Yılmaz Güney & Tuncel Kurtiz : Ben Öldükçe Yaşarım (1965)

ben_oldukce_yasarim_sinematik_00

Eylül ayı, sinema tarihimiz açısından bir yaprak dökümüdür. Tuncel Kurtiz‘i geçtiğimiz yıl ve 30 yıl önce de Yılmaz Güney‘i yine bir eylül ayında son yolculuğuna uğurladık. Şahsi görüşüm, dünyada ardında kalıcı bir eser bırakmış veya yaşadığı coğrafyaya katkıda bulunmuş her insanın son yolculuğunun onun ölümsüzlük noktasına ulaşmasının başlangıcı olduğudur.

Ben Öldükçe Yaşarım, hem Türk sinemasının iki kadim dostunun bir arada yer aldığı hem ismiyle yukarıda belirtmiş olduğum düşünceyle örtüşen hemde Sinematik Yeşilçamın temel noktası olan Alternatif Sinema Kültürüne dayanak olan bir film. Bu yolla her iki güzel insanı saygıyla anıyorum.

1960’lar, taşranın sinemayla tanışması ve neticesinde Yeşilçamın ön prototipini oluşturacak seri üretim döneminin arifesinde toplumsal mesajlara yönelerek ulusal sinema yaratma çalışmalarının yıllarıydı. Taşraya ulaşan sinema taşradan büyük kente göçün başlangıç döneminde aslında aynı ülkenin sınırları içerisinde birbirine adil davranılmamış iki ayrı ülke insanı tipinin birarada yaşama mücadelesine sürüklenişinin öyküsüydü.

ben_oldukce_yasarim_sinematik_01

Halit Refiğ‘in Gurbet Kuşları bu konuda en bilinen ve altyapısını tamamen bu konu üzerine şekillendiren bir örnek olmasına karşı yine aynı dönemlerde Anadolu sinemalarında efsaneleşen bir aktör, sinemanın üzerine yoğunlaştığı bu temanın içinden geliyordu. İlerleyen yıllarda onun yarattığı sinemasal dille kendi ülkemizin sınırlarında yaşayan insanlar olarak aslında birbirimize ne kadar yabancı olduğumuzu ve ayrı tutulmak için bilinçli bir sistemin kurulmuş olduğunu görecektik.

Ana Oğul konuşması arasında Kan Davası temasıyla başlayan film, tipik bir intikamcı – mert adam kompozisyonu ile karşılaşacağımızı zannederken kandan vazgeçerek kendi hayatını adilce çizmeye çalışan bir insanın yolculuğuna evriliyor. 50 sene öncesinde köyden kente gelişin temelinde ekonomik olduğu kadar sosyolojik öğelerinde varolduğu ve 50 yılın ardından her iki konunun çözülmedikçe taşralı şehirli ( veya dindar – laik , veya Türkler – ötekiler) şeklinde ayrımlarında devam edeceği şüphesiz. Film bu açıdan Yeşilçamın altın döneminde gerek Kemal Sunal, gerek Cüneyt Arkın ve bir furya olarak Türkücüler döneminde de garantili olarak onlarca kez tekrar edilen göç – dibe vurmak veya zirveye çıkmak temalarının ön prototiplerinden birisini oluşturuyor.

ben_oldukce_yasarim_sinematik_02

İstanbul’a gelişin ardında Haydarpaşa – Sirkeci geleneksel ikilisini göremesek dahi Yılmaz Güney filmlerinin beğendiğim bir özelliği olarak öteki İstanbul’a kısa da olsa bir göz atabilme imkanına sahip oluyoruz. Tahtakale, Eminönü, Tünel bölgelerinden kesitler sunan bu kısa yolculukla küçük insan hikayelerinin psikolojik yönüne başarılı dokunuşlarda bulunulmuş. Bu noktada yönetmen ve senarist Duygu Sağıroğlu‘nun sinemasal dili dikkate değer.

Yaklaşık 15 dakikalık bu güzel bölümün ardından hızla gelişen olaylar klişeleşmiş pavyon – fedai – gangster ve araya sos olarak serpiştirilen esas kız – şirret kadın karakterlerinin resmi geçidine dönüşerek bilindik sona doğru yol alıyor. Bu noktadan itibaren herhangi bir İbrahim Tatlıses filminin naifliği (Tatlısesin Günah filminin bu filmden esinlendiğini düşünüyorum) ile karşılaşacağımı düşünürken Duygu Sağıroğlu yine sinematik dokunuşlarını yapmayı ihmal etmiyor. Böylece minimum diyalogla maksimum görsel anlatım üzerine kurulmuş bir seyir başlıyor. Film bir yandan ilkel izleyici tabirine hitap eden temaları bir bir sıralarken bir yandan da 1960 lı yılların siyah beyaz güzelliğinde yeşeren ülke sinemalarının gerçekçiliğine göz kırpıyor.

ben_oldukce_yasarim_sinematik_04

O yılların kısıtlı teknik imkanları içerisinde Yılmaz Güneyin canlandırdığı karakterin psikolojik rahatsızlıklarını dışa vurma, karakterin aşkını bir kuş sahnesiyle sevdiği kadına ilan edişi, beraber geçirilen ilk gece Türk sineması açısından da incelenmesi gereken önemli sahneler. Tuncel Kurtiz ise pavyon sahibi rolünde babacan mı yoksa gaddar mı olduğu tam olarak belli olmayan yıllar sonrasında ki Ramiz dayının ilk prototipini oluşturuyor. Bu filmde de yıllar sonraki gülümsemesinden bir şey kaybetmemekle beraber saçlı halini de görebilme şansınız var.

Yılmaz Güney‘in finalde yaptığı ‘racon’ ise sadece kendi filmlerine özgü karakterlerle uyuşabilecek türden. Arkadaş filmiyle ilk defa bir kadından tokat yemek mi yoksa bu filmde bir kadından kurşun yemek mi derseniz benim tercihim bu filmin finalinde ki kadın faktörü olacaktır.

Selma Güneri (1951) 15 yaş civarında rol aldığı halde filmdeki aşk temasının temelini oluşturmakta. Önce pavyona satılan ardından babasından tamamen satın alınıp zengin fabrikatöre sunulan kız rolünde önce masumiyete, ardından nasırlanmış gözlere ve nihayetinde aşık olan insana pek çok duyguyu okuyabilmek mümkün. Filmin içinde ki umutsuz insan tiplemeleri içerisinde ‘Kendimi sana saklamıştım’ sözünün gücünü artıran da Günerinin tek bir insanda canlandırdığı üç ayrı karakter.

ben_oldukce_yasarim_sinematik_05

Filmle ilgili araştırma yaparken , o dönemin medyasında da bugünden farklı olmadığı gibi oyuncunun soyunduğu- müstehcenlik kurmacası üzerinden kadını bir tema olarak kötüleyerek tribüne oynayan gazete haberlerini gördüm. Bunları direk olarak sitede yayınlamayacağım ancak arzu edenler kısa bir araştırma sonucunda internette ilgili haberleri bulabilirler.

Erken Yeşilçam dönemi filmlerinin sevdiğim bir özelliği olarak filme uygun bestelenmiş (ve maalesef kime ait olduğunu öğrenemediğim) temalar gerek oryantal gerek jazz göndermeler açısından çok başarılı. Güneyin bir kaç sene sonrasında çekeceği Bir Çirkin Adam’ın müziklerinin melodik başarısına eşdeğer seviyede bir çalışma gerçekleştirilmiş.

Yazan: Gökay Gelgec – Yojimbooo

Not : Ben Öldükçe Yaşarım, ‘Güneyin avantür filmleri koltuklarımızın kırılmasına sebep oluyor, sinemamızın tamirat parasını verirlerse filmlerini oynatırız’ gerekçesiyle Yılmaz Güney filmlerini göstermeyi reddeden büyük şehir işletmecilerinin Beyoğlunda gösterimine izin verdikleri ilk Güney filmidir. Film ayrıca 18. Berlin film festivalinde yarışma dışı olarak ta gösterilmiştir. (Agah Özgüç)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir