Bunları biliyor muydunuz? Sansüre uğrayan ilk Türk filmi…

Sansür uygulanan ilk Türk filmi 1919 yılı yapımı Mürebbiye filmidir. Filmin sansürlenme sebebi olarak çeşitli kaynaklarda şu bilgiye rastladık:

İşgal kuvvetleri komutanı Fransız General Franchet D’Esperey “Bir Fransız kızının, bu şekilde ahlaksızca gösterilemeyeceği, Anjel’in şahsında Fransızların küçük düşürüldüğü” gerekçesiyle filmi yasaklar. Fakat film yasak olmasına rağmen gizlice gösterilir ve büyük ilgi görür. (Alıntı: Odatv.com)

Nijat Özön, “Türk Sinema Tarihi” kitabında film hakkında şunları yazmaktadır:

Görsel Çizgili forum sitesinden alınmıştır
Görsel Çizgili forum sitesinden alınmıştır

“….film gösterilmeğe başlandı. Birer dakika fasıla ile bir prolog ve dört kısımdan ibaret olan mevzu bir buçuk saat zarfında hitam buldu. Film hakkındaki fikirlerimizi üç kısma ayırabiliriz.

Birincisi senaryo hakkında, ikincisi suret-i temsil ve üçüncüsü manzaraların alınışı ve dekorlar hakkında olacak. Evvela Milli hayatımızdan, milli ahlak ve adatımıza ait bir safha göstermek maksadiyle intihap edilen mevzuu Hüseyin Rahmi Bey gibi bizde, en şahsi ve yegane Humorist edibimizden almak büyük bir isaabet olmuş. Bizde her sınıf halk tarafından büyük bir zevkle okunmuş. Takdir edilmiş yegâne romancımız Hüseyin Rahmi Bey‘in bu eseri ekseriyetçe okunmamış meçhul bir roman olsaydı senaryo hakkında biraz daha şedit bir tenkid yapmak haklı olabilirdi. Filhakika 0 gün müdavele-i efkar ettigimiz bazı muharrirlerce dermeyan edildigi veçhile dört kısımlık büyük bir mevzu olarak imal edilen film Hüseyin Rahmi Bey’in “Mürebbiye” romanı ile mukayese edilirse bir hayli sönük kaIır. O halde ki romanı okumamış olan, Dehri Efendi’yi, Amca Bey’i, Eda Kalfa’yı tanımamış olan bir temaşager ekranda gördüğü tipleri müphem, mütereddit, her halde natamam ve gayr-i mükemmel görür Zaten bundan dolayıdır ki herkesçe malum ve meduh olan bir roman tercih edilmiş.

İitikadımızca Hüseyin Rahmi Bey‘in romanIarı senaryo haline ifrag olundugu takdirde esasından, ruhundan, telafi edilemiyecek Kadar kaybetmiş olur. Çünkü, mumaileyh, kahramanlarını size hem sahife sahife tah’il ve hem de bir vesile ile mükamele suretiyle kameraya e tanıttırır. vak’alarını bir fotograf plak’ı Kadar ince ve keskin bir surette kaydeder. Gözlerinizin onünde her kahramanın şahsiyetine göre kullandığı tarz-ı beyan ile yaşatır. kullandığı tabirler – ekspresyonlar- hiçbir muharririmizin yetişemeyeceği kadar hakikate sadık ve sanatkaranedir. Halbuki ekran üstünde temaşager için vak’a, sade vak’a lazımdır.

Mevzuun, psikolojisi, tiplerin hayatı, ahengi hep tertib edilen vak’alarla tebarüz etmelidir. Mesela en ziyade anladığımız tip Suret-i temsile gelince: Objektif karşısında oynamak bizde daha pek yeni bir şeydir. Avrupa’da bile namları dünyayı saran deha-ı temaşa adese karşısında bir dilsiz kadar aciz kalıyorlar. Bu şubede muvaffak olmak için fevkalade bir hususiyetle yaratılmış olmakla beraber ciddi tecrübeler geçirmiş bulunmak icab eder zannındayız. Prolog manzaralarında oynayan Rum kumpanyası artistlerinden bazısı tavr-u hareket ile itibariyle fena değildi. Fakat Maksim rolünü yapan müsün zat bize eski rıhtımdaki pandomim tiyatrolarında mazlum peder rolüne kurulu manken zannını veriyordu. Verruti denilen bu kuklanın yerine, hatta bütün bu kısmı oynayan aktörlerin yerine bizde mevcut olanlarıyla iktifa edilseydi belki daha az soğuk bir prolog yapılabilirdi.

Nijat_özön_türk_sinema_tarihiDiğer eşhas-i esasiyeyi yapan mümesiller heyet-i umumiye itibariyIe kendilerinden ümit edilenden daha iyi idiler. Bilhassa Fehim Efendi üstadımızın ifade-i veçhiyede bizce müsellem olan kudreti burada da bütün manasiyle temeyüz ediyordu. Madam Kalitea cidden rolünü pek iyi anlamıştı. Senaryoda gösterilebilecek her şeyi mükemmelen ifa etti.

Çehresi, gözleri, evzaı, desas kokot ruhlu mürebbiyeyi tamamen ifade ediyordu. Eda rolünde Madam Bayzar ve Şemi rolünde Raşit Rıza, aşçıbaşı rolünde Behzat Beyler de şayan -ı takdir idiler. Diğer rollerde ve hatta Fehim Efendi’den başka bütün mümessillerde ifade-i veçhiye eksikliği göze çarpıyordu. Her ne kadar bunda film almak usullerinin de dahli olsa bile yine bu mühim noksan şöyle manasiyle nazar-i dikkate çarpıyordu.

Mamafih pek yeni olarak objektif karşısına geçen mümessillerimizin az zaman zarfında tecrübelerini ikmal ederek daha ziyade muvaffak olacaklarına itimadımız ber-kemaldir. Her halde şimdilik pek yabancısı olduğumuz bu sanatta da sahib-i ihtisas arkadaşlarımızı aklayacağıma eminim.

Bütün bu ufak tefek tafsilatan sarfıi zarar edildiği takdirde, başta dedigimiz gibi bu eser bilhassa sinema alınış itibarı ile bir hatve-i muvaffakiyettir. Amil-i gayyuru Fuat Bey’in ikinci ve üçüncü filmlerde birincisinde göze batan kusurlardan azade, daha temiz ve muvaffak iler vücuda getireceğinden emin olmalıyız. Bu fedakarlıklara karşı halkımızda da bir parça hissitakdir ve idrak uyanırsa bu ümidi uzun ve parlak bir istikbal için de besliyebiliriz.” (Nijat Özön, 1.6.1919 Temaşa d.)

3 thoughts on “Bunları biliyor muydunuz? Sansüre uğrayan ilk Türk filmi…

  1. Bir Masal: Beynindeki polislerin talimatına göre senaryo yazmaya, film yapmaya çalışan sinemacılar… Paralarını kurtarmak için filmlerini 32 yerinden bıçaklatmaya mecbur kalan yapımcılar… Denetleme kurulu’nun memurları ve bu memurlara karşı geçen filmleri dahi denetleyen, ve Müjde Ar’ın deyimi ile ‘son kesici olan’ TRT…Ve kültür bakanı Mesut Yılmaz’ın bile sorduğu bir soru: ”Türk Sineması Neden Gelişmiyor?”

    Soruya en güzel yanıt Atıf Yılmaz’ın ilginç anısıyla geliyor.
    ”Bir süre önce önce Amerikalı bir sinemacı sordu: Diyelim ki ülkenizdeki sansür, Sansür Kurulu kalktı… Ceza Yasanızdaki kısıtlamalarda yok…Ve gerçek bir demokrasi geldi. Neyin filmini yapardınız? Vallahi dedim, o kadar güzel bir masal anlattınız ki bunun filmini yapardım.”

    Denetleme Kurulu Sansür Örnekleri

    Şoförün Karısı. ”Leyla ile Handan birlikte oturmaya karar verdikleri zaman senaryoda ve diyalogda bulunmayan ‘kazancımızı ortaya koyar birlikte harcarız’ sözünün çıkarılması…” Denetleme Kurulu’nun bazı üyeleri bu sözün bir çeşit komünizm düşüncesi aşıladığını ileri sürmüştür.

    Kelepçeli Melek. Filmde suçlu kız Türkan Şoray senaryoya göre idam edilmesi gerekiyordu. Ancak denetleme kurulu ” Bu kadar güzel bir kızın idamına vicdan elbermez” hükmüyle idam sahnesini değiştirmişti.

    Kardeş Kurşunu. Filmde kumsal boyunca el ele yürüyen bir çift suya giriyorlar ve bellerine kadar ilerleyip ufku izlemeye başlıyorlar. Kurul bu sahneyi rus gemilerine koordinat vereceği gerekçesiyle yasaklamıştı.

    Sessiz Harp: Filmde geçen ” Washington menşeili bir habere göre, amerika birleşik devletleri’nin Türkiye’ye verdiği sualtı mayınlarının dökülmesine başlanmıştı’ şeklinde bir cümle sırrı ifşa ettiğinden ve radyolarında da böyle bir haber neşredilemeyeceği cihetle bu cümlenin çıkarılması…”

    Silahlar Konuşuyor. ” Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’nin üç derbeder bekçi ile muhafaza edilemiyeceği bir hakikat bulunduğuna göre, bu hazine dairesinin bu kadar basit bir usullerle soyulamayacağı bedihidir. Binaenaleyh bu hırsızlık fiilini kolaylıkla muvaffak olmuş göstermek suça teşvik mahiyetinde telakki olunmuştur…”

    Bir Bahar Akşamı. ”Oya’nın babasının Suat hakkında söylediği ‘ikiniz ayrı alemlerin insanlarısınız’ cümlesi bir sınıf farkını ima ettiğinden çıkarılması, Oya’nın iş ararken detaylar halinde gösterilen şirketler ve şahıslar’ın iş olmadığını ima ederek müracatlarını reddeder mahiyetdeki sözlerin çıkarılması.

    Teyzem. Üvey kızına saldıran adamın asker üniformalı olması nedeniyle kesilip yeniden çekildi.

    Hazret-i Ömer. Hazret’i Ömer’in ashabıyla birlikte Hazret-i Muhammed’İn Kuran okutmakta olduğu bir meclise eli kılıçlı olarak girmek istemesi üzerine, ellerindeki kılıçlarla kıyam eden ashaba hitaben Hazret-i Muhammed’in hafiften duyulan ’Hattaboğlu Ömer mi? Bırakın gelsin’ şeklindeki sesi 20 sayılı senaryo kararına uyularak filme alınmaması icap ederken, lazimiye riayet edilmediği görülmekle Hazret-i Muhammed’in mübarek seslerinin taklidinin halkımız üzerinde iyi tesir bırakmayacağı düşünülerek filmden çıkarılması, gerekiyorsa bunun yerine ashaptan birinin ‘Resul-u Ekrem müsaade ediyor bırakın gelsin’ diye bir ibarenin koyulması…’’

    Yeşilçam Kaynıyor, Sansür Kavgası

    Nokta Dergisi 8 Şubat 1987

  2. Çağırın ruhunu…1955 yılında Gün Doğarken filmi çevriliyor. Orhan Arıburnu hem yönetmen, hem başrol oyuncusu. Nazım Hikmet’in ”insanlık ölmedi ya” adlı piyesinden uyarlanıp, Refik Erduran tarafından senaryolaştırılmış. prodüktörü de o. Dönemin sansür kurulu senaryoyu okuyor ve onaylıyor. Film bitiyor yeniden sansür kuruluna gönderiliyor ve … sonrasını Refik Erduran anlatıyor.
    ”Kurul senaryosunu okuyup onayladığı filme ‘olmaz’ dedi. Yahu yapmayın etmeyin, neden olmaz? Senaryoda olmayan bişeymi yaptık. Filme çıplak kadın, kızıl bayrak falanmı koyduk. Hayır, hiçbiri yok. ‘Anlamı kötü’ imiş. Filmde insanların, iyi insanların kazıklandığını anlatmışız. Peki yaşamda olmuyormu? Sansür Kurulu: Oluyor, ama bunu halka açıklamak doğru olmaz. Dünya kadar para yatırmışın filme eklemeler, çıkarmalar yaptık. Tam beş kez her seferinde seyredip ‘olmadı’ dediler. Sonunda dayanamayıp sorduk: ‘Peki ne olsun?’ Söylediler: Nubar Terziyan’ın oynadığı yaşlı bir adam vardı filmin sonunda ölen. Onun ruhu çağrılacakmış finalde. Ruh bulutların üstünde bir nutuk çekecekmiş. şöyle: ‘Aslında Türkiye böyle bir ülke değildir. Bu ülkede namuslu insanlarda kazanır.’ diyecekmiş. Sonunda denilen yapıldı. Ama bensiz. Filmi zararına bir başkasına satıp kurtuldum.”

    Yeşilçam’ın Apo Gardaşı Apdurrahman Keskiner anlatıyor,

    ”Umut filminin senaryosu da denetimden geçmişti… Filmi çektikten sonra yine kurula gönderdik ve yine red cevabı aldık. Nedenini sorduğumuzda şöyle dediler: kardeşim, senaryoda fayton demişsin, atlı araba çekmişsin… Araba eski…Atlar sıskalıktan neredeyse ölecek…Köy demişsin, köy çamur içinde…Olmaz böyle şey…”

    Söz sansürden açılınca Apo Gardaş’ta hikayelerin ardı arkası kesilmiyor ve başlıyor gülerek anlatmaya,

    ”Filmin adı El Kapısıydı…Senaryoyu denetime göndermiş çekim iznini almıştık. Film tamamlandıktan sonra gösterimi için tekrar denetime gönderdik red cevabı geldi. Gerekçe ilginçti. Senaryoda bir sahnede jeep devriliyor ve iki adam ölüyordu. Çekim esnasında bu sahneyi çıkartmış ve çekmemiştik. Denetim Kurulundan gelen yazı şöyleydi. ‘Senaryoda bulunan, jeep’in devrildiği sahne filmin aslında bulunmadığından filmin gösterilmesi sakıncalı bulunmuştur…’ Biz de oturduk jeep’i devirdik, iki adamı öldürdük bu sahneleride filme ekleyip denetime tekrar gönderdik… Film aklandı…”

    Yeşilçam Kaynıyor, Sansür Kavgası

    Nokta Dergisi 8 Şubat 1987

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir