Tatlı Dillim (1972)
Analar Ölmez filmini yazarken, benzer bir metamorfoz/mutasyon geçiren başka bir film karakteri geldi aklıma hemen. Esas kadının, biri yontulmuş diğeri ise yontulmamış iki karakteri canlandırdığı filmlerden birisi de Arzu Film’e ait 1972 yapımı Tatlı Dillim.
Yeşilçam’ın zarif yıldızı Filiz Akın‘ın başrol oynadığı filmde esas oğlanı Tarık Akan canlandırıyor. Filmin oyuncu kadrosu zaten tek başına bu filmi izlemek için bir neden. Bakın kimler var kimler;
Filiz Akın: Emine / Mine
Tarık Akan: Bittabi Ferit başka ne olabilir ki 🙂
Münir Özkul: Köy muhtarı Hasan Amca
Hulusi Kentmen: Ferit’in babası
Nedret Güvenç: Ferit’in annesi
Zeki Alasya: Basketbol koçu
Metin Akpınar: Kazanova Metin
Suna Keskin: Ferit’e asılan kız Jülide
Halit Akçatepe: Çoban
Bu oyuncuların dışında, basket takımındaki gençleri canlandıranlar da müthiş, kimler yok ki; Kemal Sunal, Suphi Tekniker, Alev Sezer, Metin Çekmez, Cemil Can Bıçakçı (İnanç dünyamızın tok sesi), Argun Kınal ve Cem Erman (Kemal Sunal‘ın 100 Numaralı Adam filmindeki üç kağıtçı reklamcı)
Ertem Eğilmez‘in yönetmenliğini yaptığı Tatlı Dillim filminin senaryosu Sadık Şendil‘e ait. Filmin hâlâ akıllarda kalmasının bir nedeni de gencecik Selda Bağcan‘ın “Neredesin Sen” yorumu. Neşet Usta’ya da Selda Bağcan‘a da selam olsun.
Aslında ballandıra ballandıra Tatlı Dillim filmini anlatmaya niyetliydim lâkin Ekşi Sözlük’te filmi oldukça matrak anlatan bir yazıya rastlayınca benim yazmama hiç ama hiç gerek yok dedim. Yazının sahibi arkadaş Yüzüklerin Beyefendisi de sağolsun izin verince, Tatlı Dillim‘i onun ağzından aktarmak istedim size. Kendisine tekrardan teşekkür ediyorum. Buyrun bakalım:
Tatlı Dillim
Bir köy öğretmeni, o öğretmene aşık basketbol oyuncusu, onun kaptanı olduğu basket takım ve takımın her yere götürdüğü basket topu çevresinde gelişen Türk filmi. Evet, basketbol topuna film boyunca özel ihtimam gösterilmiştir – amors çekimler, pan yapmalar, vs…
Tarık Akan, Ferit rolünü üstlendiği çoğu filmde olduğu gibi gayet yavşak bir portre çizer. Bununla birlikte, o dönemki çapkınlık teknolojileri pek gelişmediğinden, Emine’yi kafalamak adına şunun gibi yarıcı bir rutini sarf etmiştir:
(Ferit gece Emine’yi düşünmekten uyuyamıyordur; azmıştır. Oeah diyip yatakhaneden fırlar, Emine’nin camına dayanır:)
[tık tık tık tık tık]
– (ıhhha!) Gene mi siz? Ne arıyorsunuz burada?
– kalbimi kaybettim de, burada mı acaba?*
– şşşşht! yavaş! siz deli misiniz yoksa?
– hayır; basketçiyim…
Böyle travmatik bir diyaloğa rağmen, yavşak Ferit allem eder kallem eder, kızın peşini bırakmaz; olaylar gelişir ve Emine’yi kafalar. Aşıktır Emine’ye. Birlikte sabana giderler, salıncağa binerler, köyün sınırları dahilinde eksi beş oktavlık ses aralığında “neredesiiiin seeeen?” şarkısını söyleye söyleye mutlu bahtiyar hayatlarını sürdürürler.
Ama Ferit bir “it”tir ve “it” olmanın bir gereği olarak “işi çıkar“. Çıkan iş de basket maçıdır. (Aslında, böyle abuk bir nedenin öne sürülmesinin sebebi, başrol oyuncularından basketbol topuna filmde daha fazla süre yer vermektir.) Ferit diriplingini yapar, şutunu çeker; faulsüz bir seri akabinde şampiyonluğu kazandırır. Bu noktada şampiyonluğun kutlanması gerekmektedir ve bu tarz işler için Türk filmlerinde neredeyse klişeleşmiş “esmer fettan” devreye girer. Ferit, “sarışının adı ama esmerin de tadı” der, ve fettan hatunla otel ruflarında haşna fişnaya dalar…
Emine unutulur. Aslında unutulmaz; unutmaz Ferit.* Telgraflar çekilir. Telgraf üstüne telgraf; ulan sanki adam vali de yirmi üç Nisan kutlama mesajı atıyor! Emine çok bozulur buna, köyün ihtiyar heyetinin ileri geleni rolündeki Münir Özkul‘un gazıyla İstanbul’a Ferit’i aramaya gider. Ferit tüm bu esnada hâlâ şampiyonluğu kutluyordur. Fakat takılmıştır esmer fettana. (Ama esmer de esmer hani!) orasını burasını eller, sırtına krem sürer, hoppada diyerek sırtına alır. Tam bu noktada Emine sahneyi bir dolly zoom eşliğinde, şok olaraktan seyreyler. (Tamam abarttım; dolly zoom yoktu o filmde.)
Boşayacaktır it Ferit’i. Beybabadan aldığı gazla, kendinden emin bir şekilde köyün işlerini halletmekte olan avukata başvururlar; avukat Hulusi Kentmen‘dır. Olayı avukata anlatırlar. Babacan avukat çok içerler Emine’nin düştüğü duruma. Merak eder acaba kimin neyi, nesidir bu it oğlu it. Kendi oğlu olduğunu görür şoke olur.
İnsan sarrafıdır avukat. Emine’ye yardım etmek ister. Böylece Ferit’in bu son derece dallama hareketine karşı plan kurar, olaya girişirler; Emine, Mine olacaktır!
Mine taş gibi bir hatundur. Lâkin bu noktada seyircinin kafasına şu soru takılır: Nasıl olmuştur da Emine’nin switchi bu kadar kısa sürede on olmuştur? Namuslu köy öğretmeni Emine, bir anda vamp ve selam edilesi bağyan Mine’ye bu kadar başarılı bir şekilde nasıl dönüşür? Yoksa, geçmişte aslen concon bir bünyedir, vicdanı sızlamıştır da daha sonra sine-i millete dönmüş ve öyle mi köy öğretmeni olmuştur? (Hayır, çünkü göreceksiniz yavruyu: gece klübündeki ortamalara süzülmeler, su kayağında fettan esmeri kepaze etmeler; bunlar kompetanlık isteyen müesseseler.) Bu konu biraz muallak; girmeyelim yoksa asıl konudan sapacağız.
Neyse, Mine Ferit’in çevresini feth eder önce. Ferit, bunu görünce bir dumur yaşar, Mine muhabbetine hemen inanır. (Halbuki it herif, insan dansederken şöyle bir koklar kızı da anlar mine diye bir karakterin aslında var olmadığını! çok sinirleniyorum bu ferit’e; kusura bakmayınız.) Aklı şeyindedir Ferit’in. Mine’yi de elde etmek ister. Ama bu o kadar kolay değildir tabi…
Bundan sonrasını anlatmayayım. Ama bildiğiniz ve tahmin ettiğiniz üzere olaylar gelişir ve Mine aslında Emine olduğunu belli eder.
Ferit bir mallaşır, şaşırır. (Senin okuduğun tıp fakültesine…) Ama Ferit de iyi biridir aslında: Bir anda basketçiliği bırakır asıl mesleğine geri döner; Ferit olur Ferdi! Kızın nutku tutulur. Tekrar birbirlerine âşık olurlar. Ferit’teki değişim kızın psikolojisini bozar, ona elmyra gibi sarılır ve sıkmaktan bir hâl eder; Ferdi kangren olur. Yine de hayatlarından çok memnundur. Kız Ferdi’yi ölene kadar bırakmaz ve film mutlu sonla biter…
Meraklısına “Neredesin Sen” türküsünün sözleri;
Şu garip halimden bilen işveli nazlım,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?
Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?
Ben ağlarsam ağlayip gülersem gülen,
Bütün dertlerim anlayıp göynümü bilen,
Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?
Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor,
Hiçbir tabib şu yarama merhem olmuyor,
Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?