Expressionisme
Dışavurumcu (expressioniste) akım 1910’ların izlenimcilik (impressionisme) ve doğalcılık (naturalisme) akımlarına karşı olarak çıkan, kendini müzik, mimarlık ve özelliklede resimde gösteren ve dış uzamın görüldüğü gibi değil, ruhsal yapının süzgecinden geçirilerek dolayısıyla “deforme” olmuş biçimini yansıtan bir akımdır.
Her sanat dalı gibi sinemayı da etkilemiş,kendi başyapıtlarını,ustalarını ve uygulayımını da beraberinde vermiştir.Bu garip ve tümüyle biçimsel gibi gözüken akım, savaş sonrası yıkık,yenilmiş,umutsuz Almanya’nın toplumsal yapısını da yansıtıyordu…Almanya’nın acılı ve üzüntülü yıllarının sinemaya yansımasıydı adeta. Alman dışavurumculuğu sinemaya ilk çıkartmasını, gerçek başyapıtını 1919 yılında Robert Wiene’nin Das Kabinett des Dr. Caligari si ile yaptı….tümüyle yapay dekorlar ,yapay ışık ve zamanın tanınmış oyuncularından Conrad Veidt, Werner Krauss’un pandomime yakın, ürkütücü oyunlarıyla Caligari ilerde kendi adıyla (Kaligaricilik) sürecek bir türü başlatıyordu.
O yıllarda Almanya’da dışavurumcu gruplar içinde başı çeken Der Sturm grubunun hazırladıkları dekor ve ışık düzeni filmin ana öğesiydi, oyuncuların kaba,grotesk oyunları ve sabit kameranın da kullanılmasıyla film;umtsuzluğun, kötümserliğin sinemada buluşmasıydı…
Gölge – ışık dışavurumcu okulun en büyük dayanağıydı ve Wiene sabit kamerasıyla filme alınmış tiyatroya dönüştürdüğü bu yapıtı değerlendirmesini bilenler,sinemaya ters düşen bu akımdan olumlu yapıtlar çıkardılar. Expressionisme yani Dışavurumculuğun baş öğesi olan özellikle bezem ve aydınlatmanın dramik öğeler olarak kullanılması, bunların insanın ruhsal durumunu yansıtması bu akımın eseridir.
Etkisi altındaki gence bir seri cinayet işleten gizemli doktor Caligari’nin öyküsünü anlatan bu filimden sonra elleri kopan bir piyaniste katil elleri takılmasıyla, katil gibi hissetmeye başlıyan bir müzisyeni anlatan (HANDS OF ORLAC) 1926, Wiene’nin daha sonra çevirdiği Geuine (1920) aynı ilgiyi görmedi ama, Fritz Lang’ın Der Müde Tod 1921 (yorgun ölüm), Dr.Mabuse(1922) ,F.W. Murnau’nun Nosferatu’ su (1921), Henrik Galeen’in Golem (1920) A.Robinson‘un Schatten (gölgeler)1922, filmleri bu akımın başarılı örnekleri oldular.
1925 yıllarında biten bu karanlık akımın izleri Almanya’dan Hollywood’a giden yönetmenlerinde yardımıyla uzun yıllar Amerikan kara filmlerinde gözüktü Expressionisme …Türün kuşkusuz en büyük faydası olduğu yapıtlar “ KORKU ” sinemasına oldu…Korkunun erken başyapıtları bu akımdan sonra kendisini gösterdi.
Rupert Julian’ın “The Phantom of the Opera”1926 operadaki hayaleti, Paul Lenin’in Cat&Canary 1927…ve nihayet Bela Lugosi’nin Caligari’ye çok yakın ürkütücü bir oyun
verdiği Dracula 1931, korkuyu seyirciye gösterdi…
Yazan: VIDEODREAM
Bu kadar mı güzel yorumlanır bir film,kutlarım wideodream….
çok güzel bir yorum,kutlarım.
sayın VIDEODREAM aslında biz biraz daha şanslıyız şimdikilere göre eskiden bizde popüler olanın kutsal bir varoluş alanı vardı ya da bana öyle geliyor.imajlar bu kadar çok ve baş döndürücü değildi.dünün popüleri burdan bakılınca biraz mitolojik görünüyor bilmem anlatabiliyor muyum? sayeniz de çocukluğuna gittim ve hiç dönmemek istedim.teşekkürler size.çalışmalarınızı yakından izliyor ve başarılar diliyorum.
jan ender can
gayet güzel bir yazı olmuş. sıkmayan bir akademik üslup da var. Sinema akımları üstüne örneklerle bu tarzda bir seri yapılsa ne güzel olur.
O kadar güzel bir yazıydıki ne zaman bitti anlayamadım son kelimeyi okuduğumda. Keşke biraz daha.. hatta dahada uzun olsaydı. Ellerine yüreğine sağlık videodream. Gerçekten çok başarılı vede öğretici bir yazı.
Nurdan bütün çalışmaların son derece başarılı ve keyifle okunuyor,blog içerik anlamında çok zengin gerçekten. emeği geçen herkezi gönülden tebrik ederim.
sevgiler,iyi geceler 🙂
Dilar
Nurdan Hanim pek yazmiyor. Bir seebi var mi? Boyle guzel yazilarin devamsizligi blogunda hissediliyor.
Blogu uzun zamandir takip ediyorum
ancak genel bir devamsizlik dikkatimi cekiyor.
Cenk Burkal