“Benden önceki döneme ben çok daha fazla titizleniyor, saygı duyuyorum. Ben çok ucundan yakaladım, sonuna doğru diyebilirim. 50’li yıllara bakıyorum, 60’lı yılların başına bakıyorum Sezer Sezin’lerin, Belgin Doruk’ların, Ayhan Işık’ların dönemi müthiş bir şey. Büyük bir aşkla yapıldığını gördüm. Ben ilk filmimde heyecanımdan ve üzüntümden düşüp bayıldım. İnanılmaz yokluklara rağmen sinema yapılıyordu. Öyle sarıyor ki sizi, o zor şartlarda her şeye rağmen sinema yapıyorsunuz. Çok büyük saygı duyuyorum o dönemin insanlarına. Şimdi olacak şey değil, mümkün değil yapılamaz. O bir dönemmiş her şeye rağmen, bütün ‘yok’lara rağmen sinema yapmış insanlar. Yürekle, aşkla yapılmış. Zaten öyle yapılır bu iş. Şartlarınız konforlaşsa da, çok elverişli şartlarda da çalışsanız yine de sevmek zorundasınız. Gerçekten de oyunculuk çok zor bir iş. Yüreğinizle yoruluyorsunuz, beyninizle yoruluyorsunuz. Her oynadığınız tipleme, her çizdiğiniz karakter sizden bir şeyler koparıp götürüyor. Hissedenler için konuşuyorum tabii yoksa rol yapanlar için değil.”
Yeşilçam’ın iyi filmlerinin iyi oyuncusu Selma Güneri, çocuk yaşta tesadüfen kendini içinde bulduğu Yeşilçam için söylüyordu bunları. Bugün sinemamızın içinde bulunduğu zor koşullarında sinema yapmaya çalışanlara da çok büyük saygı duyduğunu, sinema adına teşekkür ettiğini söylüyor. “Gerçekten kişisel çabalarla çok büyük bir risk altına giriyorlar. Kendi paralarıyla, beyinleriyle, emekleriyle sinema yapmaya çalışıyorlar. Ama bu ‘tamam sinema oldu, Türkiye’de sinema var’ demek değil. Salon durumları malum, ne kazanacakları belli değil, insanlar büyük bir cesaretle giriyorlar bu işe. Nereye kadar gidecek, ne zaman toparlanır, bu hepimizin meselesi tabii, bu ülkenin meselesi.”
Selma Güneri sanatçı bir aileden geliyor. Babası Lütfi Güneri bir dönemin ünlü ses sanatçısı, yorumcusudur. Yine bir dönemin çok ünlü ses sanatçılarından Ahmet Üstün dayısı. Bizim kuşağın ilk gençlik dönemi idollerinden olan Selma Güneri farklı fiziği ve içimizin derinliklerine işleyen bakışlarıyla, izlediğimiz iyi filmlerindeki oyunuyla ayrı bir yeri vardı bizler için. Kendisinin de çok sevdiğini, filmografisinde ayrı bir yeri olduğunu söylediği Son Kuşlar, Bitmeyen Yol, Ben Öldükçe Yaşarım, Nikâhsızlar gibi filmleriyle bu özel yeri edinmiş, Yeşilçam’ın unutulmayan yüzleri arasındaki haklı yerini almıştı.
Selma Güneri’nin sinemaya başlamasının oldukça ilginç bir hikâyesi var. Çocuk yaşlarda Amerika’da olan babasının yanına gider, ilkokul dönemini orada geçirir. Daha sonra İstanbul’a döner ve öğrenimine Kandilli Kız Lisesi’nde devam eder. O günlerde bir akrabası Perde dergisinin açmış olduğu yarışmaya katılacaktır.
“Bana geldi, benim yardımcı olmamı, kendisine moral vermek için yanında bulunmamı istedi. Biz de annemle birlikte ona destek vermek üzere yarışmanın yapıldığı Dormen Tiyatrosu’na gittik. Kulisteydik, Perde dergisinin sahibi Lütfi Gökmen Bey babamdan dolayı annemi tanıdı. Beni de görünce müthiş bir reaksiyon gösterdi, ‘büyümüş, ne kadar güzel bir genç kız olmuş’ diye. Türk sinemasının yeni yüzlere ihtiyacı olduğunu neden bizim yarışmaya katılmadığımızı sordu, üstelik sanatçı bir aileden de geliyordum. Büyük bir ısrar vardı o gün. Henüz çok küçüktüm, 13 yaşındayım ve ortaokula gidiyorum. Gerek yok, olacak iş değil gibi olumsuz tepkiler gösterdik. Fakat çok ısrar olunca kıramadık ve ben sahnede buldum kendimi. Erkan Yolaç sunuyordu. Ayıp olmasın hatırları kırılmasın diye çıktım sahneye. Nasıl olsa böyle bir şey olmayacak, ben bu işi yapmayacağım diye düşünüyorum. Zaten oraya şoset çorap ve örgülü saçlarla gitmişim. Kandilli Kız Lisesi’nde yatılı okuyorum o zaman. Bir hoşluk olsun diye çıktım sahneye. Sonuçlar açıklandı, ben birinci seçildim.”
“1964 yılının başında birinci seçilmiştim, 1964 yılının sonunda ilk filmimi çekiyorum. Sevgili Nilüfer Aydan’la ilkokul yıllarından tanışıyorduk. Nilüfer de Amerika’dan dönmüş Halit Refiğ’le evlenmişti. Halit Refiğ İstanbul’un Kızları filmini çekecek. Gençlik filmi, kalabalık bir kadrosu var. Nilüfer, Halit’e ‘bizim Selma genç kız olmuş, Perde dergisinin yarışmasında da birinci seçilmiş. Sinemacı olacak herhalde, ona da bir rol verelim’ diyor. Bana geliyorlar ve ben yine hatıra binaen, en azından birinci seçildim bir anı olur diye kabul ediyorum. O filmin sonunda çok olumlu eleştiriler alıyor benim oyunum. Dolayısıyla devam ediyor filmler o tarihten itibaren. Filmler gelmeye başladı, Son Kuşlar (1965) geldi. Son Kuşlar’dan da bir Altın Portakal geldi. 1966, 3. Antalya Film Festivali, en iyi kadın oyuncu. Bu defa olaya daha ciddi bakmaya başladım ve ‘bu benim mesleğim olacak’ dedim o zaman. Çünkü âşık olmuştum sinemaya. Genlerde de var, ailede çok sanatçı var. Babam, dayım, ağabeyim müzisyen, şarkıcı. Neden olmasın dedik ve devam ettim. Sonra iddialı filmler peş peşe geldi.”
En büyük şansının hep çok iyi ekiplerle çalışma olanağı bulmak olduğunu düşünüyor Selma Güneri. Bir de çok seçici olmasının sinemada yaptığı kariyerinde önemli bir payı olduğunu söylüyor. “Eğer sinemada birkaç iyi filmle kariyer yaptıysam bunu benim seçiciliğime bağlamak lazım. Senaryoyu mutlaka okurdum, çok ciddi çalışmalar yapardım üstünde. Gelen her teklifi kabul etmezdim. İyi ki de öyle yapmışım. Çünkü benim kariyerimi belirleyen o yıllarda çekilen ve hâlâ unutulmayan filmler oldu. Duygu Sağıroğlu’yla tanışmıştım. Bitmeyen Yol filmini çektik. Tunç Başaran’la On Korkusuz Kadın filmini yaptık arkasından. Sonra Ben Öldükçe Yaşarım filmi geldi. Yılmaz Güney’le çalışmalarım oldu. Malum o zamanlar sinema okulları yoktu ama benim için Yılmaz Güney iyi bir okul oldu. Yılmaz Güney’den ben gerçekten oyunculuğun ne demek olduğunu, nasıl olması gerektiğini, bir oyuncunun nasıl davranması, nasıl düşünmesi gerektiğini öğrendim. Daha sonra da böyle sürdü gitti filmler.”
Yazan: Mesut Kara
NOT: Bu yazı 11 Haziran 2017 tarihinde “Selma Güneri: Sanatçı ailenin sanatçı kızı, iyi filmlerin oyuncusu” başlığı ile evrensel gazetesinde yayınlandı.
Hareketli Gif için her zaman ki gibi Cem Şeftalicioğlu’na teşekkürler
Selma Güneri, oğlu Umut Sezgin, Gizem Keskinoğlu ve eşi Yusuf Sezgin (2017 yılından bir kare)