DABBE : ZEHR-İ CİN (2014)

ZEHR-İ CİN filmini_izleyipte_korkmayana_10_bin_dolar_dabbe_5_zehr_i_cin_fragman_izle_h9271
NASIL BİR CİN LAN BU?

Yukarıda filme uygun gördüğüm alt başlığın, Dabbe’ye dair şahsi “fikirlerimle” hiçbir alakası yok. Bu tepki, filmde rasyonel bakış açısının doruklarında başıboş gezinen Ömer karakterinin “cinlik müessesesine” bakış açısını da özetleyen bir haykırış sadece!

Ülkemiz korku-gerilim cenahının akıbetini özetlemek isteyen her ölümlü (ya da cin) muhtemelen lafı bir şekilde Hasan Karacadağ’a getirmek zorunda kalacaktır. İyi veya kötü “kendine has(!!!)” bir dil yarattığı ve bu mecranın en üretken yönetmeni olduğu gerçeğini inkar edebilmek mümkün değil. Kendisine getirilen eleştirilere kulak tıkayıp bildiği yolda ilerlemesinin ne kadarı iyi ne kadarı kötü ona bile emin olabilmek mümkün değil artık! Yine de 10 yıldır kendince “sansasyonel” bulduğu pazarlama yöntemleriyle her defasında önümüze aynı ürünü sunuyor olmasını da samimi bulabilmek oldukça zor!

1781906_614232711958350_1633045330_nMalumunuz Dabbe artık Hasan Karacadağ’ın üretmiş olduğu münferit projelerin etiket ismi haline geldi. Kafi miktarda The Exorcist ve Constantine öykünmeleriyle dolu olan Semum ve geçtiğimiz yıl gösterime giren El-Cin dışındaki tüm projeleri Dabbe adı altında izleyiciyle buluşturuyor Karacadağ. Zehr-i Cin, bu bağlamda Dabbe etiketi taşıyan beşinci film. Peki bu kadar örnek içerisinde Karacadağ’ın sinemasına eklediği yeni bir şeyden söz edebilmek mümkün mü? Pazarlama stratejileri hariç hayır! Örneğin Zehr-i Cin için yapılan kampanya, eski bir Grindhouse taktiği olan “bu filmden korkmayana 10.000 dolar ödül var” geyiğiyle harmanlandı. Öyle ya da böyle, Karacadağ, türün en çok izleyici toplayan yönetmeni olarak anılmayı hak ediyor. Peki ya izleyici? İzleyicinin keyfi yerinde mi?

Ülkemiz korku – gerilim izleyicisinin, bu coğrafyadan çıkan mahsulleri kabullenebilme eşiği çoktan aşıldı gibi geliyor bana. Yani sadece gülüp eğlenmek için salona doluşan kitle bile bu “korku gerilim güldürülerinden” ciddi ciddi sıkılmaya başladılar. Yıllarca bu coğrafyanın kültürünü izleyerek korkmayı hayal eden sinemaseverlerin bir noktadan sonra birbirini taklit etme konusunda bile başarısı tartışmalı yapımlar içinde boğulması; ister istemez türü sahiplenebilecek potansiyel izleyicilerin de yavaş yavaş gemiyi terk etmelerini sağladı. Söz gelimi sinemasına yeni bir şeyler eklemlemekten kaçınan Karacadağ için de durum pek farklı değil. Elbette ki bir tarafta ne yaparsa yapsın izleyebilecek hazır bir kitle var ama diğer tarafta sinemasal beklentileri daha farklı olan seyirciyle de barışmayı hiç mi hiç düşünmüyor.

Dabbe: Zehr-i Cin’e baktığımızdaysa yine pek çok emsali gibi gerçek bir öyküye (!!!) dayanan bir başka korku – gerilim mahsulüyle karşı karşıya kalıyoruz! Tabi öncülleriyle olan tek benzerliği bundan ibaret değil… Kendisine büyü yapılan bir kadın, rasyonel takılmanın suyunu çıkaran bir erkek arkadaş, ecinnilere meraklı bilirkişi kıvamındaki tanıdıklar, cızırdayan kameralar, cozurdayan cinler, ciyaklamalar, bağırmalar, “subliminale benzemeyen” subliminaller, ana sınıfı müsamerelerini bile hırstan ağlatacak denli komik diyaloglar falanlar filanlar… Yani Dabbe cephesinde değişen herhangi bir şey yok anlayacağınız. Karacadağ’ın önceki filmlerini sevenler bunu da sevecek, sevmeyenler de geleneksel fenalıklarını geçirecekler!

dabbe 39340

Yine de Karacadağ’ın sinemasında opaklığı düşük değişimler yok da diyemeyiz. Hadi o halde biraz da ezberlerimizi bozalım: örneğin büyüyen bütçeler, kullanılan teknikler, yönetmenin sinemasındaki görsel yaklaşımların değiştiğinin de habercisi fakat bu görselliği, artık iyiden iyiye cıvımaya başlayan ani efektlere hibe etmesi, izleyicinin sabrının ödüllendirme taraftarı olmadığının da kanıtı. Seyircinin beynini karıncalandıran abuk ses efektleri, sözüm ona kare aralarına sokuşturulan ecinniler, hemen hemen her filmde, hemen hemen herkesin ciyak ciyak bağırması, cazırdayıp cozurdaması… Anlayacağınız bir adım ileri üç beş adım geri…

Peki Karacadağ’ın sahip olduğu bütün korku gerilim kartlarının bunun üzerine oynandığını söyleyebilir miyiz peki? Tamam tamam bu biraz acımasızlık olur! En azından Zehr-i Cin’de birkaç fiyakalı girişim yok diyemeyiz. Mesela, dahiyane(!!!) bir biçimde her seferinde senaryoya dahil edilen eve gizli kamera taktırma fikrinin, bu filmde bu kadar üzerine gidilmemesi ya da her seferinde ana karakterlerin bir şekilde yollarının kırsala düşmesi, burada dengeli bir biçimde dağılmış. Ama gelin görün ki, cinlere meydan okuyan Bitlisli Belkıs karakteri ya da Hammer korku karakterlerine taş çıkaracak Zincirli Deli Yakup, kesinlikle görmelere seza!

dabbe 39380

Bütün bu karmaşanın içerisinde izleyiciye verilen illuminati derslerinin yanı sıra, 10 senedir büyük bir şevk ve zevkle tekrarlanan Dabbe ve internet ağı benzetmesi de serinin hala vazgeçilmez mezelerinden biri. Şifreli yayını seven Karacadağ, tıpkı 388@0 gibisinden -sözüm ona- dahiyane fikrine burada da 7730 meselesini ekliyor. Yeni filmdeki Insidius etkilenimini bu sefer sadece garip bir rastlantı olarak kabul etsek de, bilim ve din kapışmasındaki son kerte, ZEHR-İ CİN ’de oldukça uzlaşmacı geçiyor diyebiliriz. Nihayetinde Karacadağ, izleyiciyi sürpriz son kombosuyla sarsma geleneğini, yeni filmiyle de sürdürüyor.

Yine de filmde ufak jestler yok diyemeyiz. Örneğin cin çağırma seansında yaratılan atmosfer fazlasıyla etkileyici. Hatta bu sahnenin başarısı, Karacadağ’ın görsel ve işitsel saldırıya maruz bırakmadan da izleyiciyi korkutabileceğini kanıtlamış adeta! Diğer yandan yeni filmde kullanılan irili ufaklı görsel denemelerin bir kısmının da hakkını vermek lazım. Lakin son tahlilde Karacadağ’ın eleştirileceği konu aşağı yukarı aynı. İzleyiciyi koltuğundan zıplatmak ve film çıkışında afili baş ağrıları hediye etmek, eli yüzü düzgün bir korku filmi çekmenin tek alternatifi mi? Yıllardır ne sorulan soru ne de bu soruyu sorduran anlayış değişmiyor ne yazık ki…

FİLMİN FRAGMANI

ZEHR-İ CİN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir