Metin Erksan ve Mülkiyet üçlemesi

erksan

Metin Erksan, henüz 23 yaşındayken ilk filmini çeker. 1950’de Atlas Film için Yusuf Ziya Ortaç’ın Binnaz isimli yapıtını senaryolaştırarak sinemaya adım atan Erksan, 1952’de ilk filmi, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun senaryosundan çektiği Âşık Veysel’in Hayatı-Karanlık Dünya’yı yönetir. Daha ilk filmiyle sonrasında çokça yaşayacağı uğraşacağı sansürle, yasaklarla, baskılarla tanışır. Sansür kurulundan geçemeyen film, çeşitli ekleme ve çıkartmalar yapıldıktan sonra bir yıl gecikmeli olarak gösterime çıkabilir.

Metin Erksan’ın ilk filmi Karanlık Dünya’nın adı sansür komisyonunca ‘Âşık Veysel’in Hayatı’ olarak değiştirilir. Yine aynı film, oyunculardan Aclan Sayılgan ve Kemal Bekir’in Komünist Parti kurma suçundan tutuklanmasıyla tümden reddedilir. Daha sonra tekrar komisyona giren film şartlı olarak izin alabilir. Ekin boylarının kısa ve cılız oluşu, ziraat işleminin çok ilkel olması, turna dansı yapan dört kızdan ikisinin çıplak ayaklı, ikisinin çarıklı oluşu şartlı kabulün gerekçelerinden bazılarıdır. 

erksan

“Yılanların Öcü” sansürden izin alamayarak tümden reddedilir. “Susuz Yaz” da “gayri ahlaki” bulunarak tümüyle reddedilir. 

Edebiyat uyarlamalarına yönelerek kırsal kesim insanlarını işlediği filmleriyle başarı kazanan Metin Erksan’ın, yaşanan toplumsal dönüşümü yalın gerçekçi bir dille anlattığı ‘Gecelerin Ötesi’ toplumsal gerçekçi filmlerin ilk örneğidir.

MÜLKİYET ÜÇLEMESİ

Metin Erksan’ın kırsal kesim insanlarını, sorunlarını, yaşadıkları dönüşümleri, zaaflarını köy gerçekliği üzerinden anlattığı, köy üçlemesi olarak da adlandırılan ‘mülkiyet üçlemesinin’ ilk filmi, insanın (köylünün oprak sahibinin) toprak üzerindeki mülkiyetini konu alan 1962 yapımı ‘Yılanların Öcü’dür. Üçlemenin ilk filminde mülkiyet teması toprak üzerinden ele alınır. Erksan Fakir Baykurt’un unutulmaz eseri Yılanların Öcü’nü aynı adla senaryolaştırıp sinemaya aktardığı filmde de evlerinin önüne başka bir evin yapılmasını istemeyen Kara Bayram ve annesi Irazca’nın Haceli ve muhtarla olan mücadelesini anlatır.

Metin Erksan ve Mülkiyet üçlemesi
Yılanların Öcü

“Yılanların Öcü’nde ‘Bayram’ rolüyle Fikret Hakan’ın, ‘Haççe’ rolüyle Nurhan Nur’un, ‘Haceli’ rolüyle Erol Taş’ın, ‘Irazca’ rolüyle Aliye Rona’nın, ‘Muhtar’ rolüyle Ali Şen’in unutulmaz oyunculuklarının filmin başarısında çok önemli yeri vardır. Kadir Savun,  filmde çok az gözükse de hem kendisini çok iyi anladığını ve oyunculuğunu doğru değerlendirdiğini söylediği Metin Erksan’ın filminde oynamaktan mutludur ve Aliye Rona’nın Iraz kadın rolünden öylesine etkilenmiştir ki, kızına da Iraz adını verir.

Metin Erksan filmlerinde çokça rastladığımız mülkiyet teması Yılanların Öcü’nde filmin ana eksenini oluşturur.  Mülkiyet olgusu, filmde ana tema olarak karşımıza çıkar.Reklam

Evinin önündeki boş arazi muhtarlık kararıyla Haceli isimli başka bir köylüye satılır. Bayram ve ailesi, Haceli’nin kendi evlerinin önüne başka bir ev yapmasına engel olmak için büyük bir mücadele verir. Bu çatışmadan iki tarafa da fazlasıyla zarar görür. Köye gelen kaymakamın Bayram ve ailesinden taraf olmasıyla evin yapımı engellenir. Yılanların Öcü filmi, Susuz Yaz ile beraber Metin Erksan’ın mülkiyet meselesini en doğrudan anlattığı film olarak kabul edilmektedir.

SUSUZ YAZ

Susuz Yaz

Metin Erksan 1964 yılında üçlemenin ikinci filmi Susuz Yaz’ı çeker. Bu kez konu su mülkiyetidir. Susuz Yaz sineması tarihimiz açısından bir başyapıt, bir kilometre taşı filmlerdendir. Kurtuluş Kayalı film için, “Türk Sineması’nın sanatsal anlamda dünya ölçeğinde girişim yapma cesaretinin öncüsü olmuştur” der. Hülya Koçyiğit’in ilk filmi olan Susuz Yaz, sinemamızda ilk uluslararası ödülün de (1964 Berlin Altın Ayı) sahibidir. Erksan, Berlin’den dünyaya Türk Sineması’nın varlığını duyurmuştur bu filmiyle. 

Necati Cumalı’nın aynı adlı romanında uyarlanan, sansür engeline takıldığı için gösterime giremeyen Susuz Yaz’da Ulvi Doğan, Erol Taş ve Hülya Koçyiğit başrolleri paylaşmıştır.

Metin Ersan mülkiyet üzerine şunları söyler: “Bir toprağın etrafını çitle çevirip bu benimdir diyebiliyorsunuz ama suya sahip olamıyorsunuz. O toprağı gücünüz yettiği ölçüde avucunuzda tutabilirsiniz ama avucunuza suyu aldığınız vakit aynı şeyi yapamazsınız. Su parmaklarınızı istediğiniz kadar sıkın, akıp gidecektir. Kaynaktan çıkan bir su. Nasıl sahip olabilirsiniz buna? Mülk sahibi baraj da yapsa gene tutamaz suyu. Su muhakkak bir yere gidecek. Suyun, mülkiyet sınırlarını tanımayan bu öğesi beni çok ilgilendirdi.”

Osman, kardeşi Hasan ile beraber yaşayan kendi toprağına sahip olan bir köylüdür. Köyün su ihtiyacını karşılayan su kaynağı kendi topraklarından çıkar. Osman, suyun kaynağının kendi topraklarından çıkmasından ötürü, suyun kullanım mülkiyetini kendinde görür ve suyun diğer köylülerin tarlalarına ulaşmasını engeller. Bu engelleme sonucunda Osman ile köylülerin arasında bir dizi çatışma çıkar ve neticesinde Hasan suçlu olmadığı halde kardeşi Osman’ın suçunu üstüne alarak hapishaneye girer. Bu sırada Osman, kardeşinin karısı Bahar’ı elde etmeye çalışır ve bunda da başarılı olur. Hapisten çıkan Hasan’ın ağabeyini öldürmesi ve suyu köylülerin kullanımına açması ile film sonlanır.

KUYU

Kuyu

Metin Erksan (1968) yılında çektiği insanın insankadın üzerindeki mülkiyete değindiği filmi Kuyu ile ‘mülkiyet üçlemesi’ni tamamlar. Çok çarpıcı, etkileyici, acı finaliyle de unutulmazlar arasında yerini alan filmde, kadının,  toplum içinde ve erkek karşısında bırakıldığı çaresizliğini, buna direnmesini, istediği-seçtiği gibi yaşayamamasını, yaşadığı baskıyı acıyı, zulmü, gördüğü fiziksel-psikolojik şiddeti anlatır film.Reklam

Köylü Osman (Hayati Hamzaoğlu), aynı köyden, deliler gibi tutkun olduğu Fatma’yı (Nil Göncü) dağa kaldırır. Fatma teslim olmaz. Çünkü bu kara sevda tek yanlıdır. Hapisten çıkan Osman bir kez inat etmiş kafasına takmıştır. Bir kez daha kaçırır ve üçüncüsünde Fatma’yı bir ağaca bağlayarak zorla tecavüz eder. Ama Fatma’nın intikamı acı olur. Osman’ı su almak için kuyuya indiğinde üzerine kaya ve taş parçalarını yağdırarak öldürür. Sonra da kendini asar.

Filmde anlatılan takıntılı bir adamın genç bir kadına duyduğu saplantılı aşkın hikâyesinde, adamın tutkusunun temelinde yatan dürtü mülkiyet arzusudur.

Mesut Kara 2019

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir