‘Yumurcak’ filmlerinin ünlü oyuncusu İlker İnanoğlu 2000’li yılların başında sinemaya tekrar geri dönmüştü. Bu dönemde Amerika’da oyunculuk üzerine de eğitim almış. yaptığı bir söyleşiyi bulduk. Bir döneme damga vurmuş bir çocuk oyuncunun geri dönüşü ile ilgili söyleşiyi sizlerin ilgisine sunuyoruz. Söyleşideki görseller ve düzenleme bozulduğu için yeniden düzenleyip arşivlik bu yazıyı sunuyoruz.
—–oOo—–
Bazı insanlar şanslı doğar derler. 1965 yılında böyle şanslı bir çocuk dünyaya gelmiş, İlker İnanoğlu. Babası ülkenin en büyük film yapımcılarından Türker İnanoğlu, annesi zamanın yıldızlarından Filiz Akın. Sonra ‘Yumurcak’ filmleri, daha çocuk yaşta ulaşılan büyük bir ün. Gençlik mekânları, İsveç, Paris, Londra, Amerika filan. Şimdiki mekân, Şamdan, mamdan vesaire…
Kendi adıma, yaşamlarının bir bölümünü Lalia ve Şamdan’da geçiren diğerleri gibi, İlker İnanoğlu‘nun da böyle bir yaşamı vardır’ diye düşünmüştüm. Dergilerde filan görünce.
Onunla karşılaşınca şaşırmadım desem yalan olur. O televizyonda filmlerini izlediğimiz Yumurcak, şimdi kocaman bir adam olmuş. Yumurcağın o hınzır hınzır bakan gözleri şimdi bambaşka ifadede. Onunla konuştukça, zaman zaman filmlerdeki Yumurcak’ı yakalayabiliyorsunuz. İlker, o Yumurcağı içinde saklamasını bilmiş. Farkında değil ama Yumurcak, arada kendini gösteriyor.
İlker’in o sert yüz hatları birden yumuşuyor, bir çocuk saflığına bürünüyor. İşte o zaman karşınızda, baba parası yiyerek gününü gün eden, sorumsuz bir insan olmadığını anlıyorsunuz. Başka bir şeyler var bu İlker İnanoğlu‘nda.
İlker, dört yaşındayken Yumurcak filmlerinde oynamaya başlamış. Kısa sürede ünlü olmuştu. O günleri pek neşeyle anlatmıyor:
“O kadar küçüktüm ki, hatırlamıyorum bile. Doğru dürüst yürüyemiyordum. Çekimler sırasında ikide bir düşüp kalkıyordum. Hiç alışamadım ama zamanla seviyor insan. Normal bir çocuğunki gibi bir hayatım olmadı. Sokağa çıkamıyordum. O zaman Işık Lisesi’nde okuyordum. Okula bile gidip gelirken yanımda bir bodyguard olurdu. Bir tek okulda filmlerimi oynattıkları zaman hoşuma giderdi.
Kızlar arasında bayağı revaçtaydım. Dokuz tane filmde oynadım.”
Aklıma büyüyüp, eski ününü yitiren ve sonuçta mutsuz olan küçük yıldızlar geliyor. Böyle bir vakayla mı karşı karşıyayım acaba? İlker İnanoğlu da böyle biri mi? Du bakalım!
“Hayatım boyunca çok mutsuz anlarım oldu ama bunu çocuk yıldız olmamla pekiştirmem ne derece doğru olur bilmiyorum. Ben çocukken ailem ayrıldı, yalnız kalakaldım. Bunun çocuk yıldızlıkla ne ilgisi olabilir bilmiyorum. Bir aktör olarak bu mutsuz yaşam parçaları çok büyük malzeme tabii. Öyle olmasa bu kadar yetenekli olmazdım. Kendi seçeneğim olmadığı halde dört yaşında Yumurcak filmlerini çekmeye başladım. Ve bu filmler gişe rekorları kırdı. Yumurcak filmleri Erler Filme en büyük katkısı olan filmlerdir. O şirkette benim de küçük bir payım var yani.”
İlker bu baba parası lafına biraz bozuluyor. Haklı mı siz karar verin:
“Eğer ‘Baba parası yiyor’ diyenler varsa, acaba hangisi 18 yaşında evini terk edip sırtında kumaş taşıyıp para kazanmaya çalıştı. Hangisi 1500 dolarla Amerika’ya gidip 13 yıl kaldı. Benim çok mütevazı bir hayatım vardır. İki odalı bir evde oturuyorum. İkinci el bir araba kullanıyorum.”
Doğru söylüyor ben şahidim. Haydi bakalım, biz ne düşündük, karşımıza ne çıktı. İlker’in yaşam öyküsü, hiç de tahmin ettiğim şekilde neşeli, rahat ve boş bir öykü değilmiş meğer, acılar, ayrılıklarla dolu:
“Annem babam ayrılınca beni dokuz yaşında tek başıma İsviçre’ye okumaya yolladılar. Ve orada hayatımın en acıklı iki yılını geçirdim. O yaşta çocukluk işte, anne ve babamın benim yüzümden ayrıldıklarını düşünüyordum. Belki onlar en iyisini yapıp beni oraya okumaya yollamışlardı ama ben bunu düşünemiyordum. Ailemi çok özlüyor ve her gün ağlıyordum… Sonra kayak merkezi yakınlarındaki bir okula gittim. Ama orada da derslerden çok kayakla ilgilendiğim için babam, ‘Gel oğlum seni doğru dürüst okuyacağın başka bir okula gönderelim’ dedi. İngiltere’de bir oku-la gittim. Sert bir okuldu, yemekler rezaletti. Orada da çok mutsuz oldum.”
Yumurcak dünya turunda!
“Sonra annem tekrar evlendi ve Paris’e taşındı. Beni yanına aldı ve orada bir Amerikan okulunda liseyi bitirdim. Haylaz bir talebeydim. Derslerden çok sanatsal olaylardan hoşlanıyordum. Özellikle de sinema ve aktörlük. Babam ‘Madem bu işi yapacaksın gel buraya, benimle çalış’ dedi. Türkiye’ye geldim ama yapamadım. O zamanlar ilk karım Biricik Suden ile tanıştım. Ailem pek yumuşak bakmadı o işe. Ben de biraz isyankâr bir insandım. 18 yaşında evi terk ettim. Biricik ile Arnavutköy’de bir gecekonduda yaşamaya başladım. İhracat yapan bir firmada çalışıyordum. Sonra Paris’e gittim. Çok başarılı tekstilci bir arkadaşım vardı. Onun yanında çalışmaya başladım. Üç yıl orada çalıştım. Askerlik için Türkiye’ye dönünce babamla barıştım. Ve Biricik’le evlendim. İkimizde dikkafalı insanlardık, bir sene evli kaldık ve ayrıldık.”
İlker’in yaşamının büyük bir bölümü kararsızlıklar, yeni maceralar ve seyahatlerle geçmiş. Dokuz yaşında başladığı dünya turunu hala sürdürüyor aslında. Sürekli yeni şeyler görmek, tanımak, yaşamak istiyor sanki.
“Aklımda hep sinema ve aktörlük vardı ve Amerika’ya gitmek istiyordum. Bir gün bavulları toplayıp yola çıktım, cebimde 1500 dolar para vardı. Bir süre bir arkadaşımın yanında kaldım. UCLA üniversitesinde prodüksiyon dersleri aldım. Zina Provendi‘den aktörlük dersleri almaya başladım. Ama onun tekniğini beğenmeyip sonra Adam Hill ve Howard Fine‘dan dersler aldım. Keanu Revees sınıf arkadaşımdı. Sonra, Hollywood‘un en iyi hocası olarak gösterilen Sandy Marshall’le beş yıl çalıştım. Okulda çok iyiydim. Hayatımın sonuna kadar oradaki otuz kişilik sınıfta ya da kırk kişilik bir tiyatroda kalıp, onlara gösteri yapsam benim için yeter zaten. Ben her sanatçının böyle düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Mühim olan ‘Kimin için yapıyorum ben bunu?’ sorusunun yanıtıdır. Ün için, para için yapıyorsan, zaten yanlış bir yoldasın. Başarı o zaman gelmez.”
İlker Hollywood’da
‘İnsanın babası Türker İnanoğlu gibi biri olunca, kalkıp sinemayı Amerika’da aramanın ne âlemi var?’ diye düşünüyorum. Türker Bey de zamanında öyle düşünmüş zaten:
“Bu arada babam, ‘Madem sen bu işi ilerlettin, ben sana finans sağlayayım, orada ufak ufak film çekmeye başla’ dedi. Araştırmalara başladım ve ‘Four Seasons‘ diye bir senaryo buldum. Vietnam’da Çince çekilecek olan riskli bir filmdi. Babam haklı olarak bunu ticari görmedi. Sonra bunu 1999 yılında Tony Bui diye bir yönetmen çekti. Ve bu film Amerika’da ‘Sundance Film Festivali’nde ‘Jüri Özel Ödülü’ ve ‘Seyirci Ödülü’ kazandı.”
İlker, bu arada Amerika’da film piyasasına girmiş. Rol aldığı dizilerden, filmlerden filan söz etmek istemiyor. İnanılmaz ve şaşırtıcı bir şekilde mütevazı bir insan. Bu konuları pek önemsemiyor. Gerçekten…
“En iyi arkadaşım Goldie Hawn‘ın oğlu Oliver Hudson ve onun kız kardeşi Kate Hudson‘dı. Kate geleceği parlak bir yıldız. ‘Almost Famous’ diye bir film çekti. Onların evinde yılbaşı partileri olurdu. Tom Hanks, Tom Cruise, Nicole Kidman, Bruce Wills gelirdi. Çok mütevazı insanlar. Kompleksleri yok. nereden geldiklerinin, konumlarının farkında olan insanlar. Sonra televizyon dizilerinde, düşük bütçeli sinema filmlerinde hem aktör olarak hem kamera arkasında çalıştım. Merly Streep ve Bruce Wills‘in oynadığı ‘Death Becomes Her/Ölüm Kadına Yakışır‘da ve Sir Richard Attenbroug‘un yönettiği ve Robert Dowley Jr.’ın oynadığı ‘Chaplin’de çalıştım hatta bu filmde garson rolünde oynadım. Fakat film işinin bir garantisi yoktu, ne zaman ne olacağı belli değildi. Para kazanmam gerekiyordu, araştırdım ve apayrı bir işe girdim. Bir benzin istasyonu satın aldım. Fakat hemen, bunun dünyanın en zor işi olduğunu anladım. ‘Bir müdür bulurum o işi götürür’ sandım. Ama her dakika başında durmanız gereken bir iş olduğunu fark ettim. Sonuçta bu benzin istasyonunu zor da olsa satıp kurtuldum.”
İlker, ikinci evliliğini Amerika’da yapmış ve az daha ikinci bir Yumurcak vakasına yol açıyormuş. Ama kendi yaşadığı mutsuz çocukluğu oğluna yaşatmak istememiş:
“Amerika’ya geldikten üç yıl sonra dünya iyisi bir kızla tanıştım ve evlendik. Chloe, şimdi de hayatta en güvendiğim insandır. Sekiz yıl kadar evli kaldık sonra ayrıldık. Berker Alec diye bir çocuğumuz var. Çocuk onda kaldı çünkü 5 yaşında bir çocuğu annesinden ayırmak doğru bir şey değil bence.”
İlker şimdi Türkiye’de iyi işler yapmanın peşinde. Büyük projelerle uğraşıyor:
“Sıfırdan başlamaları seviyorum işte sonunda yine Türkiye’ye gelip sıfırdan başladım. Kafamdaki iki projeyi gerçekleştireceğim. Şu anda yoğun bir şekilde bu projelerüzerinde çalışıyorum.”
‘Aynı yoğunluğu gece hayatında da yaşıyorsunuz galiba?’ diyorum kendisine:
“Haftada bir bile gece çıksam, bir fotoğraf çektikleri zaman her gece oradaymışım gibi zannediliyor. İnsanların sizin hakkınızda düşündüklerini değiştiremezsiniz. Hayatta tek değiştirebileceğiniz şey, sizin düşünceleriniz. Başkaları için yaşamayı çoktan bıraktım. Beni insanlar nasıl gönüyorsa görsün. Beni tanıdıkları zaman kararlarını verirler. Kimseyi memnun etmek gibi bir niyetim yok. Ben kendim için yaşıyorum. Türkiye’ye dönmemin sebebi çok güzel projelerim var. Bunların yurt dışında ilgi uyandıracağını sanıyorum. Bir yabancı Amerika’da başarılı olabilir ama önce kendi ülkesinde başarılı işler yapıp oraya gitmesi çok daha avantajlı oluyor. Daha bir kabul görüyor. Şimdi, benim niyetim prodüktör, yönetmen ve oyuncu olarak öyle bir şey yapıp, Cannes ya da Venedik’te bir ödül kazanıp, Amerikalıların ilgisini çekmek. Şimdi bu projeler üzerinde çalışıyorum.”
Ne kadar ısrar etsem de İlker İnanoğlu bu projelerinden söz etmiyor. Sıkı işler herhalde. Bu arada İlker, gece hayatının aksine profesyonel bir aktör gibi yaşıyormuş.. Her türlü sporu yapmış hatta karatede siyah kuşak almış. Şimdi de sürekli spor yaptığını, gıdasına dikkat ettiğini, gereksiz gönül ilişkilerinden uzak kalmayı yeğliyormuş. Günlerini kitap okuyup, film izleyerek geçiren İlker, kendini tamamen projelerine vermiş görünüyor. Öyle diyor yani.
Sonuçta, onu biraz tanıdım. Bence o, daldan dala konan gece kuşu ‘Playboy İlker‘ değil, içinde bir Yumurcak saklı koca bir adam…
İlker İnanoğlu daha dört yaşındayken kameraların karşısına geçmişti. Yumurcak, Ayşecik, Ömercik, Parlo Şenol gibi çocuk yıldızlardan sonra sevimli ve farklı tiplemesiyle büyük beğeni kazandı. En büyük özelliği ise, kendisinden o yaşta hiç beklenmeyecek derecede başarılı oyunculuğuydu. Televizyon kanallarında sık sık gösterilen ‘Yumurcak Küçük Şahit’e rastlarsanız, onun bu filmin orijinalinde oynayan zamanın ünlü çocuk yıldızı Mark Lester’dan çok daha başarılı olduğunu fark edersiniz. Beş yıllık sinema yaşamı boyunca dokuz filmde oynayan İlker daha sonra uzun yıllar sinemaya ara verdi. Amerika’ da eğitim gören İlker, şimdi de çok farklı bir oyunculuk anlayışına sahip. Oyunculuk stili olarak kendisini Al Pacino ya da Sean Penn‘e benzeten İlker, bu konuda, “Benim oyunculuğum da öyle. Al Pacino filmde kavga ederken ağzından tükürükler saçar. Ben de öyleyim, rolümü sonuna kadar oynarım. Âşıksam sonuna kadar âşık olurum. Kamera beni tutamaz, oynarken yaşarım.” diyor.
İlker İnanoğlu şimdi de aynı yıllar önceki Yumurcak gibi kimi zaman fitili ateşlenmiş bir bombaya benziyor. Konuşurken yüzünden enerji fışkırıyor. İnaçlı ve kendinden emin. Acaba diyorum içimden. Yeni yeni
uyanmaya başlayan Türk sineması için İlker İnanoğlu taze bir kan olabilir mi? Neden olmasın. O daha dört yaşındayken hasılat rekorları kıran filmlerde oynamıştı. Kanında var yani. Filiz Akın‘ın oğlu ne de olsa. Arkasından bir Hollywood tecrübesi ona çok şey kazandırmış olabilir. Bekleyeceğiz, umut edeceğiz ve göreceğiz. Kendisi de beklemede zaten.