Yaprak döker bir yanımız Tuncel Kurtiz

Tuncel Kurtiz
Tuncel Kurtiz

Mesut Kara’nın Evrensel gazetesinde 6 Ekim 2013’te yayınlanan yazısı: 

Eylül yine acı/masız yüzünü göstererek geçti. “Kanlı Eylül ve hayatın renkleri” başlıklı yazımızı “Sinemanın akışını değiştiren adam: Yılmaz Güney”, “Yılmaz Güney ve Eylül” yazılarıyla sürdürmüştük bu sayfada. Yılmaz Güney’in Duvar filmi üzerine biraz daha ayrıntılı yazmayı planlarken Duvar’ın Tonton Ali’si Tuncel Kurtiz ustayı kaybettik, Yılmaz Güney ve Erkan Yücel gibi yine bir Eylül günü; yine tiyatronun bir başka önemli ismi Beklan Algan gibi 27 Eylül’de.

Sağlık nedeniyle düşerek kaybetse de hayatını, aslında ayakta öldü Tuncel Kurtiz, hem de dimdik ayakta; son nefesine kadar “İnsana yakışır olduğundan komünistim” diyerek.

Son Kuşlar’ın Turgut’u, Hudutların Kanunu’nun Bekir’i, Umut’un Hasan’ı, Sürü’nün Hamo’su, Bereketli Topraklar Üzerinde’nin Zeynel Ağa’sı, Işıklar Sönmesin’in Haydar Ağa’sı, Tabutta Röveşata’nın Reis’i bizim için bütün bunların toplamında tiyatro ve sinemanın Tuncel Kurtiz’iydi yitirdiğimiz büyük sanatçı.

05
Umut (1970): Tuncel Kurtiz ve Yılmaz Güney

Genç kuşaklar ve geniş kitleler son yıllarda onu Ezel’in Ramiz Dayı’sı olarak tanıdı sevdi. Bu tanıma eksik olabilir fakat yanlış ya da kötü değildi çünkü Ramiz Dayı da Tuncel Kurtiz’di. Genç kuşakların ya da geniş izleyici kitlesinin yukarıda saydığımız filmleri izleme olanağı yoktu ki ustayı ‘bizim gibi’ tanıyabilsin, Hamo Ağa ya da Hamal Hasan olarak da bilsin, sevsin. Ustanın ölümü üzerine “O, bizim için hiçbir zaman Ramiz Dayı olmadı Hamo’ydu, Hasan’dı” cümlelerini içeren yazılar da okudum sosyal medyada. Örneğin Yılmaz Güney (oyuncu olarak) yalnızca Umut’un Cabbar’ı değildi sinemada; Kasımpaşalı Recep’ti, Eşrefpaşalı’ydı, Tilki Selim’di, Kovboy Ali’ydi de aynı zamanda.

Sinemanın akışını değiştiren adam” başlıklı yazımızda yazmıştık: Yılmaz Güney’i belli dönemleriyle, belli filmleriyle değerlendirmek, anlamaya çalışmak zordur; eksik kalır, yanlış olur. Örneğin, bazı seyircilerin ya da küçük aydınların küçümsediği filmleri yapmasa sinemanın ‘çirkin kral’ı olamayabilir, bu denli iz bırakamayabilir, sinemanın akışını değiştirecek filmleri yapamayabilirdi; ya da yalnızca kafasındaki sinemayı yapmaya koyulsaydı yine hem böylesine sevilen bir halk sanatçısı olamayabilir ve bu kadar uzun soluklu bir etki bırakamayabilirdi.”

Egemenler elbette medyasıyla, her türden iletişim aracıyla gerçeği, geniş yığınları manipüle ederler. Tuncel Kurtiz’in Emek Sineması yıkımına karşı direnenlerin içinde olduğunun, Gezi direnişçilerine destek verdiğinin bilinmesinden çok Ramiz Dayı sözleriyle, dizide okuduğu şiirlerle tanınmasını, bilinmesini sağlamak ister; diziden görüntüleri yaygınlaştırarak popüler kültür malzemesine dönüştürerek içini boşaltmaya, tüketmeye hizmet eder. Fakat egemenlerin medyasının gücü sanatın ve sanatçının gücünden daha büyük değildir. 12 Eylül faşist darbesi Yılmaz Güney’i, bütün yakmalara-imhalara rağmen filmlerini, toplumsal hafızayı yok edebildi mi?

Tuncel Kurtiz’i Ezel dizisinde Ramiz Dayı olarak tanıyıp seven birçok kişi/genç (internet çağındayız ve gezi isyanı sonrası gençliğin bilgisayarda yalnızca oyun oynamadığını, ‘çet’ yapmadığını gördüğünü yazmıştı insanlar) yaşamöyküsüne, filmografisine baktığında Umut’a da Sürü’ye de, Otobüse ve Gül Hasan’a da ulaşmıştır; Hamo’yu da, Hamal Hasan’ı da tanımıştır.

Hatırla Sevgili, Bu Kalp Seni Unutur mu ya da Çemberimde Gül Oya gibi dizilerden sonra birçok genç çok eksikli de olsa 68 ve 78 kuşağıyla ilgili kimi bilgileri görüp araştırmaya, yönelmemiş miydi, devrimcilere/sosyalistlere ilgi-sempati duymamış mıydı? Bu dizilerden sonra ’68 Baharı’yla ilgili kitaplar yeni basımlar yapıp çok satmamış mıydı?

Tuncel kurtiz 9998

Tersinden söyleyeyim; Tuncel Kurtiz’in aile bağlarından bir “soyluluk öyküsü” yaratmaya çalışmak ne kadar doğruysa sanatçı/oyuncu kariyerini birkaç ‘iyi filmle’ sınırlamak da o kadar doğru olur. Çünkü boyacı çocuğun sandığına Yılmaz Güney’in Kovboy Ali fotoğrafını, Simit satan gencin camekânına Ramiz Dayı fotoğrafını yapıştırması egemenlerin, popüler kültür aygıtlarının propagandasının değil sanatın, sanatçının gücünü gösterir; eksikli de saysak. Sürü’den, Umut’tan, Ağıt’tan, Duvar’dan, Otobüs’ten, Gül Hasan’dan fotoğrafların asılamıyor olmasının eksikliği başka bir gerçekliğin göstergesidir olsa olsa. (12 Eylül 1980 öncesi o sandıklarda, camekânlarda, işçi evlerinde bu filmlerin afişleri, fotoğrafları asılı olurdu.)

Tuncel Kurtiz’le Erkan Yücel belgeseli yaptığım günlerde tanışma, söyleşi yapma olanağı bulmuştum. Ankara’dan biri Halk Oyuncuları’nda diğeri AST’ta tiyatro yaptığı yıllardan tanışıyorlardı. Sonra birlikte Bereketli Topraklar Üzerinde filminde oynamışlardı. Sonrasında yolları pek kesişmez.

Üniversite yıllarında tanışan Yılmaz Güney’le Tuncel Kurtiz’in yolları birçok kez kesişir; tiyatro uğruna öğrenimini yarım bırakan Tuncel Kurtiz başlarda sinemaya sıcak bakmasa da birçok Yılmaz Güney filminde oynar.

Yılmaz Güney kendine ve Anadolu’ya has vefalı yapısıyla ne zaman film yapmaya kalksa ‘ihtiyar’ dediği Tuncel Kurtiz’i de ister yanında. Duvar’ı çekerken de “ihtiyar’a haber verin gelsin” der. Filmde yer alan çocuklar Türkiyeli göçmenlerin çocuklarıdır. Çocukların, gençlerin hiçbir oyunculuk deneyimi yoktur. Tuncel Kurtiz ve Ayşe Emel Mesci profesyonel, deneyimli oyuncularıdır filmin.

Çok zor koşullarda çektiği Duvar’da çocuklarla özel ve yoğun bir ilgi kurar Yılmaz Güney. Onlarla konuşur, rollerini nasıl oynayacaklarını gösterir, motive eder. Çekim sonrası kutlar, başlarını okşar, yanaklarından öper, çok güzel oynadıklarını söyler. “Canım”, “güzelim” diye konuştuğu, rollerini gösterdiği çocukları zaman zaman zorlar oyunlarını iyi oynayabilmeleri için; ağlaması gerekeni gerçekten ağlatacak yöntemler uygular. Çekim aralarında tüm ekiple yaptığı konuşmalardan birinde şunları söyler Yılmaz Güney: “Bizimki de bir savaş, biz de burada küçük bir ordu yönetiyoruz. Bu savaşta bazı insanların ayağı kırılabilir, kafası kırılabilir, hatta ölebilir, kalbi de kırılabilir. Biz bütün bu çalışmaların sonucunda bütün insanların karşısına yüz akıyla çıkabilecek bir eser çıkartabiliyorsak bir takım insanların kırılmasının, ayağının kırılmasının bir önemi yok. Benim için önemli olan filmin çıkarıdır. (…) Var mı aranızda benimle köklü kırgınlık, düşmanlık duygusu olan.

Nazım Usta, “Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,/ yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,/ hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,/ ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,/ yaşamak yanı ağır bastığından.” demişti.

Yaşamak yanı ağır bassa da “yaprak döker bir yanımız.”

kurtiz3

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir