Bir Sami Hazinses vardı

Çocukluğumu, ilk gençliğimi yaşadığım yıllarda ince kalaslarla birbirine bağlanmış tahta iskemlelerin olduğu açık hava sinemaları, ‘aileler’ ve ‘aile olmayan’ izleyicileri ikiye ayırırdı. Kabuklu yemiş yemek, Fruko, Çamlıca gazozu içmek, yoksul aile çocukları için bile vazgeçilmez bir ayrıcalıktı. Yine de komşusu gittiği için ya da çocuğunu kıramadığından sinemaya geldiği halde, gazoz alamayacak denli yoksul aileler de vardı. Genellikle annem ve babaannemle izlediğim filmlerde Ömercik’in, Ayşecik’in dramlarına birlikte ağlardık. İşte, çocukluğumun o Fruko gazozlu yazlık sinemalarında izlediğim filmlerden, unutulması olanaksız yüzler anımsıyorum. Bahçıvan, uşak, manav… Acı çeken, horlanan, hayat karşısında acemi ve komik kalan insanlar. Nubar Terziyan, Osman Alyanak, Cevat Kurtuluş, Danyal Topatan, Sami Hazinses 

Yeşilçam’a yıllarını vermiş, çoğu karşılığını alamamış, unutulmuş, ‘değeri bilinmemiş’ sinema emekçileri. Kenan Pars, Erol Taş, Bilal İnci gibi daha birçok değerli oyuncu da var çocukluğumun filmlerinde. Ama onlar ‘kötü adamlardı’. Bu yanılsama, onları birçoğumuzun imgelemine böyle yerleştirmişti. Diğerleri örnek aldığımız, büyüyünce onlar gibi ‘iyi insan’ olmaya söz verdiğimiz yüzlerdi. Bu günlerde tersi erdem sayılır oldu. Köşeyi dönme hırsı, bencillik, başkalarının sırtına basarak yükselme becerisi, dostlarına ve iş arkadaşlarına karşı ‘kara vicdanlı bürokrat’lığa dönüşüm, yükselen değerler olarak hayatımızı şekillendiriyor. Oysa bu insanlar da çocukluklarında Nubar Terziyan’ları, Necdet Tosun’ları, Sami Hazinses’leri izlemişlerdi.

Sami Hazinses, 1950’de Diyarbakır’dan İstanbul’a geldiğinde kimsesi yoktur. Hemşehrilerinin yanına “sığınır”. Besteler yapıyordur, Yeşilçam’da bulur kendini. Kaldıkları binada film yapımcısı oturuyordur. Hemşehrileri, Film Yapımcısı Mümtaz Alparslan’a Hazinses’in beste yaptığını söylerler.

Zeki Müren daha yeni parlamıştı o zamanlar. Benim bestemi okudu radyoda. Hemşehrilerim Mümtaz Alparslan’a beste yaptığımı söylemişler. O da benden çekeceği film için şarkı istedi. Yaptım verdim. ‘Seni de oynatacağım filmde’ dedi. ‘Ağabey nasıl olur becerebilir miyim?’ dedim. Oynadım tabii, çok beğendiler. (Oynadığı film 1957 yılında Mümtaz Alpaslan’ın yönettiği Korsan adlı filmdir.) Sonra devam ettik. Üçüncü filmimdi galiba, Adana’da çekimlerimiz vardı. Karacaoğlan’ın Kara Sevdası. O zaman Yılmaz Güney asistanlık yapıyordu; Atıf Yılmaz’ın asistanı. Sıra bana gelince Atıf Yılmaz ‘hadi’ dedi; gittim sete rolümü yaptım geldim. Atıf Yılmaz tuttu elimi sıktı, ‘En az 15 sene ekmek yersin sen’ dedi. Halbuki ben 40 sene devam ettim.

Sami Hazinses 40 yılın hüzünlü yorgunluğunu yaşıyordu yalnız başına. O hep yalnız yaşadı. “Kimsem yoktu, annem babam yoktu yanımda, nasıl evlenebilirdim ki.” Hiç aşık olmamış mıydı? “Olmaz mıyım, tabii oldum. Karacaoğlan’ın Kara Sevdası çekilirken, Adana’da bir çiftlikte çalışıyorduk. Çiftliğin kızı bana aşık olmuş, benim haberim yok. Ben de ona aşık oldum. Hadi dedim, kaçırayım seni. Bunu duyuyor arkadaşlarım. Danyal Topatan, Vahi Öz, Kadir Savun var. Kızı anlattım işte, kaçıracağım diye. ‘Ne yapıyorsun sen’ dediler, ‘Bizi öldürtecek misin?’ Otobüsle geçtiğimiz zaman kızcağız yol kenarında dikiliyor, ağlıyordu.

Bir sürü mankenler çağırdılar. Manken çocuklara filmler yaptırdılar, n’oldu? Hepsi altında kaldı. Bizim yerimizi kolay kolay alabilirler mi? Çok arzu edenler var ama maalesef bizim yerimizi alamazlar. Bir Ahmet Tarık Tekçe hiçbir zaman unutulamaz ve onun yerini hiç kimse dolduramaz. ‘Giden gelir mi öyle/ çocuk ağlar boş yere.’ Giden gelir mi, gelmez. Biz de onlardan biriyiz.

Bestelerinden, oynadığı filmlerden para kazanabilmiş miydi? “Eskiden çok paramı yediler plakçılar. Ağladılar, sızladılar, alamadım. Çalışmamın karşılığını hiçbir zaman alamadım. Bu kadar hizmet ettim, yoruldum, başka bir işte olsaydım daha çok param olurdu.
Filmlerde hep iyi insanı oynadı. Hep ağlamaklı bir yüzü vardı. Komikken bile hüzünlü. “Evet, hep iyiyi oynadım. Hem ağlatırdım, hem güldürürdüm. Hiç kötüyü oynamadım. Hayatımda öyle sululuk filan yapmam, çok ciddiyimdir. Rol icabı başıma vururlardı, sırtıma vururlardı, her şeyi yaparlardı; öyle seyirciyle karşılaştım ki filmlerdeki gibi başıma, sırtıma vurdu. Hiçbirine kötü tepki göstermedim. Azarlamadım.

‘HAYDİ NEBAHAT ABLA’

‘Hiç sinemadan aşık olduğunuz bir oyuncu var mı?’ diye soruyorum. “Olmaz mı? Olmadı değil, ama isim söylemeyeyim. Ayıp olur yani. Birine şiir yazmıştım, yapımcı sevgilisi beni kara listeye aldı, hiç oynatmadı filmlerinde. Çok hassasım. Kimsem yok diye moralim bozuluyordu, çıkıyordum tepelere gazeller patlatıyordum. Bir film çekilecekti, Yönetmen Metin Erksan’dı. ‘Bu filme şarkı yapacaksın’ dedi. Üç gün var sahneyi çekeceğiz, şarkı sahnesini. ‘Üç günde şarkı mı yazılırmış’ dedim. ‘Sen yaparsın’ dedi. Sen yaparsın diyor başka bir şey demiyor. O kadar bana inanmış, o şarkılarımı duyunca. Sezer Sezin geliyor, ‘Sen yaparsın’ diyor, sarılıyor, öpüyor. Neyse şarkıyı bitirdim, ‘Haydi oku, sahneyi çekelim’ dedi.

‘Haydi Nebahat abla, Dodge arabana atla/ Dümenimiz yolunda, gazla ablacığım gazla/ Taksim, Şişli, Sarıyer durmadan hemen gider/ Ablacığım n’olur İstinye’de duruver/ Saçları dalga dalga, canım Nebahat abla/ Sevgilim İstinye’de gazla ablacım gazla’

Bunu yazdım okudum bestesiyle beraber, havalara sıçradılar. Sinemadan seyirciler bu şarkıyı söyleye söyleye çıkıyorlardı, o kadar çok beğenildi.


Mesut Kara – Bir Sami Hazinses vardı 2017

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir