Uzlaşmayan aykırı bir yönetmen: Alp Zeki Heper

Yaşam biçimiyle marjinal miydi bilmiyorum ama sinemada yaptıkları ve duruşuyla oldukça marjinal ve aykırı. Kimine göre bir deha, kimine göre deli. Hakkında daha çok söylentilere dayanan yazılan çizilenlerle, anlatılanlarla efsaneleşen bir isim Alp Zeki Heper. Yaptığı ve izlenebilen iki filmiyle (Bir Kadın 1962 ve Şafak 1963) sürrealist yönetmen olarak tanımlanan, 1966 yılında çektiği yasaklı filmi Soluk Gecelerin Aşk Hikâyeleri ile efsaneleşen Alp Zeki Heper bana göre bir ‘tutunamayan’ değildi. Bir reddedendi o. Sıra dışı, aykırı, uzlaşmayan, seçtiği gibi yaşayan, dışlanan, bunun da bedelini ağır ödeyen biriydi. Yoksa tutunmak çok kolaydı istedikten sonra bu dünyada, bu ilişkilerde. Alp Zeki de isteseydi bunu başarabilecek kadar zeki ve yetenekliydi. Ama o yalnızlaşmak, dışlanmak, delirmek pahasına istediğini, seçtiğini yaşamak ve yapmak istedi. Zeki olmasa Galatasaray Lisesini ve sonrasında da Fransa’da Paris Yüksek Sinema Enstitüsünü (İnstitut des Hautes Etedes Cinemotographiques) başarıyla bitirebilir miydi?

1939 İstanbul doğumlu Alp Zeki, okul sonrası Paris’te ilk kısa film çalışmalarına başlar ve “Bir Kadın” ile “Şafak” adlı kısa filmleri yönetir. Bir Kadın 1963 yılında IDHC, Şafak yine aynı yıl hem İDHC hem de Viyana kültür bakanlığının ödülünü kazanır.

Kimine göre bir deha, kimine göre deli: Alp Zeki Heper.

YEŞİLÇAM’DA BİR AYKIRI SİNEMACI

Türkiye’ye döndükten sonra Ö. Lütfü Akad’ın yanında yönetmen yardımcısı olarak çalışır. 1966’da film yapım şirketini kurup yapımcı yönetmen olarak çalışmalarına başlar. İlk filmi olan Soluk Gecelerin Aşk Hikâyeleri’ni 1966’da yılında yönetir. Filmde Fransa’da öğrendiği sinema dilini uyguladığı söylenen Alp Zeki Yeşilçam’ın yıldız sisteminin dışına çıkarak amatör oyuncularla çalışır. Şiirsel görüntülere dayalı, ama soyut bir aşk filmi denemesi olduğu söylenen film dönemin yönetmenleri ve eleştirmenler tarafından ilgiyle karşılanır.

Alp Zeki Heper’in “Bunuel” ve gerçek üstücü akımın soyut ve ruh bilimsel etkilerini taşıdığı, Freud’vari cinsel bunalımlar üzerine kurulu olduğu söylenen bu ilk filmi film kontrol komisyonu tarafından müstehcen olduğu gerekçesi ile reddedilir.

Film, Türkiye’de Danıştay tarafından yasaklanan ilk film olur. Danıştay ilk defa bir filme karşı çok Sert bir tavır almıştır. Film, müstehcen bulunarak yasaklanmıştır. Alp Zeki Heper, bir gazete röportajında “Aşk hiçbir zaman müstehcen olmamıştır. Aşka karşı tutumdur müstehcen olan” demiştir.

2. Antalya Altın Portakal Film Festivaline de katılan “ Soluk Gecelerin Aşk Hikâyeleri”, halk karşısına çıkarılmaz. Yalnızca özel gösterilerde izlenir. Filmin görüntü açısından estetik bir düzeyi olmasına karşılık yabancılaşma taşıyan içeriği ile ilgi görmediği söylenir bazı kaynaklarda. İzleyici karşısına çıkamayan bir deneme olarak sinematik arşivlerinde, özel arşivlerde, sonrasında da Mimar Sinan Üniversitesi arşivinde Sami Şekeroğlu’nun iznine bağlı lanetli bir film olarak kalır.

Alp Zeki Heper kırgın olsa da çalışmalarını sürdürür. Gerçek üstücü film denemelerinden sonra bir toplumsal taşlama olan ve iki yıldız oyuncuyla (Fatma Girik, İzzet Günay) çektiği 1967 yapımı Dolmuş Şoförü de ticari açıdan başarısız olur. Bu kez 1968’de başka bir Yıldız oyuncu ile (Cüneyt Arkın) daha ticari olabileceğini düşündüğü Eşkıya Halil’i (Haydut) çeker. İlk kez gösterim ve dağıtım olanağı yakalar. Aynı yıl Doğu Batı çatışması üzerinde duran son filmi “Kara Battal’ın Acısı”nı yönetir. Film Bizans Kalesi’nin onarımında çalışan, genç bir Rum kızını öldürmekle suçlanarak haksız yere idam edilen bir Türk delikanlısının öyküsünü anlatır.

Alp Zeki Heper’in filmleri dağıtımcılar reddettiği için ya da denetimden dolayı sinemalara ve seyirciye ulaşamamıştır. “Heper üç yıllık çileli ve lanetli bir sinema serüveninden sonra” sinemayı bırakmak zorunda kalır.

Alp Zeki Heper Galatasaray Lisesinde okudu. Okurken “Kral Übü” adlı oyunu Fransızca olarak sahneye koymuştur. Yönettiği dört Uzun metraj film de sansüre takılınca 1975 yılında bütün filmlerini resimlerini ve yazılarını evinin önünde yakar.

Alp Zeki “Soluk Gece’de aşkla, yani özgürlükle baskıyı, şiddeti, işkenceyi karşı karşıya getirmeye çalışmıştım. Anılarla ilgili zor anlatımlı olan bir filmdi. Sevginin, tutkunun, işkenceyi, baskıyı yok etmesini dilemiştim. Özgürlüğün delice bir sevgi olduğunu düşünüyordum. Öyle simgelemeye çalışıyordum özgürlüğü. Müstehcenlikle suçlandım.” der.

CİNNET HALİ

Türk sinemasının ilk deneysel filmi kabul edilen ilk Uzun metrajlı filmi ‘Soluk Gecenin Aşk Hikâyeleri’ni bir rivayete göre ölmeden önce Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi arşivinde saklanması için Prof. Sami Şekeroğlu’na emanet edip, filmi kimseye göstermemesini vasiyet etmiş. Bu “tehlikeli” filmin insanlara ulaşmasını istemeyen Heper de filminin arızalı, sapkın olduğunu düşünüyormuş.

2012’nin mart ayında 23. Ankara Uluslararası Film Festivali’nin programına alınan Soluk Gecenin Aşk Hikâyeleri, Heper ailesi fertlerinden birisinin gösterim izninden vazgeçmesi üzerine festival programından çıkarılır. Yıllar önce bu yasaklı filmi bir araştırma için kimseye izleme izni vermeyen Sami Şekeroğlu’nun özel izniyle Enis Batur’un izlediğini duymuş, okumuştum.

Kızının on sekiz yaşında iğne şoku sebebiyle hayatını kaybetmesi de Heper’in iyice hayattan kopmasına sebep olur. Bir süre sonra kızının ağzından kendisine mektuplar yazarak bir kaçış arayışı içerisinde çevresindekilere bu mektupları okuduğu söylenir.

Selim İleri, Heper ile olan bir anısını şöyle anlatır: “Delilikle deha arasında gidip gelen biriydi. Sıkıyönetimin (12 Eylül) en civcivli döneminde bir dolmuşta karşılaşmıştık. Askerlerin aleyhinde bağıra bağıra atıp tutmaya başladı. Paniğe kapıldım. Arkaya dönerek yolculara ‘Delidir, aldırmayın’ demek zorunda kalmıştım. Alp’i en son Beşiktaş vapur iskelesinde gördüm. Cinnet halindeydi.

1968 yılında Yeni Sinema dergisinde Heper ve dönemin diğer deneysel sinemacılarına daha çok “Ya sev ya terk et” anlayışını çağrıştıran şu eleştiri getirilir. “Batı sineması tiplerini Türk sinemasına aktaran bu yönetmenler, ya kendi insanlarını tanımıyorlar ya da ‘yenici’ görünmek için blöf yapıyorlar. Türkiye’de özüyle biçimiyle yabancı bir film yapmanın gereği yok. Çünkü biz Türkiye’de yaşıyoruz.

Sinemadaki kişisel mücadelesini bir söyleşide şöyle özetler: En sonunda yazan, yöneten, kurgulayan, görüntüleyen, oynayan, yapımcı ve senarist de olabilirim. Yani tek başıma dahi izlemek zorunda kalabilirim filmlerimi.

Yeşilçam ile uzlaşamayan Alp Zeki Heper en sonunda sinemayı bırakır. Yaşamının son yılları hastalıkla, psikoz nöbetleriyle geçer. Heper, 9 Ocak 1984’te deri kanseri nedeniyle hayatını kaybeder.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir