“Yıllardır ben hiç basında gözükmedim, filmde oynamadım. Bunca sene geçmesine rağmen eşimle bir yere gittiğimiz zaman hoş bakışlarla karşılaşıyordum. Bu benim hoşuma gidiyordu. Basında görünmediğim halde bu kadar sene sonra bana hoşlukla bakmaları, tanımaları güzel bir şey. Demek ki bir iz bırakmışız.”
Devlet Devrim: Kara Boncuk
Bu sözler bir dönem güzelliği dillere destan olan Türk sinemasının “Kara Boncuk”u Devlet Devrim’e ait. Güzelliğinden hiçbir şey yitirmemişti Devlet Devrim. Çok cana yakın, çok içtendi. Yeşilçam filmleriyle yetişmiş kuşaklar o dönemin filmlerini, o filmlerin oyuncularını unutamazdı elbette. O yıllarda bir saflık, bir iyi niyet ve doğallık vardı. Bugünün dünyasında pek karşılığını bulamadığımız incelikler, dürüstlükler yaşanıyordu dostluklarda ve hayatın birçok alanında. Bugün özlemini çektiğimiz birçok duygu Yeşilçam filmlerine de yansıyordu doğal olarak. Bugün bize abartılı gelen filmler, tek seçeneği ve “eğlencesi” sinema olan halk tarafından beğeniyle izleniyordu. Filmlerin o büyülü dünyası, anlatılan ‘çağdaş masallar’, insanları içine alıyordu.
1944 yılında İskenderiye’de doğar Devlet Devrim. Dedesi oraya, saraya mütercim olarak gitmiştir. “Annem orada okuyor, büyüyor ve orada evleniyor. Annem İstanbullu, babam Mısırlıydı. Ben yarı Mısırlı yarı Türk’üm, melez oluyorum herhalde.” diyor gülerek. Devlet Devrim doğduktan birkaç yıl sonra annesi ve babası ayrılır. Annesinin ailesi İstanbul’a döner. Asıl soyadı Muhsin’dir, Devlet Muhsin. Önce Beylerbeyi’ye yerleşir aile, çocukluğu Beylerbeyi’de geçer. Sonra Moda’ya taşınırlar.
O yıllarda Ses dergisi çok popülerdir ve sinemaya yeni yüzler kazandırmak için yarışmalar düzenler. Devlet Devrim’in bu yarışmalardan haberi yoktur o sıralar. “Hep derler ya tesadüfler diye, hakikaten de tesadüf oldu. Yeşilçam’la ilgili bir arkadaşım vardı, gelip giderdi. Oyuncu değildi ama çok arkadaşı vardı. ‘Gel İstanbul yakasına geçelim’ dedi. O zaman benim için İstanbul’a geçmek büyük bir olay tabii. Baleye hevesim vardı, bale ayakkabısı alırım diye geçiyoruz İstanbul’a. Annem Beyoğlu Ziraat Bankası’nda çalışıyor. Beyoğlu’ya geçmek büyük bir olay, korkuyoruz da. Neticede biz korkarak da olsa geçtik. Be-Ya Film’e gittik, sahibi Nusret İkbal. Orada bana ‘a, bu ne cici kız’ falan dediler. Nusret Bey, ‘biz Ses mecmuasında bir müsabaka hazırlıyoruz, seni o müsabakaya sokalım’ dedi. ‘Yok’ dedim. Mümkün değil, ailem çok kızar. Buralara geldiğimi de bilmiyorlar. ‘Biz ikna ederiz’ dediler. ‘Asla olamaz’ dedim.
Orada ağzımdan laf aldılar herhalde, annemin Ziraat Bankası’nda çalıştığını öğrendiler. Birkaç gün sonra annemi aramışlar. Akşam annem eve geldi, korkunç olaylar tabii. Neyse olurdu olmazdı derken, ‘peki’ dendi. Fotoğraflar çekildi, müsabakaya girdim. 1962 yılında Tamer Yiğit’le birlikte müsabakayı kazandık. Ama ben bir sene boyunca film çekemedim. Nasıl üzülüyorum, ikinciler, üçüncüler çalışıyor ben hüzünler içinde ağlıyorum. ‘O kadar zayıfsın ki’ diyorlar, ‘Ayhan Işık’la oynatsak, sevgilisi olamazsın ancak kızı olursun’. ‘Kızını oynatın o zaman’ diyorum. 45 kiloyum, çok zayıfım. Ben böyle bir sene evde bekledim, üzüntü içinde.”
Bir gün Ümit Utku görür Devlet Devrim’i ve o gün mukavele yaparlar. Sonunda filmde oynayabilecektir. İlk filmi Orhan Günşiray ve Nebahat Çehre’yle oynadığı Çiçeksiz Bahçe’dir. “Ondan sonra tut tutabilirsen. Arka arkaya çalışmalar geldi.”
Yeşilçam’ın o yoğun döneminde Devlet Devrim de arka arkaya filmlerde oynamaya başlamıştır. Devlet Muhsin olan adı, Devlet Devrim olur. O yıllarda dünyada Brigitte Bardot’lar yani B.B.’ler, C.C.’ler vardır, Turgut Demirağ da ‘seni Türkiye’nin D.D.’si yapalım’ der ve isim babası olur. “Babalarım çok benim Türk sinemasında. Hepsi beni çok severdi, çocukları gibi severlerdi. Turgut Demirağ da saygıdeğer bir yapımcımızdı. Hep büyük şirketlerle çalıştım, şanslıydım. Ben onların kızı gibiydim. Her filmlerinde oynatırlardı beni. Rol ayrımı da yapmıyordum. En sevdiğim filmim Mor Defter’dir, Yılmaz Güney’le oynamıştık. Bağdat Yolu, İstanbul’un Kızları, Sözde Kızlar, Haremde Dört Kadın iyi filmlerdi. Halit Refiğ ve Memduh Ün’ün çektiği filmlerdi. Ben zaten onların kızlarıydım. Nilüfer Aydan’la da iyi arkadaştık. En sonunda ‘sen benim kızım ol’ dedi Halit Bey. Benim ismimi ‘Kara Boncuk’ taktı, lakabım olarak kaldı sonra. Önce ‘Kara Boncuk’ yazılırdı, sonra Devlet Devrim. Çok kısa bir dönemde çok fazla filmde oynadım ama ben yine de tatmin olamadım. Daha farklı şeyler yapmak isterdim, oyunculuk adına. Daha iyi filmlerde daha çok başrol, iyi roller oynamak isterdim.” Sinemaya ara vermiştir fakat sinema çevresinden, arkadaşlarından kopmamıştır Devlet Devrim. Yıllardır sık sık görüşür onlarla.
Ben Yılmaz Güney’le çok filmde oynadım. Mor Defter’de Yılmaz’ın çok ilginç, trajik bir rolü vardı. Bakırköy’de, hastanede çalışıyoruz. Bunda deli gömleği falan var. Kamera da ağacın üstünde, kimse görmüyor. O böyle çılgın bir vaziyette rolünü yapıyor. Doktorlar geldi, Yılmaz’ı hemen yakaladılar ‘niye bunu saldınız’ diye. Sonra film çekildiğini anladılar. Böyle çok anı var tabii. Böyle hoşluklar, oluyordu, hep neşe içinde geçiyordu zamanımız. Yılmaz Güney çok sevecendi. O sert yapısının arkasında çok duygusal, çok sevecen biriydi. Set işçilerine kadar çok başka davranırdı, sevgi doluydu. Sinemaya yönelik çok hoş düşünceleri vardı.”
1968 yılına kadar aralıksız çalışır Devlet Devrim. O yıllarda sinema oyuncuları sahneye çıkmaya başlamıştır. Gazinocu Osman Kavran’ın ısrarıyla o da sahneye çıkar. Hiç şarkı bilmiyordur. ‘Öğretiriz’ derler. On günde on şarkı öğrenerek sahneye atar kendini. Ondan sonra sinema biraz ikinci planda kalmaya başlar. İki yıl sürer sahne çalışmaları. “Hiç boş oturmadım ne sinemada ne de sahnede. Sonra 1970 yılında tanıştıkları Agâh Selçuk Bey’le, 71 yılında evlenirler. “Ya evlilik ya mesleğin” demiştir eşi. Sahneyi de sinemayı da bırakır.
Yazan: Mesut Kara