Cumhuriyet öncesi yapılan filmlerin jeneriklerine, oyuncu kadrolarına baktığımızda, Türk kadın oyunculara rastlayamayız, çünkü Müslüman Türk kadınlarının sahneye çıkması, filmlerde oynaması yasaktır. Bu nedenle 1923 öncesi filmlerde Ermeni, Rum, Beyaz Rus gibi gayrimüslim azınlıklardan kadın oyuncular yer alır.
1916 yılında çekilen “Himmet Ağa’nın İzdivacı” filminde oynayan Rozali Benliyan ve Lusi Avuşyak, Sedat Simavi’nin çektiği “Pençe”(1917) filminde oynayan Eliza Binemeciyan bu oyuncuların ilklerindendir. Onları Matmazel Blanche (Binnaz, 1919), Lydia Ley (Koruyan Ölü, 1917), Madam Kalitea, Bayzar Fasülyeciyan (Mürebbiye, 1919), Madam Sarmatova, Anna Mariyeviç, Helena Antinova (Boğaziçi Esrarı, 1922) gibi isimler izler. Yine 1922 yılında Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “İstanbul’da Bir Facia-ı Aşk” filminin başrolünde Anna Mariyeviç oynar. Aynı filmde oynayan diğer kadın oyuncular da gayrimüslim azınlık oyuncularıdır. Roza Felekyan, Liane Console, Aznif Mınakyan, Siranuş Aleksenyan’dır bu oyuncular.
Cumhuriyet’le birlikte Müslüman Türk kadınları da filmlerde oynamaya başlarlar. Türk kadın oyuncuların yer aldığı ilk Türk filmi Muhsin Ertuğrul’un yönettiği “Ateşten Gömlek” (1923) filmidir. Bu filmdeki kadın oyuncular Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir’dir. Sinema açısından Cumhuriyet’in kazandırdıkları arasında ilk sıralarda yer alan önemli bir durumdur bu. 1928 yılında çekilen “Ankara Postası” (Muhsin Ertuğrul) filminde Neyyire Neyir’in yanı sıra İsmet Sırrı da rol alır. Filmlerde rol alan üçüncü Türk kadını İsmet Sırrı’yı, Şaziye May, Emel Rıza, Halide Pişkin izler. 1933 yılında Muhsin Ertuğrul’un çektiği, Nazım Hikmet’in Mümtaz Osman takma adıyla senaryosunu yazdığı “Söz Bir Allah Bir” filmiyle Cahide Sonku gelir Türk sinemasına. Tiyatro sahnelerinin yıldız oyuncusu, “Aysel Bataklı Damın Kızı” (1934) ve “Şehvet Kurbanı” (1940) filmleriyle sinemada da yıldızlaşır. 1939 yılında Feriha Tevfik’in başrolünü oynadığı “Allanın Cenneti” (M. Ertuğrul) filmiyle Nezihe Becerikli, yine aynı yıl “Bir Kavuk Devrildi” filmiyle Muazzez Arçay gözükmeye başlar beyazperdede. Aynı yıllarda Sezer Sezin, Gülistan Güzey, Handan Adalı, Oya Sensev, Aliye Rona, Mesiha Yelda, Gönül Beyhan gibi isimler sinemayla tanışan ve sonraki yıllara da kalan önemli kadın oyunculardır.
Tiyatronun ve sinemamızın efsane ismi Cahide Sonku, öncesinde bir tiyatro yıldızıdır. Bir yıldız olarak geldiği sinemada ilk filminden itibaren daha da büyür, ününe ün katar. Sinemanın yarattığı bir yıldız olmamakla birlikte, sinemada da yıldız olarak sürdürür ününü.
Türk Sineması’nın ilk ve gerçek yıldızı Sezer Sezin’dir kuşkusuz. Kuşkusuz böyledir diyoruz çünkü tarihi doğru okumak ya da doğru yazmak gerekir. Bilgi eksikliğinden, var olan eksik ya da yanlış bilgilerin çoğaltılmasından, kişisel nedenlerle yok saymaya yönelik metinler üretmekten kaynaklanan yanılgılar zincirinin her yeni yayınlanan kitapta, metinde sürdüğünü görüyoruz. Henüz ve iyi ki Sezer Sezin hayatta, Lütfi Akad da, Memduh Ün de, o dönemi yaşamış birçok sinemacı da… Önemli çalışmalar, kitaplar, metinler üreten araştırmacı arkadaşlarımızın, akademisyenlerin, tarih yazıcıların, sinema üzerine fikir üretenlerin kendilerine ve “sahici” belgelere ulaşmaları zor değil.
Sinemamızın, “Damga” (Seyfi Havaeri, 1948) ve “Vurun Kahpeye” (Lütfi Akad, 1949) filmiyle başlayan süreçte ilk yıldızlarını yarattığı fakat henüz bunun bir sisteme dönüşmediği günlerin yıldızlarını yok saymak, öncesinde sadece Cahide Sonku’dan söz edip “yıldızlar geçidini” Ayhan Işık ve sonrasına bırakmak, dahası başrol oyuncularıyla yıldızları ayırt etmemek bir yanılgı ve bilgi eksikliği olarak tanımlanabilir.
Kendi kendini yaratan insanlardandır Sezer Sezin. Çok küçük yaşlarda, annesinden habersiz evden kaçarak “Hürriyet Apartmanı” (1944) ve “Yayla Kartalı” (1945) filmlerinde küçük rollerde oynar. Yapımcı Necip Erses’in isteğiyle, “Köroğlu” filminde oynar; biraz daha iyi bir rolde. Atilla Revüsü’nde sahneye çıkıyor, dans ediyordur. “Damga” (1948) filmindeki ilk önemli oyunuyla ünlenir. Filmin bir hafta salonlarda kalmasını umarlarken, dört hafta gösterilir, kapılarda uzun kuyruklar oluşur. Arkasından “Vurun Kahpeye” (1949) filmi ile yıldızlaşır.
Üstelik sadece oyuncu olarak da yer almaz sinemada. Oynadığı filmlerin öykü-senaryo seçiminden, yönetmen seçimine, oyuncuların belirlenmesine kadar bütün aşamalarında yer alır.
“(…) Erman Kardeşler’de müdür olarak çalışmaya başlamıştım. Erman Kardeşler’in ilk filminde Sezer Sezin oynamıştı. Onun getirdiği bir teklifle Hürrem Bey, ‘Vurun Kahpeye’ üstünde düşünmeye başladı. (…) Satın aldık telif hakkını. Sonra da oturduk, Hürrem Bey, Sezer Sezin, Temel Karamahmut, İbrahim Serpil, Selahattin Küçük ve ben tartıştık. Sanıyorum bir iki günlük bir ön çalışma yaptık. (…) Bir gün sordum Hürrem Bey’e ‘bunu kim yürütecek?’ diye. ‘Sen yapacaksın’ dedi. (…) ‘Bu ağır bir iş. Ben şimdiye kadar böyle bir şey yapmadım’ dedim. ‘Yaparsın, yaparsın!’ dedi. O zaman tereddüt ettim. Sanıyorum Hürrem Bey’in bu teklifinde Sezer Hanım’ın bir etkisi olmuştur. Tabii karar veren Hürrem Bey’di ama Sezer Hanım’ın teşviki olmuştur, sanıyorum. Sezinlediğim kadarıyla böyle oldu.” (1)
Lütfi Akad, “Işıkla Karanlık Arasında” adıyla yayınlanan anılarında o günleri tekrar şu cümlelerle aktarır: “Bir gün Hürrem Erman bir kitap uzattı ‘Bunu oku bakalım’ dedi. Halide Edip Adıvar’ın ‘Vurun Kahpeye’ adlı kitabıydı, Sezer Sezin getirmiş. (…) Bir gün sırf merakımı gidermek için sordum: ‘Yönetmeni kim olacak bunun?’ Hürrem Erman gülerek ‘Sen’ dedi. Gülüyordu ama şaka eder bir hali yoktu. Ciddi olduğundan kuşkulanarak ‘Ben böyle bir şey yapamam’ dedim. Sakin bir şekilde ‘Yaparsın, biz düşündük yaparsın’ dedi.
Biz dediği Sezer Sezin’di. ‘Vurun Kahpeye’ kitabını o seçtiği gibi’ Aliye öğretmen’ rolünü kendisinin oynayacağı doğaldı. Bu nedenle kafa dengi, rahat konuşacağı, ortak çalışma yapabileceği bir yönetmen arıyordu. Benim bu işin altından kalkabileceğime kendince inanmış olacaktı.” (2)
Filme çekilecek öyküyü Sezer Sezin belirlemiştir, sonrasında senaryo çalışmalarına katılmış, filmi kimin yöneteceğini belirlemiş ve başrolünü oynamıştır.
“Erman Kardeşler” film şirketinin kurulmasında, “Damga” filminde yaşanan süreçte, sonrasında kimi oyuncuların, yönetmenlerin sinemaya kazanılmasında Sezer Sezin’in önemli katkıları vardır. “Sezer Sezin’in bulduğu bir hikâye ile Hürrem Erman kararını verdi ve ‘Damga’ adını koyacakları filmi Adapazarı’nda çekmeye koyuldular. (…) Baş erkek oyuncunun, elektrik idaresinde çalışırken Sezer Sezin’in zoruyla filmde oynamaya razı olduğu söyleniyordu. Adı Memduh’tu. İleriki yıllarda sinemamızın sözü edilen yönetmenlerinden biri olacaktı.” (3) Sözü edilen başrol oyuncusu Memduh, filmde Turhan Ün adıyla oynayan sonraki yılların usta yönetmeni Memduh Ün’dür.
“Sezer Sezin ‘Damga’ filmindeki başarısına ‘Vurun Kahpeye’ filmindeki başarısını da katarak Türk sinemasının ilk gerçek yıldızı oluyor.” (4) Örnekler çoğaltılabilir, belge ve kaynak çok, tanıklar hayatta.
“Arkadaşlarım oldu, Şakir Sırmalı, Hürrem Erman arkadaşımdı. Adapazarı’nda sinemaları vardı Hürrem’in ailesinin, buradan film alıp gönderiyordu. O sıralar Şakir Sırmalı bir film yapıyordu. Önceleri Muhsin (Ertuğrul) Bey çekiyordu, Sonraları Baha Gelenbevi, Faruk Kenç filmler yaptı. Amatör bir sevgi içindeydiler. Hiçbir zaman Türk sineması bir sanayi olamadı. Arap filmleri zaten almış başını gidiyor. Taksim Sineması tamamen Arap filmi, ecnebi filmler. Türk filmleri zaten çok az, o da sinema buluyorsa buluyor, en fazla bir hafta oynuyordu. Şakir’le de iyi arkadaşız, o film yapmaya başlayınca ben de Hürrem Erman’a baskı yaptım, ‘İlla film yapalım’ diye. ‘Ben anlamam, nasıl yapacağız’ dedi. ‘Yaparız, niye yapamayalım; bak Şakir de yapıyor, yapıyorlar. Sonra bana ‘Param yok benim’ dedi. Ben de ‘Borç buluruz’ dedim. O, ailesinden borç buldu, ortak kurduk şirketi. Hürrem’i ben zorladım film yapmaya, hiç niyeti yoktu. İsim ne koyalım diye düşünürken ‘Erman Kardeşler’ olsun dedim.
Eseri seçiyorum, senaryo aşamasında da oturup beraber çalışıyorum, yönetmeni seçiyorum, oyuncu seçimine kadar benim inisiyatifimdeydi. Fikret Arıt’ın ‘Güzel Yuana’sını okumuştum. Bunu film yapalım dedim. Okudu, çok beğendi ve hemen bunu senaryo şekline getir dedi. Seyfi Havaeri o zaman filmler yapıyordu, yönetmen olarak onu seçtim, filme (Damga) başladık. O ara Şakir Sırmalı’yla çalışan, hesap işlerine bakan Lütfi Akad, Hürrem’le tanışıyor, sonra benle tanıştırıyor Hürrem. Arkadaş oluyoruz. Biz bu işlere girince Lütfi Akad da bizim muhasebemize, mali işlerimize bakmaya başlıyor. Sonuçta biz ‘Damga’ filmini yaptık. Bir hafta oynasın diye biz böyle can havliyle bakarken dört hafta oynadı. İlk beni meşhur eden ‘Damga’dır. ‘Damga’ damgalamıştır Türk sinemasını. Arkadan ‘Vurun Kahpeye’ gelince işte Türk sinemasının ilk starı oldum.
Damga filmi Türk sinemasını canlandırmıştır, sanayi olabilmesi yolunda ilk adımı atmıştır. ‘Damga’ büyük bir iş yapınca, arkasından ‘Vurun Kahpeye’ de büyük iş yaptı, Taksim meydanında kadar uzun kuyruklar oluştu ve sonra ne oldu, biraz para bulan, evini barkını satan geldi filmciliğe girdi. Ben de biraz sebep oluyorum sanırım, payım vardır.” (5)
(*) “Sinemamızda kadın oyuncular… İlk kadın yıldızlarımız…” başlıklı yazı Mesut Kara’nın “Türk Sineması’da 100 Kadın” adlı yayınlanmamış kitabından kısaltmalarla alınmıştır.
(1) Alim Şerif Onaran. lütfi Ö. Akad. Afa Yayınları, 1990
(2–3–4) Lütfi Akad. Işıkla Karanlık Arasında. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2004
(5) Mesut Kara. “Türk Sineması’da 100 Kadın” adlı yayınlanmamış kitabından kısaltmalarla alınmıştır. (Not: Sezer Sezin’le Temmuz 1996’da başlayan ve günümüze kadar süren görüşmelerimizden… Bu görüşmelerden edindiğim bilgilerin küçük bir kısmı “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler” adlı kitabımda, bir kısmı yaptığım bir televizyon programında yer aldı.)