Bunalımın Teslim Alamadığı Cüneyt Arkın’dan Tek Başına (1976)

Tek Başına

Umur Bugay ve Atıf Yılmaz işbirliğinin piyasaya dönük ürünlerinden 1976 yapımı “Tuzak”, televizyon kanallarımızın sevdiği ve sık sık gösterdiği bir filmdir. Her gösterimde farklı noktaların yakalandığı, hemen hemen her oyuncusunun oynadıkları karaktere girebildiği bu tempolu filmin bir sahnesinde Ömer rolündeki Cüneyt Arkın, “arkadaş” dediği küçük Osman’a (Hakan Tanfer) beyzbol öğretmeye niyetlenir. Tahsilini yaptığı Amerika’dan tatile gelen Ömer’in orada kazandığı alışkanlıklardan en masumunu Osman’a aşılamak istemesi, karakterin ileride yaşayacağı dönüşümün habercisidir. “Tuzak”ta adeta oğlu yerine koyduğu Osman’a beyzbol öğreten Cüneyt Arkın, aynı yıl bizzat kendisinin yönettiği Tek Başına‘da kanından canından, kendi oğlundan ok atmayı öğrenecek, yine dönüşüme sürüklenecek ve bunu vahşi bir şekilde tatbik edecektir.

Gurbet Kuşları (Halit Refiğ, 1963) ile başladığı oyunculuk serüvenini, ikinci sezonu çıkacak Netflix yapımı “Hakan:Muhafız” (2018) dizisiyle internet aleminde devam ettiren Cüneyt Arkın‘a bravo dememiz gerekiyor. Türk Sineması’nın her döneminde yer alması, politik anlamda ikircikli kalmadan elini taşın altına koyması, absürt çalışmalara dahi renk katması, vücudundaki her kemiğin yerinin değişmesi, ölümlerden dönmesi vb. pek çok neden tebriği mecburiyet haline getiriyor. Kişisel olarak müthiş hayranlık beslediğim gür saçlı koca devin oyunculuk sevdasını ilk günkü tutkuyla yaşayabilmesi genç kuşağa derslerin en büyüğü. Usta sanatçımıza uzun ömürler diliyorum. Köroğlu uyarlaması “Deli Yusuf” (Atıf Yılmaz,1975) taklidi ilk yönetmenlik denemesi “Deli Şahin” (1976) sonrası ikinci kez motor diyen Cüneyt Arkın, Tek Başına‘da kariyerinin en iyi filmlerinden birine imza atıyor.

Tek Başına

Tek Başına”, üç kişilik aile üyelerinin piknik sefasına odaklanarak başlıyor. Kemal (Cüneyt Arkın), oğlu (Göktürk Tütüncü) ve eşiyle (Puri Banai) birlikte kırlara uzanmış bir yandan yemeğini yiyor, bir yandan kahkahalar atıyor. Mütevazı sürdürdüğü yaşamında, bahçesini sulamaktan, kümesinden yumurta almaktan son derece mutlu. İşinde de seviliyor. İyilik timsali sıfatını sonuna dek hak ediyor. Kafaları çektiği bir akşam arkadaşını (Ali Şen) evine bırakıyor. Sonra da direksiyonu kendi evine kırıyor. Yadigar dostu onu yarı yolda bırakınca, tabana kuvvet deyip yollara dökülüyor. Fakat o da nesi ? Aniden gecenin karanlığı kırmızıya boyanıyor. Böylece Kemal ilk imtihanıyla yüzleşiyor. Sonrasıysa krizlerin hüküm sürdüğü dakikalar..

Yeşilçam’ın gizli kalemlerinden Mehmet Aydın‘ın adına ne sinema kitaplarında ne de internet dünyasına rastlıyorum. Üretken olmasına rağmen gölgede kalmış. Senaryosunu yazdığı birkaç filmi izlesem de, yönettiklerine uzağım. “Tek Başına”da kurduğu dünyanın hastası olduğumu söyleyebilirim. Sinematürk Sitesi’nden senaryolarına bakarken “Deli Şahin”in de onun kaleminden çıktığını gördüm ve hayret ettim. Yaratıcılığının büyük bölümünü kullandığı “Tek Başına”da Mehmet Aydın, elindeki yıldızını yine onun rızası alarak adeta küpün içine sıkıştırmış(teşbihte hata olmaz, nokta vuruşu olur).

Aslında sadece Kemal’i değil, ailenin diğer üyelerini de hareketsiz bırakmış. Sıkışmışlık hissini hem soyut hem somut anlamda gerilimle haşır neşir olarak aktarmış. Burada parantez açmakta yarar var. Uyuşturucuyu hikâyesine yediren film, Cüneyt Arkın‘ı suspus kılarak zehrin sadece koldan değil, zihinden de alındığını gösteriyor. Araya sıkıştırılan toplumsal hadiselerle zehrin dozajı artıyor. Bir başka Cüneyt Arkın eseri “Yarınsız Adam”ı (Remzi Jöntürk,1976) da yazan Mehmet Aydın, oradaki ağır politik göndermelerin daha sessiz versiyonlarını meğer Tek Başına‘da izleyiciye sunmuş.

Dar alanda kısa paslaşmaların yaşandığı filmleri Hollywood başta olmak üzere pek çok ülke sinemasında izliyoruz. Kısıtlı bütçelerin, birkaç günlük çalışma sürelerinin zaman zaman ilham perisine dönüşmesi, yönetmenlerin, senaristlerin itici gücünün sıkışmışlıktan doğduğuna işaret. Her yerde ve her dilde sıkışmışlık… Mehmet Aydın, belki senaryoyu yazarken boğulacak gibi olmuştur. Belki yapımcı baskısını zihninin her noktasında hissetmiştir. Bu bunalımdan ortaya çıkan özgün bir atmosfer hayranlık uyandırıcı. Film dramatik yönden acıları nakşetmekte çok başarılı. Uyuşturucu krizine giren ailenin çaresizliğini sanki aynı evde yaşıyormuş gibi hissedebiliyoruz. Üstüne evin içindeki gerilim öğeleri de eklenince ekrana yapışıyorsunuz.

Örneğin ; krizler içinde uyanan oğlunu teskin etmeye çalışırken midesi ağzına gelen annenin ruh hali ve sonsuza dek sürecekmiş hissi veren çığlıklar kapalı pencerenin yardımıyla daha korkunç görünüyor. Keza Cüneyt Arkın’ın tuvalette geçirdiği kriz çok etkileyici. Yönetmenlik imtihanından da yüksek puan alıyor. Toplumsal hadiselerin kadraja girdiği sahnelere gelelim. Adalet tarafını dolduran Eşref Kolçak‘ın göründüğü her sahnede kestiği sinemasal ahkam kesinlikle kulak tırmalıyor. Keşke yaratıcılar, Eşref Kolçak‘ı dakikalarca konuşturacağı yerde Cüneyt Arkın’a olan biteni izletseymiş. Kendini kaybetmiş şekilde berduş gibi yollarda dolaşan Kemal’in meyve sebze halindeki kavgalarını, otobüs ve vapur kalabalığını görmesi bütün o kelime yığınlarından daha sarsıcı.

Övgülere boğduğumuz “Tek Başına”nın zayıf yönleri de yok değil elbette. Her şeyden önce finali tipik Cüneyt Arkın aksiyonu finali. Mantık hatalarıyla dolu, abartılı ve görsel açıdan yoran cinsten. Baş kötü adamımız Yılmaz Gruda ne yazık ki rol için yanlış tercih. Sağ kolu rolünde Yüksel Gözen teknik yönden nefis çekilmiş yemek sahnesinde (hem iştahlanıyor hem sinirleniyorsunuz) “keşke gaddarlığın mimari sen olsaymışsın be Yüksel Abi” dedirtiyor. Gerçi “Yarınsız Adam” da iade-i itibarı veriliyor ya neyse 🙂 Bunlarla beraber, Ersun Kazançel‘in ana hikâyeye eklemlenmediğini görüyoruz. Oysa Cüneyt Arkın‘a her türlü omuz verecek bir karakter kendisi.

Altı filmlik Yeşilçam kariyerinde Cüneyt Arkın ile Tek Başına dışında “Malkoçoğlu Cem Sultan” (Remzi Jöntürk,1969) ve “Adsız Cengâver” (Halit Refiğ,1970) filmlerinde çalışan Puri Banai‘nin Kadir İnanır’lı “Can Pazarı” (Ertem Göreç,1976) ve “Tövbekar” (Ertem Göreç,1977) çalışmalarını daha çok severdim. Ta ki Tek Başına‘yı izleyene dek. Akıllarda çıkmayacak performansıyla Puri Banai, yaşadığı stresi bana geçirebildi. Onunla gerildim, onunla üzüldüm. Sandalyeye bağlandığı ve hippilere yüzüğünü satmaya çalıştığı anlar çaresizliğine hissiyatımıza sirayet ediyor. Küçük oyuncu Göktürk Tütüncü‘yü de ayrıca kutladığımı belirtmeliyim. Kendisini nereden tanıyorum diye düşünürken, Sinematürk’te Cemil (Melih Gülgen,1975) ve Cemil Dönüyor (Melih Gülgen,1977) filmlerinde yine Cüneyt Arkın’ın oğlunu oynadığı bilgisine rastladım. Zamanında detaylı bakmamışım.

Yazıda dillendirmediğim, filmde rol alan diğer ünlü isimler Renan Fosforoğlu, Zeki Alpan, Zeki Sezer, Muammer Gözalan, Mehmet Uğur, Sönmez Yıkılmaz, Coşkun Göğen, Kubilay Hakan, Reşit Çıldam, Nuri Tuğ, Kadir Kök, Garibe Gündem, Nermin Özses

Seslendirme kadrosu Toron Karacaoğlu (Cüneyt Arkın), Jeyan Mahfi Tözüm (Puri Banai), Nilgün Kasapbaşoğlu (Göktürk Tütüncü), Kamran Usluer (Eşref Kolçak), Sadettin Erbil (Yılmaz Gruda), Rıza Tüzün (Ali Şen), Saltuk Kaplangı (Renan Fosforoğlu ve Coşkun Göğen), Zafer Önen (Ersun Kazançel)

Son söz de müzik tercihine. Bora Ayanoğlu‘nun müziklerine filmin değerini iki misli arttıyor. Yeşilçam’la kalın !

Kaynak : www.sinematurk.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir