Badi – Badi (1983): E.T.’ye benzetilmek isterken kebapçılarda yemeğin yanında gelen balon ekmeğe benzeyen Badi, Türk sinemasının yani Yeşilçam Sinemasının dost canlısı uzaylısıdır. Paytak paytak yürüyüşü ve zararsız tavırlarıyla Ali’nin ve bizim gönlümüzü fethetmeyi başarır. Amerikalı yetkililer Badi’yi görseler E.T.’ye vatandaşlık verirlerdi ama olsun, biz yine de onu seviyoruz. Çünkü o bizim ilk yerli uzaylımız.
Ahtapot – Tarkan: Viking Kanı (1971): Denizlerin korkunç yaratığı, Kraken’den hallice, en kötü Ed Wood filminde bile göremeyeceğiniz türden bir yaratık olan Ahtapot; asla istemeyeceğiniz bir son için sizi denizde bekler. Kafatasınızdan şarap içilmesi bile Ahtapot’a atılmaktan daha iyidir. Olur da elleriniz ayaklarınız bağlı bir şekilde Ahtapot’un yemi olmak üzere beklerseniz ve yanınızda kurt da yoksa fazla debelenmeyin. Çünkü zaten hareket etmiyor.
Drakula – Drakula İstanbul’da (1953): Bildiğimiz Dracula’nın asil ve İstanbullu versiyonudur. Atıf Kaptan’ın çılgınlar gibi yakıştığı bu role hemen kanımız kaynar. Dracula’dan farklı olarak Sarayburnu üzerinde uçan, bulabiliyorsa simitçi bulamıyorsa martı kemiren, gündüzleri Karacaahmet Mezarlığı’nda dinlenen Drakula da bir İstanbullu olarak; her yerin betonlaşmasından şikayetçidir. Çünkü betona diş geçirmek zordur.
Tuz Canavarı – Turist Ömer Uzay Yolunda (1966): Yemeğe, tatmadan önce, tuz atmayanlar bilemez. Tuz Canavarı ağzının tadını bildiği için önüne gelen insandan, suratını okşamak suretiyle, tuz emer. Tuz emdiği insana dönüşebilmek gibi bir yeteneği de vardır. (Siz tuzlu fıstığa dönüşebiliyor musunuz mesela?) Turist Ömer’i de emmek istemiş fakat yakalanınca tadı tuzu kaçmıştır. Canan Karatay tuz yasak dediğinde biz.
Çeşitli Uzaylılar – Dünyayı Kurtaran Adam (1982): Bunlar anaokulunda el işi kağıdı, ip ve tüyle yapılmış yaratıklara benzerler. Cüneyt Arkın dünyayı kurtarırken karşısına çıkarak onu yok etmeyi amaçlarlar. Hayır güldürerek değil, fütüristik tarzlarıyla aklını karıştırarak. (Ay çen dünyayı mı ele geçiriçen?) Zaten uzaylı dediğin her şey olabilir. Steven Spielberg çok mu biliyor sanki? Uzaya gidip görmüş mü?
Kilink – Kilink: Soy ve Öldür (1967): “Kilink insan insan, yaratık değil o” dediğinizi duyar gibiyiz. Ama Kilink maske takınca insan, çıkarınca iskelet olduğu için size katılmıyoruz. Burada da “insanlar da türlü türlü maskeler takıyor” deyip konuyu kilit hale getirebilirsiniz, o ayrı. Kendisi son derece enerjik, çapkın ve belalı bir iskelet adamdır. American Horror Story’nin Tate’inden önce bizim Kilink’imiz vardı.
Şeytan – Şeytan (1974): Gül gibi kızı kusmuk makinesine çeviren, kafasını çevir aç kapak gibi döndüren, önüne çıkan her şeyi uçuran Şeytan; sanıldığı gibi yerin dibinde yaşamaz. İnsan bedenlerini tercih eder. 1973’teki “The Exorcist”ten zemzem suyu farkıyla ayrılan film, aslında hiç de fena değildir. Canan Perver içine Şeytan giren küçük kız rolünde değme Hollywood oyuncusuna taş çıkartır. Hatta şeytan çıkartır.
Frankenştayn – Sevimli Frankenştayn (1975): Evet, aslında bizim de bir Frankenstein’ımız var. Ama alışveriş sitesinden alınma bir Frankenstein maskesi takmış, Ruh Seven Derneği’ne takılmayı seviyor ve niyeyse bazen fıskiye gibi su akıtıyor. Yine de parçaları orijinali kadar sağlam. Hatta beyni özel olarak beyin bankasından alınmış. Buradan, IKEA’dan tak çıkar mobilya seçer gibi, kafatası ve beyin seçebiliyorsunuz. Sonra da evde monte ediyorsunuz. Biz seni ay sonunda minimum tutar gelince göreceğiz Timur.
Şahmaran – Şahmaran (1993): Şahmaran yarı kadın yarı yılan, yılanların sultanı bir masal yaratığıdır. Bu yüzden de onu Türkan Şoray canlandırır. Daha doğrusu onun üst tarafını. Çünkü altı kuyruk. Antika kaçırmak, Yusuf’un aklını çelmek, denize düşenlere sarılmak, su içilince mola vermek, tatlı dil karşısında zindanından çıkmak gibi huyları vardır. Her ne kadar yılan yılan huyları olsa da; güzelliğiyle yılan dansı yapan Fatih Ürek gibi akılları alır, kafaları titretir, vücutları kıvırtır. Tısısı…
Gulyabani – Süt Kardeşler (1976): Koca kukla kafası ve saten geceliğiyle yürümeye çalışarak insanları korkutan Gulyabani’ninki de biraz şovdur. Tamam kim olsa, gece evinin önünde öyle bir şey görse korkar ama Melek ve Emine’nin dönem itibariyle bienalden haberinin olmadığı da bir gerçektir. Hangisi daha korkunç bilemiyoruz: Gecenin bir yarısı Gulyabani’nin bize doğru yürümesi mi yoksa alttan vurma ışıkla karşımızda dikilen bir Kemal Sunal mı? Bu da dönemine göre değişir.
Semra Uygun 2017 – Yeşilçam Sinemasının 10 Akla Zarar Yaratığı
Editörün Notu: Bazen sitemize gelen yorumlara şimdiden cevap vermek adına bir açıklama yazmayı tercih ettim. Yazarımız Semra Uygun gerçek bir Yeşilçam sever olarak kendi hınzır üslubu ile Yeşilçam içindeki bazı canavarları ele alıp listelemiş. Yazıda bir alay etme değil sevdiğine takılma mevcuttur, ayarlarınızla oynamayınız …
One thought on “Yeşilçam Sinemasının 10 Akla Zarar Yaratığı”