Rahmetli Hüseyin Zan’ın cenazesinden gelen fotoğraflara baktım; kendisine emeği geçen ve kendisinin de üzerlerinde emeği bulunan bir avuç insan, yağmur altında titreşerek uğurlamışlar ustayı… Tam bir gariban cenazesi… Yüzlerce filmde birlikte çalıştığı onca yönetmenden yalnızca ikisi, Yavuz Figenli ve Hasan Karcı, görüntü yönetmeni Erhan Canan, prodüksiyon âmiri Yılmaz Terzioğlu, bir de oyuncu arkadaşları Levent Çakır, Adnan Mersinli, Mehtap Anıl ve Suat Keskin… Bunun dışında, onun 50 yıl boyunca setlerde posasını çıkartmış olan onca yapımcı, yönetmen ve oyuncudan ise tık yok!
Daha geçen hafta sonu bu sütunlarda emektar aktör Levent Çakır’ın çilelerle dolu sinema serüveni üzerinden Yeşilçam’ın altın yıllarına damgasını vurmuş emekçilere yönelik vefâsızlığa ve hoyratlığa değinmişken, hafta ortasında Yalova-Çınarcık’tan gelen bir haber, nankörlüğü ilke edinmiş bu sektörde nicedir gözlemlediğim sevimsiz manzaraların da tam anlamıyla tuzu biberi oldu.
Kötü haberi, yine sevgili ağabeyim Çakır’dan aldım. Efsanevî sanatçı Erol Taş’ın ardından Türk sinema tarihinin gelmiş geçmiş en popüler ikinci “kötü adam”ı, aynı zamanda sayısız yardımcı oyuncu, dublör ve figüranın da ustası, yetiştiricisi, koruyup kollayıcısı olarak nam salan Hüseyin Zan, uzun yıllardır inziva hayatı sürdüğü Çınarcık’ta 3 Mayıs Salı günü vefât etmişti. 1931-İzmir doğumlu sanatçı, yakın dostlarının verdiği bilgilere göre, kısa bir süre önce kansere yakalandığını öğrenmiş ve o günden beri de -belirtileri ansızın ortaya çıkan- bu ölümcül hastalıkla boğuşmaktaymış.
Hüseyin Zan, pek çok insanın sessiz sedasız saflarına katılıp, aynı sessizlik ve unutulmuşluk içinde de ahirete göç ettiği Yeşilçam’da öyle alelâde bir aktör değildi. 1960’lı yılların başlarında figüran olarak girdiği sinemada özellikle “karizmatik kötüler”i canlandırırken sergilediği üstün başarıyla, 1970’lere girilirken kanun dışı karakterler söz konusu olduğunda sektörün en fazla rağbet ettiği simâlardan birine dönüşecekti. O yıllarda Türk sinemasında her yıl düzinelerce serüven ve aksiyon filmi çevrilmesine rağmen, ne jönlerin ne de yardımcı oyuncuların hiç birinin kamera önünde doğru düzgün dövüşmeyi bilmediğini fark eden Zan, daha bundan 40 yıl önce benzersiz bir vizyonerlik sergileyerek ülkemizin ilk “dublörlük/figüranlık okulu”nu kurmuş ve böylesi zor rollere talip olan pek çok sinema heveskârına dövüş kareografisi dersleri vermişti. Çalışma koşullarının ağırlığı ve çalışanlarına en küçük bir sosyal güvence bile sunmamasıyla meşhur olan Yeşilçam’da, okulunun çatısı altında bir araya topladığı yüzlerce figüran, dublör ve yardımcı oyuncuya yalnızca meslekî ustalık değil, aynı zamanda bir tür “hak koruyuculuğu/sendika temsilciliği” de yapan sanatçı, meslek hayatı boyunca 340 dolayında film ve dizide -çoğunlukla kötü karakterler olmak üzere- irili ufaklı roller üstlenmişti.
Ölümünden, bir avuç öğrencisi ve aile dostu dışında hiç kimsenin haberi olmayan Hüseyin Zan’ın vefâtını bütün bir sinema câmiâsı öğrenebilsin diye, çarşamba sabahı erkenden Anadolu Ajansı İstanbul Bölge Müdürlüğü’nde istihbarat şefliği yapan değerli dostum, üniversite yıllarından sınıf arkadaşım gazeteci-yazar Ekrem Kaftan’ı aradım. Telefonda anlattıklarımı dinleyen Ekrem oldukça hüzünlü bir tesadüfle, “Yahu, ben de tanıyorum Hüseyin ağabeyi” dedi, “Biz yaz tatillerinde ailecek sürekli Çınarcık’a gideriz. Rahmetli, o ilçenin sahil şeridinde balık ağları, olta, yem falan gibi malzemeler satıyordu.” Sağolsun, hemen ardından da kurumun Bursa bürosundan bir muhabirini cenazeyi takiple görevlendirerek, bu haberin en azından ulusal ajansımız kanalıyla bütün Türkiye’ye dağıtılmasını sağladı.
Yeşilçam’ın kötü adamı’na hüzünlü vedâ
Cenazeden gelen fotoğraflara baktım; kendisine emeği geçen ve kendisinin de üzerlerinde emeği bulunan bir avuç insan, yağmur altında titreşerek uğurlamışlar ustayı… Tam bir gariban cenazesi… Yüzlerce filmde birlikte çalıştığı onca yönetmenden yalnızca ikisi, Yavuz Figenli ve Hasan Karcı, görüntü yönetmeni Erhan Canan, prodüksiyon âmiri Yılmaz Terzioğlu, bir de oyuncu arkadaşları Levent Çakır, Adnan Mersinli, Mehtap Anıl ve Suat Keskin… Bunun dışında, onun 50 yıl boyunca setlerde posasını çıkartmış olan onca yapımcı, yönetmen ve oyuncudan ise tık yok!
Sanatçının, cenazeden sonra telefonla konuşup başsağlığı dilediğim yakın dostu ve meslektaşı Adnan Mersinli, “İstanbul’daki bütün sinema derneklerine ve meslek birliklerine tek tek haber gönderdim. Fakat, yarım asırlık bir emek ve 340 filmden sonra, toplam katılımcı sayısı budur işte Ali Murat’çığım” diyerek gayet anlamlı bir serzenişte bulundu.
Emin olun, resmî sıfatı olan birileri bu işlere radikal bir şekilde el atmazsa, sözünü ettiğim nankörlük geleneği can sıkıcı bir kısır döngü şeklinde yıllarca devam edip gidecek. Kendisine canını dişine takarak emek verenlere en asgarîsinden bir saygı ve sevgiyi çok gören her sektör, gün gelip ona coşkuyla hizmet edecek yeni insan gücüne erişmekte de çok büyük zorluklar çekmeye mahkûmdur. Adım kadar iyi biliyorum ki bugün böylesi basit vefâ gösterilerini sergilemeye üşenenlerin cenazesinde de hiç kimse olmayacak!
Yeşilçam’ın acı ve tatlı günlerine ciddiyet, vefâ ve kurumsallaşma getirecek olan yegâne otorite Kültür Bakanlığı’dır. Fakat, onların da “daha ciddi işler”den başlarını kaşıyacak vakitleri yok. Sırada, yeni projeleri için yapım desteği bekleyen o kadar çok solcu sinemacı var ki…
Tam bir ay sonra, çekim ekibimle birlikte, Çınarcık’a, Hüseyin Zan ağabeyle (zaman zaman başka Yeşilçam emektarlarıyla da yaptığım üzere) kişisel arşivim için bir video-söyleşi çekmeye gidecektim. Uzun süredir aklımda usul usul pişirdiğim bir projeydi bu ve dış mekânda çekim yapabilmek için de havaların ısınmasını bekliyordum.
Kısmet olmadı, bu kez geç kaldım.