Unutulmayan yüzler ve yıldızlarımız

Mesut Kara‘nın “Yeşilçam’da unutulmayan Yüzler -Starlar” kitabının yeni baskısı nisan ayında Agora kitaplığından çıkıyor.

ayhan-isik-yesilcam 596Henüz televizyonun evlere girmediği, yazlık ve kışlık sinemaların olduğu yıllardı. Radyo tiyatrolarından, Kemalettin Tuğcu ve Kerime Nadir romanlarına, oradan Yeşilçam filmlerinin büyülü dünyalarına gidip geliyorduk. O dünyaların yakıcı hüznü bizi de kavuruyordu. Yeşilçam’ın unutulmaz filmleri, o filmlerin unutulmaz oyuncuları hepimizi büyülü dünyalarına almışlardı. İnançlı sinemacıların, her biri doğal yetenek olan oyuncuların olanaksızlıklar içinde ortaya çıkardıkları filmler halk tarafından beğeniyle izleniyordu. Melodramlarda ağlayan izleyici macera filmlerinde “esas oğlanın” kötü adamı dövdüğü sahneleri, filmin kahramanını alkışlıyordu. İzleyici Kral Ayhan Işık’ı, Çirkin Kral Yılmaz Güney’i, Malkoçoğlu Cüneyt Arkın’ı, Karaoğlan Kartal Tibet’i alkışlarken, kötü adamlar yuhalanır, ıslıklanırdı.

1970’li yılların başına kadar sürdü bu durum. Sonra büyü bozuldu. Birçok oyuncu uzaklaştı Yeşilçam’dan. Gittikçe daha az film çekilir oldu. 60’lı, 70’li yılların en büyük eğlencesi ve tek seçeneğiydi Yeşilçam filmleri. Yazlık sinemalarda izlenen filmler ve o filmlerin unutulmaz oyuncuları hâlâ belleklerde. Son yıllarda önemli bir kuşağın son temsilcilerini de yitirmeye başladık. İhsan Yüce, Osman Alyanak, Hulusi Kentmen, Aliye Rona, Sadri Alışık, Kadir Savun, Nubar Terziyan, Ferda Ferdağ, Önder Somer, Erol Taş, Neriman Köksal, Hayati Hamzaoğlu, Turgut Özatay yitirdiğimiz sanatçılardan sadece bir kaçı… Ne yazık ki 50’li yılların birçok önemli oyuncusuna yetişemedim. Cahide Sonku’yu, Ayhan Işık’ı, Belgin Doruk’u Vahi Öz’ü, Muazzez Arçay’ı, Cahit Irgat’ı, Salih Tozan’ı, Mümtaz Ener’i, Suphi Kaner’i, Ahmet Tarık Tekçe’yi, Diclehan Baban’ı, Yıldırım Önal’ı daha birçok sevdiğim oyuncuyu tanımak, öykülerini kendi seslerinden dinlemek isterdim.

sami-hazinses_35466SAMİ HAZİNSES’LE SÖYLEŞİ
1991 yılında Sami Hazinses’le yaptığım söyleşi yayınlandığında, Türk sinemasına emeği geçmiş oyuncusundan yönetmenine, set işçisinden kameramanına, ışıkçısına kadar konuşmadığım kimse kalmasın coşkusunu yaşıyordum. Bu coşku ve yolculuğum sürüyor. Yolculuğumun ilk ürünleri Artizler Kahvesi adlı kitabımda toplanmıştı. O yıllarda televizyon kanallarının eski Türk filmlerini göstermesiyle ve Artizler Kahvesi kitabında toplanan yazıların yayınlanmasıyla Yeşilçam’ın unutulmayan yüzleri tekrar gündeme geldi, hatırlandı. Bu tarz yazılar, söyleşiler günlük basında, dergilerde yer almaya ve televizyon programlarına, belgesellere girmeye başladı. Bu geç kalınmış bir hatırlamaydı.

Yaprak dökümü başlamıştı ve önemli bir kuşağın son temsilcilerini de yitiriyorduk birer birer. Sessiz sedasız, sade törenlerle ayrılıyorlardı aramızdan. Ölümlerinden haberimiz bile olmuyordu. Gazetelere, televizyonlara haber olamıyordu bu ölümler. Son yıllarda yaşananlara baktığımda dehşete düşüyorum. Belki de Cumhuriyet tarihinin en fazla ve en hızlı insan kirlenmesinin yaşandığı bir dönemden geçtik, geçiyoruz. Yeni bir kültür, yeni bir insan tipi oluşturulmaya çalışıldı. Kıskanç, hırslı, bencil, faydacı olan bu yeni insan tipi en yakın dostlarına bile bürokrat ve hoyrat davranmayı erdem sayıyor.

AÇLIĞI DA ADAM GİBİ YAŞIYORDUK
Her şey değişmişti ve bu değişimi en iyi Türk sineması yansıtıyordu. Geçmiş yıllarda var olan güzellikler yok olmuş, değişmiş, yerini başka şeyler, “yükselen değerler” almıştı. Bunları, o filmleri izledikçe görüyorduk. Örneğin insanlar, Üç Arkadaş filminde izlediği (hatta belki de çocukluğunda yaşadığı) sevgi, dostluk ve dayanışma ruhunu, bugünün dünyasında bulamıyordu. Birçoğumuz iyi insan olmayı, isyan etmeyi, mücadeleyi o filmlerin cehenneme bır yolcukahramanlarından, Yılmaz Güney’den, Cüneyt Arkın’dan, Nubar Terziyan’dan, Osman Alyanak’tan, İhsan Yüce’den öğrenerek büyümüştük. Oysa şimdi dünya farklıydı… Bu farklılaşmayı, değişimi Tunç Başaran’ın Piano Piano Bacaksız filminde de iliklerimize kadar irkilerek izliyoruz. Çok sevdiğim ve defalarca izlediğim bu filmde değişim şu cümlelerle ne güzel anlatılıyordu: “Biz eskiden de açtık, ama açlığı da adam gibi yaşıyorduk.

İSTANBUL SİNEMA DEMEKTİ
Çocukluğumun Yeşilçam’ı en çok Ahmet Tarık Tekçe, Suphi Kaner, Yıldırım Önal ve Yılmaz Güney’di fakat sadece bu kadar değildi. Orhan Günşiray’dı, Cüneyt Arkın’dı, Sami Hazinses’di, Vahi Öz’dü, Hüseyin Baradan’dı, Necdet Tosun’du, Mürüvvet Sim’di, Mualla Sürer’di… 70’li yılların başında şimdiki adı Gazeteci Erol Dernek Sokak olan sokaktaki “Ata’nın Kahvesi”nin önünden geçtiğimde en çok Arap Celal’i görürdüm. Sokağın öbür ucunda Hayati Hamzaoğlu görünürdü. Havva Sokak’ta Renan Fosforoğlu’na, Anadolu Pasajı’nın önünde Cevat Kurtuluş’a, Yeşilçam Sokak’da “Tecavüzcü Coşkun”a rastlardım. O yıllarda insanlar “artiz” olmak için evlerinden kaçar, soluğu İstanbul’da, Beyoğlu’nda alırlardı. Anadolu’dan bakıldığında İstanbul, sinema demekti.

Yılmaz Güney’li, Cüneyt Arkın’lı filmler kadar Ayşecik’li, Ömercik’li, Yumurcak’lı, filmler de büyük ilgi görüyor, mutlu sona hep birlikte seviniliyordu. Ezilen, horlanan, hep ağlayan Ayşecik’in, sevimli Ömercik’in, Afacan’ın, Yumurcak’ın, Sezercik’in yanı sıra o filmlerin iyi, sevimli ve babacan insanları Vahi Öz, Hulusi Kentmen, Necdet Tosun, Sami Hazinses, Suna Pekuysal, Hüseyin Baradan, Cevat Kurtuluş’la da bütünleşirdik. “Bana annemi versin, bütün servet onun olsun. Ben para pul istemiyorum, annemi istiyorum” diyordu Yavrum filminde Ayşecik. Ayşecik Fakir Prenses filminde de babası o doğmadan ölmüş, mahallede herkesin prenses dediği biridir. Günün birinde prenses olur. O filmde de “ben sevdiğim insanlar arasında yaşayayım da varsın fakir olayım” der.

Geçtiğimiz günlerde “Sinema ve 12 Eylül” adlı kitabımın yayınlandığı Agora Kitaplığı tarafından “Artizler Kahvesi” ve “Yeşilçam’da Unutulmayan Yüzler – Starlar” adlı kitaplarımın da yeni baskıları yapıldı.

One thought on “Unutulmayan yüzler ve yıldızlarımız

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir