Fatih Yürür’ün Kıyametin Sineması: Post Apokaliptik Filmler kitabı piyasa çıktı

Post Apokaliptik Filmler

Sinematik Yeşilçam‘ın da bir parçası sayılan ve sitede pek çok yazısı yer alan Fatih Yürür’ün derlemiş olduğu Kıyametin Sineması: Post Apokaliptik Filmler kitabı raflardaki yerini aldı. Cinius Yayınları tarafından piyasaya sürülen kitap 50’li yıllardan günümüze kadar uzanan yok oluş paranoyasının çıkış noktasına ve bu paranoyanın beyazperdedeki etkilerine yer veren en geniş kapsamlı bir derleme olma özelliği taşıyor.

Biz de sıcağı sıcağına Fatih Yürür’e kitabı hakkında birkaç soru sorduk. Oldukça üretken olan Fatih Yürür son dönemde çektiği kısa film ve belgeseller ile de oldukça yoğundu. İşini yaparken sorularımıza uzun uzun yanıt verdiği için de ayrıca teşekkür ederiz…

Sinematik Yeşilçam: Öncelikle kitabın hayırlı olsun. Nereden ve nasıl çıktı ortaya bu kitap?

Post apokaliptik sinemaya olan bariz tutku vardı zaten. Yüksek Lisans öğrenimi gördüğüm sırada tez konusunu bu alanda alıp alamayacağımı kara kara düşünürken; post apokaliptik sinema üzerine bir hipotez geliştirmeye çalıştım. Tür için fazla afaki kalabilecek bir konu, zaman içerisinde kabuğunu bulmaya başladı. Bir iki haftalık hızlandırılmış araştırma geliştirme sürecinin ardından da “Bilimkurgu Sinemasında Güncel Korkuların Yansıması: Post Apokaliptik Filmler” adlı çalışmamın iskeleti ortaya çıktı.

Böyle bir konuyu akademik açıdan irdelemek ilk olarak bana bile epey zorlama gelmişti fakat zaman içerisinde; yakın tarihsel politik süreci, post apokaliptik filmler ile ilişkilendirerek konuyu biraz daha besledim. 7 aylık bir çalışmanın sonunda elle tutulur bir çalışma ortaya çıkmıştı çıkmasına ama buradan bir antoloji çekip çıkarabilmek zor görünüyordu. Yani sonuçta post apokaliptik filmleri sistematik hale getirmek ne gibi bir amaca hizmet edebilirdi ki?

Bu düşünce de kısa sürede çürüdü tabi. Çünkü bu alt türü işleyen tüm yazın çalışmaları genellikle “Bilimkurgu Sineması” üst başlıklı içeriklerde yer alıyordu. Yani çalışmalara yetersiz diyemem ama detaysız olduklarını söylesem abartılı olmaz hani. Bu sebeple türün kıyıda köşede kalmış örneklerini de kapsayacak bir çalışma oluşturmaya karar verdim.

Tabi bütün bunlar olup biterken malum pek çok teknik aksaklıkla cebelleştiğim ikinci kısa filmim Geleceği Olmayan Adam’ın kurgusunu tamamladım. Hemen ardından da talihsizlikler silsilesi olarak anacağım Psişik Celil ve Kişisel Devrim Antolojisi filmini tamamladık… Derken Abhazya’da Repatriant belgeselini çektik, askere gittik geldik derken kitap fikrinden iyice uzaklaştım. Bir süre sinema hakkında hiçbir şey yazıp çizmedim.

Bütün bu projelerle ilgilenirken, artık bu çalışmayı kitaplaştırmam gerektiğini “hatırladım” diyelim. Fakat işin en kötü tarafı bu çalışmayı, okuyucuyu yormayacak bir biçimde kitaplaştırmanın zorluğuydu. Tabi hiç de sürpriz olmayacak biçimde son halini alana kadar bir düzine revizyona maruz kaldı. Diğer yandan güncel yapımları da sıcak sıcak kitaba eklemem gerektiğini düşündüm. Örneğin; Train to Busan, Arrival ve The Girl with All the Gifts gibi filmlere de yer verdim mesela. Fakat bu durum da apayrı bir hazımsızlık doğurdu çünkü bu şekilde kitap hiçbir zaman sona ermeyecekmiş gibi görünüyordu.

Nihayetinde “olduğu kadar” diyerek elde birikenleri bastırmaya karar verdim çünkü rafta biraz daha durursa ağırlığı altında ezilecektim muhtemelen…

Sinematik Yeşilçam: Kitabın Gerisi Gelecek mi Peki?

Bu kitap aslında uzun süre dillendirdiğim, oldukça gecikmiş çalışmaydı. Bu kadar uzun olmasının sebebi de, bir tez çalışmasından evrilmesiydi. Büyük bir hata yaptım ve bunun farkına varmam epey vakit aldı.

Şu an Tek Mekan Filmleri çalışmama başladım. Yani bir kitap serisi falan düşünmüyorum tabi ama benim açımdan kişisel sinema yazınımın devam halkası bu olacak. Hem iki kısa filmimle bizzat deneyimlediğim hem de çok sevdiğim bir mecra. Yani manevi ağırlığı oldukça fazla. Öyle umuyorum ki ağabeyi olan Kıyametin Sineması: Post Apokaliptik Filmler kadar rötara takılmayacak. Mümkün mertebe bu yıl içerisinde raflardaki yerini alacaktır diye düşünüyorum. Formallik kat sayısı daha az, biraz daha eğlenceli bir çalışma olacak.

Sinematik Yeşilçam: Türk Sineması ve Post Apokaliptik Filmler Üzerine Ne Düşünüyorsun?
Geçmişte ufak tefek denemeler oldu tabi. Bunun dışında son yıllarda Mod gibi daha cesur ve kaliteli kısa filmler de yapıldı. Ben de 2 yıl önce “tek mekanda geçen bir post apokaliptik film” olan Geleceği Olmayan Adam’ı çekmiştim. Bir de son yıllarda özellikle çevre filmleri yarışmaları kapsamında irili ufaklı pek çok post apokaliptik çalışma görüyoruz ve bir kısmı da epey kaliteli.

Bunun sebebi muhtemelen kıyamet sonrası konseptinin artık zorunlu bir biçimde global bir hal alması. Artık Sovyet cenahından Amerika topraklarına kafalama girecek bir füze korkusundan çok çok daha fazla “daha gerçek” kaygılar var elimizde. Bu kaygıların coğrafi bir konumu da yok. Tehlike her an her yerde. El birliğiyle, büyük bir istikrarla dünyanın sonunu getiriyoruz ve bu durum iyiden iyiye normalleşmeye başladı. Bu bakımdan DiCaprio’nun çalışması Before the Flood zaten post apokaliptik konseptinin bize çok uzak olmadığını yineliyor. Mevzu kurgusallıktan çıkmaya başladı ve bunun bir tespit değeri bile yok. Al Gore da zamanında post apokaliptik bir dönemin çok da uzak olmadığını vurgulamıştı.

Özetle, artık karşımıza çıkan korkular kapitalizmi ısırıp tükürmek isteyen vahşi komünistler klişesinden çok daha fazlası! Bu sebeple hem distopya hem de post apokaliptik vizyonlar çok daha sık karşımıza çıkacak gibi görünüyor. Bizim sinemamız için de durum aşağı yukarı ayrı. Pek çok yeni ve cesur sinemacı var. Emin Alper’in Abluka filmi de oldukça vurucu, yıllandıkça daha fazla değerlenecek bir distopya örneği mesela.

Yine de bir sinema dilinin, öykülerle zenginleşeceğine inananlardanım. Yani sinemayı tamamen yazı dilinden bağımsız düşünmek de pek sağlıklı değil. Bu türden öykülerin artması, sinemanın da etli butlu hale gelebilmesi için genel geçer şart. Yavaş yavaş taklitten sıyrılan “lanet olsun adamım” kafasından uzaklaşan bir dil yeşermeye başlıyor. Bir de içinde bulunduğumuz politik alacakaranlığın resmedilmesi açısından da biraz cesaret gerekiyor tabi…

Sinematik Yeşilçam: Peki Böyle Filmler Ülkemizde Çekilse Nasıl Bir Şeyler Çıkar?
Bu noktada aynı şeyler tekrarlamak pahasına son 5-6 yıldır yinelenen bir eleştiriyi dillendireyim. Çoğunlukla taklide, ödüle odaklı acayip bir dil gelişti. Dolayısıyla ülkenin sosyal trajedileri hakkında söyleyecek hiçbir sözü olmayan melankolik bir içerik çöplüğü oluştu.

Bu anlayış da yavaş yavaş değişiyor. Sistematik bir biçimde “işçi cinayetleri” işlenen bir ülkenin Babamın Kanatları gibi çok daha fazla filme ihtiyacı var orası kesin. Sosyal hayatımızın tüm dokusuna sinen paranoyayı ince ince işleyen Abluka gibi filmlere daha çok ihtiyacımız var. Dolayısıyla mantar gibi nükleer santral dikilen bir ülke sineması için post apokaliptik sinema ilginç bir fantezi olmanın çok çok ötesinde.

Ülkenin en kalabalık şehrinde, insanların ayaklarını basacakları toprak kalmıyorsa, ağaçlar rant mezarlığı için hadım ediliyorsa; distopya fikri hiç de uzak bir ihtimal değil. Bilakis o distopyayı bizzat yaşıyoruz. Yani ülkemizde bu tarz filmler çekilmesi zaten kaçınılmaz.

 

Kıyametin Sineması: Post Apokaliptik Filmler kitabını alabileceğiniz bir link:
https://www.kitapambari.com/kiyametin-sinemasi-fatih-yurur

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir