Bu pazar, hafta içerisinde ardı ardına izlediğim üç filmi ele almayı tercih ettim. Birbirinden ayrı bu üç filmin yazının ortak noktasını oluşturan yönü ise Türk ve Avrupa sinemasıyla ikisi arasında köprüyü oluşturan yerel ve batılı bakış açısını görebilmekti.
Umuda Yolculuk – 1990 :
Listenin başında yeralan film 1990 yılında Xavier Koller tarafından çekilen Umuda Yolculuk. Yılmaz Güney sinemasıyla aralanan ulusal film yolculuğumuzun İsviçreli bir yönetmen tarafından ele alınışı da denilebilir.
Filmin ilk çeyreğini oluşturan Anadolu kısımda Yol filminden esintileri yakalayabilmek mümkün. Maraşlı bir Alevi ailenin İsviçreye kaçak yollardan giriş yolculuğu 2000’li yıllarda Fatih Akınla şahlanışa geçen göçmen temalı ve Avrupanın istediği şekilde ele alınmış filmlerin ön bir prototipi niteliğinde. Yol filmindekine benzer bir rolün sürdüren Necmettin Çobanoğlu’nun yanı sıra Nur Sürer, Yaman Okay ve Emin Sürer harika performans sergilemekte.
Umuda Yolculuğun Türkiyede gösterime girdiği 1990 senesindeki televizyon fragmanlarını hatırlıyorum. Tünel ve tren sahneleri arasında Mehmet Alinin yüzünden kesitleri çocuk oyuncu olması ve sinemaya yaşıtlarımın ötesinde bir ilgim olmasından kendimle özdeşleştirdiğimi hatırlıyorum.
Yolculuk temalı bir film olarak ilk bir saat içerisinde herşey yolunda giderken bol bol İstanbul, güney ve kuzey İtalya manzarası eşliğinde iyi ve kötü karakter analizine girmeden seyir zevkine daldım. Çekirdek ailenin Milanoya varmasıyla beraber fırsatçılık, yardımseverlik ve ufak ancak etkili bir kaç mesajla hem umut hem de umudu sömürerek mafyalaşmış insanlar arasında ki farkları keşfe çıkıyoruz. Son yarım saatlik kısım ise derin darbe olarak değerlendirilebilecek talihsizlikler peşpeşe gelmeye başlıyor.
Kaçak göç ve yabancı düşmanlığı bugünde Avrupanın ana meselelerinden birisi. Bu konuyu siyasi sebeplerden öte olayın sosyolojik ve ekonomik boyutu üzerinden tarafsız bir şekilde ele almaya çalışan yönetmenin bu çabası takdire şayan. Gerilim ve resimleme açısından da oldukça güçlü bir yapıt.
Filmin başarısız kısımları ise zayıf bir final ve mafyaya karşı verilen diyet (kontrat) gibi detayların sonuçsuz kalması. Çekirdek ailenin hikayesi ve yolculuk güzel bir seyirde giderken bir anda göçmen gruba yeni üyelerin katılımı ve bu karakterleri tek tek analiz etmeden ezbere bazı temalarla (dindarlık, siyasi iltica, feodallik gibi) hareket etmek filmin başarısını etkiliyor. Bununla beraber filmin saksafonla oluşturulmuş tematik müzikleri Anadolu Orta Avrupa arasında geçen bir hikayeye gerçekten yama gibi duruyor ve başarısız.
Umut Üzümleri – 2011 :
Listenin ikinci sırası Tunç Okan’ın Fakir Baykurttan hareketle 2011 yılında tamamladığı Umut Üzümleri. Okan’ın Türk Sinemasında göç filmleri üzerine Avrupa ve Türkiye’de yaşayarak her iki coğrafyanın dinamiklerini sanatçı duyarlılığı ile hayatın dinginliği içerisinde ki gülümseten renklerle harmanladığı hepimizin kabulü. Umut Üzümlerinin en başarılı yönü, Yeşilçamın büyük ustası Ahmet Mekin’in mükemmel oyunculuğu. Yetkin Dikiciler ise sinemamızda sahip olduğu özgün konumu devam ettiren bir rolü canlandırmakta.
Umut Üzümleri biraz Dondurmam Gaymak filmi ile yakalanan batılı taşra insanının başından geçen dramatik olayları eleştiri ve güldürü ikilisi arasında ele alan bir akımın sürdürücüsü. Aslında verilen mesajlar gayet net ve kavraması kolay.
Birarada yaşayan sıradan insanların umut ekseninde birleşerek hayatlarının ve kendilerinden sonra gelecek kuşakların devamı için sürdürdükleri güzel bir mücadelenin öyküsü. Filmde öz kardeşler arasındaki çekişmeden bürokrasi ve günümüzde de hala büyük bir problem olmayı sürdürüen rüşvet – rant ilişkileri hafif bir şekilde ele alınıyor. Buraya kadar anlatılan herşey filmin hikayesini garantilemiş ve Türk sinemasının izlemeye değer filmlerinden birisi olacağını göstermekte.
Peki Tunç Okan filmografisi açısından Umut Üzümlerinin yeri ne olmalıdır ? Çıtasını çektiği her filmde yükselten ve Türk sinemasında kendine özgü ve pek çok insanın ortak kanaati olarak Fikrimin İnce Gülü gibi yüzakı çalışmalarımızdan birisine imzasını atmış Tunç Okan sineması için Umut Üzümleri vasat bir çalışma olarak yer alıyor.
Filmin her noktasında ince inceye dokunmuş bir emek yumağı ve içten oyunculukla seyirciyi kavrayan bir çalışma var. Balkan esintileri taşıyan müzikler oldukça başarılı ve ortada son dönem komedi filmleri sorununa alternatif olarak ortaya çıkmış güzel bir samimiyet mevcut. Ancak kaplumbağa ve bürokrat tiplemeleri detayları haricinde bu filmin Tunç Okan imzası taşıyan bir film olup olmadığı belli değil. 1970’lerden bu yana sinema yolculuğunu kendini yenileyerek sürdürmüş bir sinema adamı için Umut Üzümleri genç kuşak yönetmenlerimizin ikinci veya üçüncü filmleri ayarında bir çalışma.
Ortak yapım olmanın getirdiği yerli ve yabancı karma oyuncu seçimi Cumartesi Cumartesi, Fikrimin İnce Gülü gibi eserlerde filmin bütünlüğünü bozmayan ve zenginliği artıran bir öğe olmasına karşı, Umut Üzümlerinde Mekin’in karısı Cennet’in bizzat yabancı bir oyuncu tarafından canlandırılması filmin gücünü azaltıyor. Açıkçası film boyunca altı çizilen Kırım Tatarlarının yani göçmenlerin oluşturduğu bir köyün etrafında dolanan hikayede yine buna uygun olarak bir seçime gidilebilirdi.
Beş Şehir – 2009 :
Avrupa, Karma ve son noktada tamamen yerli bir yapımla devam ettiğimiz listemizin sonunda yeralan çalışma Polis filmiyle kendine has bir çizgi oluşturacağını kanıtlayan Onur Ünlüye ait 2009 yapımı Beş Şehir. Beş insan hikayesinin öncelikle birbirinden bağımsız daha sonra bir noktada buluştuğu bir kurmaca – dramda 2006’da Alejandro Gonzalesin Babel’de izlediği dramatik karmaşanın biraz daha filtreden geçmiş ve absürde edilmiş hali mevcut. Kesinlikle izlemeye değer ve sinemamız için oluşturulacak listemelerde yer alması gereken bir yapım.
Filmde karakterlerin bir noktada birleşmeyeceğinden emin olsanız kendinizi kimi zaman 1990’ların (özellikle polis Aydının hikayesi ve Ahmet Kaya müziği) kimi zamanda 1970’lerin Türkiyesinde (Kedi ve Tren satıcısı bölümü) olduğunuzu düşünebileceğiniz bir atmosfer hakim. Dingin bir yapıda ilerlerken şok eden sahneler, diyaloglarda ki kontrollü ve agresif zıtlıklar, insani değerlere zekice dokunan resimlemeler oldukça başarılı. Böylelikle yerli bir drama olarak gerçekten güzel çalışmalar yapılabileceği ve korku, komedi filmlerinde girilen çıkmazların ardından dram konusunda işinin ehli insanların güzel bir yol oluşturabileceğinin sinyallerini alıyoruz.
Filmin müzik seçimi hikayeyi dramadan öte daha çok arabeskleştirmiş. Açıkçası Türkiyenin çözülmesi için artık akademik dokunuşlara ihtiyaç duyulan bir probleminin altını çiziyor bu yaklaşım. İnsanların zora sıkıştıklarında adına mağduriyet diyerek bunun uğrunda kolayca kendi seviyesinden aşağı inmekten çekinmediği, inceden karşısındakini suçlarken kendini talihsizler grubunda göstermeye heves ettiği ve isteğine ulaştığında kullandıkları insanları daha çok ezmeyi marifet saydığı bir şark kurnazlığı problemi bu. Özellikle Polis Aydın’da bu yaklaşımı gayet net bir şekilde görüyoruz. (Burada bir parantez açarak Tansu Biçerin rolünün hakkını fazlasıyla verdiği ve tiplemenin ötesinde yeni bir kişilik yaratmışcasına içten oyunculuğu tebrik edilmeli.)
Oyunculuğu dikkate değer ve sinema kariyerinin de yaşıyla beraber büyümesini arzuladığım Ege Tanman öğrenci – Osman bölümünde oynamayıp adeta yaşayan bir performans sergiliyor. Burada senelerce verem olan, ağlaşan, bir şekilde kötü adamın pençesine düşen dolgu maddesi çocuk oyuncu saplantılarımıza da güzel bir alternatif geliştirilmiş. Yönetmen Onur Ünlünün bu konuda ki çabalarının büyük bir katkısı olduğunu düşünmekle beraber Tanmanın kişisel yeteneği (özellikle vücut dili ve mimikleri) polis Aydın ile beraber filmin ilk yarısının gücünü pekiştiriyor.
Film hakkındaki incelemeleri ve izleyici yorumlarını gözden geçirdiğimde pek çok kişinin en beğendiği bölümün tren satıcısı ve kedi olduğunu gördüm. Kişisel görüşüm olarak ben bu bölümün filmden tamamen bağımsız olarak geliştiğini ve ardından ana hikayeye dahil edilmek için biraz zorlama olduğunu düşünüyorum. Öncelikle polis, öğrenci ve öğretmen hikayelerindeki dramatik bütün, fantastik bir noktaya kaymış.
Filmin ölümde buluşturduğu bu insan hikayeleri içinde öğretmenin kızı sebebiyle bütüne katılan bu kısım olmasa farklı bir film ortaya çıkabilirdi. Bu kısım filmi ekşi sözlükleştirmiş de denilebilir. Ortada hem zeka, hem kültür hem de bilgi birikimi var. Ancak bu üç öğe uzmanlaşma ve kişisel donanımdan ziyade başka insanların arasında yer bulmak ve birazda kendi şovunu ortaya çıkarma güdüsü olarak buluşuyor.
Umuda Yolculuk ve Umut Üzümlerinde olduğu gibi burada da Öğretmen ve final kısımlarından özellikle bahsetmeyerek filmin tamamının izlenmesine kendi ölçütlerim içerisinde bir katkıda bulunmak istiyorum : Bu filmlerin yasal dvd veya bluray basımlarını arşive katmanın sinemamıza kendi çapımızda bir katkı olacağını hatırlatmak isterim.
Kapanış :
Yazıyı tamamlarken Türkiyenin dışarıdan, karma ve içeriden ele alındığı bakış açılarının oluşturduğu bu filmlerle sinemamızın bundan sonraki yolculuğunda izlenebilecek yollar betimlenebilir.
Öncelikle artık içinden kurtulması gereken girdaplar : Mağduriyet, Arabesk ve Kendini Ezik Görme temaları.Üzerine daha çok gidilmesi gereken konular Türkiyenin Toplumsal ve Sosyolojik Dinamikleri.
Bazı şeylere dışarıdan bakıldığında kendi kendimizi dünyadan soyutladığımız ve şahsına münhasır bir ülkeyi oluşturduğumuz ortada, oysa ki dünyanın herkesin dünyası olduğu ve insan hikayelerinin kıtalar ve coğrafya farketmeksizin sadece insan olmaktan kaynaklanan ortak bir dile sahip olduğu ise bir gerçek.
Bulunduğumuz coğrafyayı doğu ve batı olarak düşünmeksizin olduğu şekliyle kabul ettiğimizde, ne fazlasıyla batılı olmaya çalışan ne de oryantalizm adına ruh sağlığını bozacak derecede arabeske gömülen hikayelerle bir sonuca ulaşamayacağımızı anlamış olacağız.
Yazan: Gökay GELGEÇ – Yojimbooo
Umut Üzümleri Fragman :
Beş Şehir Fragman :