Annemle en unutulmaz çocukluk anım sinemaya ilişkilenir. Aynı ilkokulda o öğretmen, ben öğrenciyim. Tabii ayrı sınıflardayız ama ikimizin de sabahçı olduğu yıllar; 1960’ların sonları… Birkaç haftada bir Ankara’nın Necatibey Caddesi’ndeki Derya Sineması’nın yolunu tutuyor, büfeden kolalarımızı ve kaşarlı tostlarımızı alıp salona giriyoruz. İki film birden! Melodramların ortalığı kasıp kavurduğu günler… Dönemin dev oyuncuları malûm. Ama her nedense zihnimde, daha doğrusu muhayyilemde en kalıcı iz, dört isme ait: Hülya Koçyiğit, Kartal Tibet, Filiz Akın, Ediz Hun.. Galiba sinemamızın ‘melodram’ geleneği ile en özdeştirdiğim isimler onlardı.
Şimdi ne o deri koltuklu, balkonlu-salonlu, devasa Derya Sineması kaldı, ne de rahmetli Annem!.. Ama maziden bu unutulmaz anının yeniden canlanmasına vesile olan bir insan, akademik bir etkinlik bünyesinde karşıma çıktı. Dün Ediz Hun’u neredeyse 50 yıla yakın zaman önce perdede gördüğüm gibi canlı, pırıltılı ve aktif olarak bir üniversite konferans salonunun sahnesinde izledim.
Okan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi tarafından düzenlenen ‘Son 15 Yılda Türkiye’de Sinema-TV’ başlıklı etkinlikte panelist olarak dinledik Ediz Hun’u… Dekan, Prof.Dr. Bülent Vardar yönetiminde, konu sinema-televizyon olduğunda bir arada bulmanın kolay olmadığı kesimlerden en üst düzey temsilciler buluşmuştu. TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin oradaydı. Kültür Bakanlığı Sinema Genel Müdür Yardımcısı Ali Atlıhan da. Doğan TV Holding CEO’su İrfan Şahin, yönetmen Derviş Zaim ve işte bir ‘efsane’, Ediz Hun…
Başlangıçta sinema ve televizyona ‘resmî’, ‘iktisadî’ ve sanatsal-entelektüel olarak farklı ağırlık merkezlerinden yaklaşması kaçınılmaz (tabii aynı zamanda gayet anlaşılır) olan bu isimlerin çok da aynı dili konuşmayacağı, dolayısıyla etkinliğin bir ‘organik bütünlük’ten uzak olabileceği kaygısına kapılmadım değil… Hiç öyle olmadı! Aksine, söz gelimi Türkiye’de televizyonun nereden nereye geldiğini resmî olarak da (İbrahim Şahin) sektörel olarak da (İrfan Şahin) en yetkili ağızlardan son derece ‘etkileşimsel’ dinleme ayrıcalığına mazhar olduk. Sinemaya devlet desteğinin nereden nereye geldiğini Ali Atlıhan’dan öğrenirken, ‘Resmiyet’ tarafından nelerin yapılması gerektiği kadar nelerin yapılmaması gerektiğinin altını Derviş Zaim çizdi.
Zaim ayrıca niceliksel ağırlıkları farklı olsa da niteliksel bakımından sinemadan beklenti yelpazesinin uçlarında yer alan iki seyirci kategorisi işaret etti: Bir uçta ‘eller havaya’cılar var, öbür uçta ‘Açık Radyo’cular diyerek… Kendi pozisyonunu da ne eğlence isteyen çoğunluğu göz ardı etmek, ama ne de entelektüel tatmin arayışındaki azınlığı hiçe saymak şeklinde bir orta yol olarak belirledi.
Açılış konuşmalarında Rektör Şule Kut’tan Üniversite Mütevelli Heyet Başkanı Bekir Okan’a, panelistler koltuğunda da ‘Genel Müdür’ Şahin’den ‘CEO’ Şahin’e kadar hemen herkesin hemfikir olduğu nokta sinema-televizyon pratiğinin Türkiye için gerek ekonomik gerekse ‘kültürel’ anlamda önü açık bir ihraç kaynağı olduğuydu (ya da ‘yumuşak güç’). Türkiye’nin dizi film ihracatının 150 milyon doları bulduğu, dizilerin ihraç edildiği yabancı ülke sayısının 100’ün üstüne çıktığı tekrar tekrar belirtildi. (Beyazcam)
İrfan Şahin: ‘Doğan Entertainment’ olsun istiyorum!
Şunları da ekleyeyim: İrfan Şahin’den “televizyon nereye gidiyor” sorusuna yanıt “televizyon yok oluyor” şeklinde geldi. Artık ekranın, kuruluşun, markanın öneminin kalmadığını, seyrin irili-ufaklı sayısız mecradan 360 derecelik (‘çevrimsel) bir akış içerisinde gerçekleştiğini, bu süreçte içerik ve yaratıcılığın önem kazandığını vurguladı. Tabii bunun, daha fazla boş vakte sahip hale gelmiş insanlığın bu vakti değerlendirme yolunda eğlence (‘entertainment’) talebinin artmasıyla da bağlantısını kurdu. Bu gidişat doğrultusunda ‘Doğan TV Holding’i ‘Doğan Entertainment’ adı altında yeniden şekillendirmek arzusunu da paylaştı.
Şahin’in tespitleri, soy-adaşı İbrahim Şahin tarafından desteklendi. Fakat TRT Genel Müdürü’nün, bir öğrencinin sansürle ilgili sorusuna verdiği cevap çok daha ilginçti. Şahin, bugünün dünyasında sansür, yayın yasağı, vb. uygulamaların şansının olmadığını söyledi. ‘Dijital evren’de sansür sökmez’ demeye getirdi bir bakıma… İlgili kurumlardaki istenmedik uygulamaların da bazı ‘kraldan çok kralcı’ların marifetiyle olduğunu belirtti! Yeni internet yasasıyla gelen baskıcı uygulamalar tartışması sürerken böylesi ifadeleri bir resmî ağızdan duymak, tatlı bir sürpriz olmadı değil…
Etkinliğin bir taşla üç kuş vurduğunu ekleyerek bitirelim! Panel, üç münasebetle hayat bulmuş: Sinemamızın 100’üncü, Beyazcam TRT’nin 40’ıncı ve Okan Üniversitesi’nin kuruluşunun 15’inci yıldönümleri bunlar… Üçünü de kutluyor, nice 10, hatta (neden olmasın!) 100 yıllara diyoruz!..