açık bir insan olması, mesela bu Mixart projesi beni çok çok heyecanlandırdı. En çok sevdiğim sanatçılar, çağdaş sanatla ilişkilendirerek müzik yapan insanlar oluyor. Belgesel de çok önemli ve kişisel olarak heyecanlanmamın yanısıra müzik tarihi ve kültür tarihi açısından çok önemli buluyorum çünkü kendi coğrafyamızda sözel kültürden gelen bir geleneğe sahibiz, ne yazık ki birtakım belgeler yok. Gerek sanatçılarımız, gerek tarihimiz hakkında. O sebeple bu yapılanlar belge niteliğinde kalıcı, tamam zaten adı üstünde belgesel ama kendi coğrafyamızda özellikle buna ciddi bir ihtiyaç var.

Toparlayıcı oluyor sanırım bu şekilde, bilgiler düzenli bir şekilde kalıcı hale geliyor.

Kesinlikle. Yurtdışındaki sanatçılara bakarsanız, hepsiyle ilgili yüzlerce kitap, yüzlerce belgesel, kayıtlar var, bizde maalesef çok meşhur olan insanlarla ilgili bile kaynaklara ulaşılamıyor, düzgün değerlendirilemiyor bazı şeyler. Öğrenciler, araştırmacılar için bu çok önemli. Ne olursa olsun bu açıdan önemli zaten bu belgesel. Sanatsal açıdan bakıldığında da zaten başarılı olacağını düşünüyorum. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “insanlar bilgi sahibi olmadan fikir sahibi oluyorlar”, bu açıdan da bu tarz bilgilendirici çalışmalar kıymetli diye düşünüyorum. Hiçbir araştırma yapmadan “bu müzik ne ki, bu insanlar ne yapıyorlar ki” denebiliyor, halbuki araştırma yapıldığında büyük bir bilgi birikimi olabiliyor, altını dolduran pek çok şey oluyor, buz dağının görünmeyen tarafı diye bir şey var.

Murat Ertel

Öyle bir çağdayız ki, öyle bir tüketim kültürü hakim ki, bu kadar çok üretim ve tüketim içinde neyin altının dolu olduğunu değerlendirmek gerçekten çok zor, bu anlamda müzik belgesellerini, sanatla ilgili belgeselleri çok değerli buluyorum, bize paket halinde, alın işte bunun altyapısı budur şeklinde bilgi vermiş oluyorsunuz. Belgeselde sanırım ailenizden gelen bir sanat anlayışı ve onlardan beslenişiniz oldukça yer tutuyormuş.

Evet, mutlaka, çünkü ben büyük bir miras devraldım. Manevi bir miras ve tabii ki somut bir miras. Ben bir el aldım. Sözlü gelenekten bahsetmiştik. Bu toprakların geleneklerinden besleniyorsak bunun bir kısmı da vermek olmalı, çocuklarıma olsun, müzikseverlere olsun. Bu da bunun bir parçası, bunun da belirli olması iyi bir şey. Bunun insanlara geçecek olması çok iyi bir şey bence, insanlar bu müzikleri dinleyecekler, belki etkilenecekler. Birtakım şeylerin aydınlanması ortaya çıkması önemli bence.

Kimlerle röportaj yapıldı belgesel için? Nelerle karşılaşacağız?

Cenk Kaptan: Aslında Murat Ertel abi henüz belgeseli izlemedi ve ona biraz sürprizler var.

(Gülüşmeler)

Öyle mi? O zaman spoiler vermeyelim mi hiç?

Cenk Kaptan: Spoiler’sız şöyle söyleyebilirim, buzdağının görünmeyen yüzünü ben de hep merak etmiştim, röportaj esnasında ham bant ikibuçuk saat falan oldu sanırım.

Cüneyt Gök: Aslında altı saatlik bir çekim yaptık, iki saat kırkbeş dakikalık da ham görüntü üzerinden bir kurgu yapıp bir saate düşürdük.

Kurgusu epey eğlenceli geçmiş olsa gerek.

(Gülüşmeler)

Cenk Kaptan: İlk aşama çok zordu, 2:45’lik malzemenin boşluklarını atsanız atsanız, 7 dakika kadar atarsınız, geriye kalan külçe halinde bilgi. Keşke öyle kalsa gibi bir duygu oluyor, üreten ve yöneten tarafın hep sıkıntısıdır bu malum. Refleks o yönde oluyor, çektiğimiz her şeyi kullanmak istiyoruz. Ama olamayacak, o zaman bir hedef koyuyoruz. Bu nasıl bir film olmalı. Bir saatlik bir film olmalı. Bir buçuk da olabilirdi ama işte ona karar vermek, odaklanılacak yerlere karar verdik. Bu arada belgeseli çekerken çok tatlı sürprizler de oluyor, hesaplamadığınız sürprizler de oluyor, onları kurguda buluşturmak da güzel oldu. Beklenti yükseltmeyi sevmem ama güzel bir film oldu.

Elinize sağlık. Belgesellerin, Baba Zula’nın durduğu yer gibi bir yeri var aslında sinema dünyasında. Belirli bir kitleye hitap ediyor. Azımsanacak bir kitle değil belki ama çok bilinçli, ne istediğini bilerek gelen bir kitle oluyor genelde. Vizyonda yer bulmasıyla ilgili de sorunlar yaşayabiliyor belgeseller. Bu belgeselin izlenmesi, seyirciyle buluşması adına nasıl bir yol izlemeyi düşünüyorsunuz?

Cüneyt Gök: Daha çok üniversitelerde ve kültür sanatla ilgili gösterim yapabileceğimiz yerlerde paylaşmayı düşünüyoruz. Vizyonla ilgili bir planlama yapmadık henüz açıkçası. Başka mecralarda değerlendirilebilir elbette. Sofya’da bir gösterim olabilir diye konuştuk sabah Murat’la.

Bu esnada sohbetimize Prof. Dr. Sabri Özaydın da katılıyor. Kendisi  geçen yıl Altınbaş Üniversitesi’nin Topluma ve Kültüre Hizmet Edenler projesi kapsamında Zamanın Ötesinde – Muazzez İlmiye Çığ belgeselini hazırlamış.

Cenk Kaptan: Bu tarz değerli belgesellerimizin ilgilisine de gitmesini istiyoruz açıkçası. X bir yerde gösterilsin ayrı, ama ilgilisine ulaşsın. Şu açıdan da haksızlık etmeyelim ama, çok halkçı bir söylemi var belgeselin, bilmeyene de çok güzel bir şekilde anlatacak bir dili var ve daha fazla insana da ulaşmalı.

Belgesel de yazılı röportajlar gibi zaten, siz mesela yazılı röportajlarınızda bir sanatçıdan bahsetmişsiniz, o kimmiş diye araştırıp oradan bambaşka bilgilere akabiliyor insan. Bu belgeselin de bu tarz bir işlevi olur diye düşünüyorum, daha önce dinlememiş olanlar ya da müziğiniz hakkında bilgisi olmayanlar için. Çünkü kendimize ait müziğimizle ilgili bile eksik bilgiye sahibiz, televizyonlar bize bunu anlatmıyor, tırnak içinde popüler olarak sunulmayan, ama bize ait sanatsal gerçekler oluyor. Anadolu’ya ait, kendi toprağımıza ait. Gösterimleri çok önemsiyorum bu bağlamda, altını çizmek istedim.

Prof. Dr. Sabri Özaydın: Maalesef televizyonlar bize sınırlı, kısıtlı şeyler izletiyor, hazin olan tarafı bu.

Murat Ertel – Geçenlerde 11 Eylül saldırılarının psikolojik etkilerini, hafızadaki etkilerini konu alan bir belgesel izledim, denek olan insanlarda garip anılar belirmiş, orada olduklarını zannediyorlar, dumanları hissettiklerini, o saldırıyı yaşadıklarını zannediyorlar, halbuki 11 Eylül’de atıyorum Colorado’dalarmış. İşte televizyonun hatıra yaratabilecek denli gücü var, tehlikeli.

Prof. Dr. Sabri Özaydın: Tehlikeli olan tarafı, bizler bunu keşfedene kadar, kötüye kullanmak adına keşfedenler olması. Yaptığımız işleri götürüyoruz, aman hocam ne kadar güzel ama bu ancak BBC’ye yaraşır diyorlar mesela. Rezillik. Ratingler meselesi maalesef. Alternatif ortamlar bu anlamda önemli gösterimler için. Sesimiz duyulmalı çünkü biz az değiliz. Paraya tapmayı öne çıkardılar maalesef. Ben 68 kuşağıyım, şanssızlık, Almanya’da okudum sinema, başka kültürde de aynı deformasyonu, o geçiş sürecini, 70’ler-80’lerdeki kültürün çöküşü, ikincil, beşincil hale getirilmesine şahit oldum. Çöküşe doğru gidiyoruz. Felsefe, sanat, kültürün olmadığı bir yerde hiçbir şey yeşeremiyor ne yazık ki.

Murat Bey, müzik olarak geleneklerimize bağlı, bir yandan da yeniliklere açık ve bu ikisini birleştiren bir müzik adamı olarak, ben de el vermek istiyorum, yetiştirmek istiyorum dediniz, peki nasıl görüyorsunuz müzikteki gidişatı?

İnsanların belirli bir hoşgörüye sahip olmaları gerektiğini düşünüyorum. Bazı teknolojilere karşı da, hem yeni teknolojilere, hem eski teknolojilere. Popüler olan üzerinden yürünüyor genelde, ya kendi zevkleri kalmadı, ya da bir şekilde yönlendirilmeye başladılar, sanki programlanmış bazı robotlar sizi yönlendiriyor aslında. Bu yalnızca ziyaret ettiğiniz web siteleriyle de kalmıyor. Akıllı telefonlardaki el hareketlerimiz kaydediliyor, değerlendiriliyor.  Belirli bir konudan bahsedip instagrama girince o konuyla ilgili reklamlarla karşılaşıyorsunuz.

Big Brother is Watching. Korkunç değil mi?

Evet. Gördüğüm gidişat maalesef popülerlik ve para üzerine. 1960’larda müzikal devrim yaşandı Türkiye’de. Halk müziğiyle modern müzik birleştirildi, Anadolu Rock denen bir akım ortaya çıktı. Selda Bağcan’lar, Moğollar gibi. Bu çok doğru bir akımdı. Bu Avrupa’da şimdi keşfedildi. Öyle olunca bunlar tekrar gün yüzüne çıkarıldı, bit pazarına nur yağdı durumu oldu. Onlar hakettikleri yere biraz daha yakınlaştılar. Bu durumu zaten içselleştirmiş olan bizim gibi gruplar doğru yoldalar denildi, bir takım insanlar çıkmaya başladı, özellikle de Avrupa’dan çıkmaya başladı çok ilginç bir biçimde. Almanya’da, Hollanda’da Anadolu Rock yapan çok başarılı gruplar var. Türkiye’de bunu gören gençler de biz de bunu yapalım demeye başladılar. Bir yanlıştan doğru çıktı belki ama işte bu motivasyon nereden geliyor, o önemli. Evet, biz kendi kültürümüzle ilgilenmeliyiz diyerek mi üretiyorlar yoksa bu popüler oldu, biz de yapalım diyerek mi.

Belgeselde başka neler göreceğiz?

Cüneyt Gök: Bizim de merak ettiğimiz bazı konular vardı. Özellikle psikedelik müzik üzerine biraz eğildik. Müzik tarihinden isimler; bazılarını ilk kez duyduk. Biz işlerimizi genelde göstererek anlatıyoruz. Bugün hem göreceğiz, hem duyacağız. Bol müzik ve bilgi dolu bir belgesel.

Aşıkların Sözü Kalır belgeselini çok yakın bir zamanda Büyükada Adalar Kültür Derneği’nde izleyip, ekiple söyleşeceğiz, takipte kalın.

Melis Zararsız

Aşıkların Sözü Kalır: Bir Murat Ertel Belgeseli Röportajı (Ekim 2019)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir