Metin Erksan ustanın Sevmek Zamanı filmini bilmeyen yoktur. Birçok sinema yakın çevresinden arkadaşın evinde, ofisinde afişi asılıdır bu kült filmin. ‘Yerli film’ sevip de izlemeyeni yoktur sanırım. Gazetelerde, dergilerde, sosyal paylaşım ağlarında filmin fotoğrafları, çarpıcı replikleri paylaşılır yıllardır.
Ustası Mustafa’yla birlikte boyacılık yapan, boyamaya girdiği evin duvarında asılı kadın resmine âşık olan Halil’in ve resmin aslı Meral’in öyküsüdür anlatılan. Bir ‘surete âşık olma’ öyküsü. Adada badana boyama işi yapan Halil ustasıyla birlikte gittikleri köşkte duvarda asılı kadın resmine tutulur. Her gün boş köşke giderek resmi seyreder.
Bir gün köşk sahibinin kızı, fotoğrafın aslı olan Meral köşke gelir ve resmini seyreden Halil’i görür. Sonrasında Halil’in kendisine âşık olduğunu düşünen Meral bu aşka karşılık verir. Oysa Halil resmin aslına değil resme âşıktır.
Film (bugün çokça denenen) sıra dışı hikâyesi ve sinema dili nedeniyle çekildiği günlerde hak ettiği ilgiyi göremez, dağıtımcı/salon bulmakta zorlanır. Döneminde kimsenin cesaret edemeyeceği sinema dilindeki başarı, hikâyesinden oyuncu yönetimine, özenle yaratılan sahnelerindeki sinemasal lezzetine kadar bütün özellikleri filmi farklılaştırıyor; yıllar boyu yeniden yeniden keşfedilmesini sağlıyor.
Filmde sınıfsal farklılık/çelişki kadar insanın yalnızlığı/bunaltısı ve doğayla ilişkisi de önemli yer tutar. Meral varsıl sınıftandır fakat sınıfı içinde yalnızdır, bunalıyordur. Halil bunaldığında doğaya sığınır. Kendileriyle olduklarında eşlik eden yağmur ve müzik de ayrı bir lezzet kadar, sahnelere, filme.
BEN SENİN RESMİNE AŞIĞIM
Halil’in sorunu farklı sınıftan bir kadına olan aşkı değil, aşkın kendisidir. Zaten sonuçta âşık olunan kişi, onun cismi değildir önemli olan. Âşık olan kişinin duydukları, hissettikleri, yaşadıkları ve aşktın kendisidir. İlişki ya da gerçeklik aşkı o duyguyu ‘kirletebilir.
Meral “Bu aşkın yarısı bana ait” dese de Halil’in tavrı “Ben senin resmine aşığım”, “Resmin sen değilsin ki”dir.
Aşkına karşılık arayan Meral, “cevap vermeyecek misin bana? Yoksa gerçeği söylemekten korkuyor musun?” diye sorar. “Öğrenmek istediğini Mustafa söylemiştir sana” cevabını alır. “Ben senin söylemeni istiyorum. Herhalde bana ait bir şeyi öğrenmek hakkımdır” dediğinde de aralarındaki çarpıcı diyalog şöyle gelişir:
Halil: Hayır sana ait bir mesele değil bu. Resminle benim aramdaki bir durum, seni ilgilendirmez. Ben senin resmine âşığım.
Meral: İyi ama âşık olduğun resim benim resmim. İşte ben de buradayım, söyleyeceklerini dinlemeye geldim.
Halil: Resmin sen değilsin ki? Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil resmini tanıyorum. Belki sen benim bütün güzel düşüncelerimi yıkarsın.
Meral: Bu davranışların bir korkudan ileri geliyor.
Halil: Evet. Bir korkudan ileri geliyor. Bu korku sevdiğim bir şeye ebediyyen sahip olmak için çekilen bir korku. Ben senin resmine değil de, sana âşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme. Belki de alay edecektin sevgimle. Hâlbuki resmin bana dostça bakıyor. İyilikle bakıyor ve ebediyyen bakacak.
Meral: Ben de sana bakmak istiyorum.
Halil: Benimle resminin arasına girme. İstemiyorum seni. Ben senin yalnız resmine aşığım.
Metin Erksan filmi 1965 yılında kendi olanaklarıyla çeker, zarar etmiştir. Aynı yıl Edebiyatçı, gazeteci, yayıncı Cengiz Tuncer de ilk ve tek filmi olan ve sonuçta zarar ettiği Sevmek Seni filmini çeker:
SEVMEK SENİ
Filmin başoyuncuları genç Selma Güneri ve Beklan Algan’dır. Filmde Ayfer Feray dışında Şaziye Moral ve sinema tarihçisi Giovanni Scognamillo da yer alır oyuncu olarak. Filmin senaryosu Habora Kitabevi tarafından kitap olarak yayınlanır.
Film yıllarca kayıp film olarak geçer kayıtlara. Sevmek Zamanı’nın aksine bileni, seyredeni yok denecek kadar azdır. Sinema yakın çevresi için de geçerlidir bu ‘bilmeme’ durumu. Filmin müzikleri J.S. Bach’tan seçilmiştir.
Aramıza Kan Girdi, Korkusuz Kabadayı, Aklın Durur, Başlık, Beleş Osman, Bir Koltukta İki Karpuz filmlerinin de senaryoları Cengiz Tuncer imzası taşır.
Sevmek Seni de Sevmek Zamanı gibi farklı, yalın, dönemine göre oldukça cesur bir anlatıma, sinema diline sahiptir. Filmin diyalogları da öyle. Bir anlamda ‘varoluşçu’ tema ve diyalogları olan film, bugün bileni, seyircisi olmasa da kült bir filmdir. Yıllar önce Giovanni Scognamillo’ya filmi ‘yeniden çekmek’ istediğimi söylediğimde yanıtı kısa ve netti: “O zaman da kimse izlememişti, şimdi de sonuç değişmez.”
Bunaltı. Filmin, karakterlerin genel havasını tanımlayacak sözcük ‘bunaltı’ olabilir. Sevmek Seni ’de de yağmur vardır. Rüzgâr, dalgalı deniz, filmin bunalan kahramanları. Erkek iki aşk arasındadır. Bir yanda olgun sevgilisi diğer yanda genç kadın.
Genç kadın sürekli perdelerinin kapalı olduğu, anne babasının konuşmadan durduğu, konuştuklarında kavga ettikleri evde yetişmiştir. Dış dünya korkutuyor olsa da, yaşadığı ıssızlıktan sonra kalabalıklarda olmak istemektedir.
Adam: Hiç sevmem kalabalığı. Kalabalık her şeyi kirletir bende. Aşkı, düşünceyi, yaşama sevincini… İnsan kalabalıkta kimseyi sevemez. Kalabalık aslında dünyanın en büyük yalnızlığıdır. En kötü yalnızlığı…
Genç Kadın: İnsanları sevmiyorsun sen.
Adam: Delicesine seviyorum insanları. İşte yan yanayız, birbirimizleyiz burada. Bu kalabalıkta imkânsızdır, boyuna insanlar, insanlar girer aramıza.
Sonraki sahnelerde “Boyuna beni suçluyorsun” diyen genç kadınla “seni değil, çevreyi” diyen adam arasında şu etkileyici/unutulmaz diyalog yaşanır:
Adam: Birbirimizi delice sevmemize rağmen, sevgiyi imkânsızlaştıran boyuna aramıza giren çevreyi suçluyorum. Aşkın seni değiştirmesine engel olan her şeyi.
Genç Kadın: Mutluluk için değişmek şart mı?
Adam: İnsanı değiştirmezse aşk neye yarar. Her şey eskisi gibi olduktan sonra aşk faydasız, yavan bir şey olur.
‘Diğer kadın’dan kopmaktadır adam. Adamın kendinden uzaklaştığını gören ve “bir başkasını mı seviyorsun?” diye soran kadını şöyle yanıtlar: “Bir başkasını sevmek… İnsan kendini seviyor hep. Ya da kendini hiç sevmiyor. Bir başkası öyle zor öyle imkânsız ki.”
Kadın: Kendini sevmek, insana hiçbir zaman yetmez.
Adam: İnsan kendi kendisine yetmediği zaman bir başkasını sevmeğe kalkıyor. Kendi kendinden kopup nefret edince kendisine yabancı olunca, aşkı icat ediyor.
Aşk ya da aşksızlık hepsini etkiler, değiştirir. Aşka inanmayan adam aşka tutunmak ister, kadın ‘belki aşk vardır’ demeye başlar. Adam kalabalıklara karışmak ister, genç kadın yalnız kalmak ister.