Duayen seslendirme sanatçısı Jeyan Mahfi‘nin Sabahat (Türkan Şoray) ve Tasula (Oya Peri) adlı karakterleri aynı anda seslendirmesiyle bilinen Safa Önal imzalı “Ağlayan Melek” (1970) filminin bir sahnesinde Şevket (Tanju Gürsu) Sabahat’e yardım elini uzatan Vedat’a (Ekrem Bora) diklenir. Körkütük aşık olduğu kadının Vedat’a ilgisini sindiremeyen Şevket isyanıyla cebelleşedursun, Temel Gürsu adındaki genç yönetmen adayı ilk filmini çekmek üzere kolları sıvamaktadır. Üstelik diklenmekten değil, yönetmekten yana hem de karşısına Ekrem Bora‘yı alarak. Yeşilçam’ın tozlu sayfalarından gerçeğe adım attığımız bu sahnede Arzu Film çatısı altında “motör” diyen Temel Gürsu‘nun hayli sarsıcı filmi “Dikkat Kan Aranıyor” (1970) perdede oynamaya başlıyor. Yazlık sinemamızda !
Ertem Eğilmez‘in kariyerindeki en farklı filmlerden biri olan “Canım Kardeşim” (1973) hikâyesine yedirdiği “kan verme” olgusu sayesinde sefaletten kurtulma yollarına değinmiştir. Kancı Mehmet (Metin Akpınar) gibi kan avcılarının kral muamelesi gördüğü bir düzeni kurgulayan Ertem Eğilmez-Sadık Şendil ikilisi, Rh-Eraş (Necdet Yakın) karakterini yaratarak boyun eğmeyenlerin de ışığı göreceklerine dair tarihe umut damgasıyla not düşmüştür. Filmden tam üç yıl önce çekilen “Dikkat Kan Aranıyor” ise kan verme olgusunu “Canım Kardeşim”e nazaran daha merkezde ele alarak güncelliğini yitirmeyecek sinema anlayışıyla seyirciye iletmektedir.
Büyük çoğunluğu bir gecede geçen “Dikkat Kan Aranıyor”, ilk dakikalarda jeneriğiyle şaşırtıyor. Kan anonsuyla başlayan film, yemek masasındaki ailenin iştahını, plajda dans eden gençlerin ve arabada cilveleşen çiftin neşesini, yatakta sevişen başka bir çiftin de heyecanını kaçırıyor. Günümüzde kulak tıkanan kavrama dönüşmüş kan verme, 1970 yılının Türkiyesi’nde de insanların sıkılarak andığı bir konuymuş meğer. Bilinçlenme ve duyarlılığın tedavülden kalkmasına itiraz ederek filme hızlı giriş yapan Temel Gürsu, senaryoyu yazan Sadık Şendil ile birlikte başarılı emniyet mensubunu bizlere tanıtıyor. Yakışıklı komiserimiz Ekrem Bora, hem çevresi tarafından sevilip sayılmakta, hem de güzel eşiyle çocuk sahibi olmak için yanıp tutuşmakta. Gece mesaisi için yardımcıları (Kaya Volkan ve Yavuz Selekman) ile devriyeye çıkan komiser aldığı anons neticesinde Süleyman Turan’ın canlandırdığı İsmail’i yakalamak üzere teyakkuza geçer. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden kaçan İsmail çocukluğunda yaşadığı trajedi nedeniyle ruhsal anlamda çökmüş ve insanlara güvenini yitirmiştir. Komiser ve İsmail arasındaki ilişki, sadece ikisini değil, başta komiserin eşi (Semra Sar) olmak üzere birçok insanı etkileyecek, seyirci de bütün bunlardan nasibini alarak merhamete ve vicdana dair güçlü söylemler eşliğinde hesaplaşmalara sürüklenecektir.
Tanıdığım ve konuşma fırsatı bulduğum sinema insanlarına göre Temel Gürsu‘nun en iyi filmi addedilen “Dikkat Kan Aranıyor”, yönetmenin filmografisini incelediğimizde haklı tespite dönüşüyor. Kariyerinde yine Arzu Film bünyesinde çektiği “Hayat Sevince Güzel” (1971), Yılmaz Güney senaryosunda “İzin” (1975), Kadir İnanır ve Müjde Ar‘ı buluşturan erotik komedi “Baldız” (1975) (filme dair sitede yer verilmiş yazıma şuradan ulaşabilirsiniz https://sinematikyesilcam.com/2016/06/kadirizme-hapsolmus-baldiz-1975/ ), arabesk furyanın mihenk taşlarından Ferdi Tayfur‘un ilk filmi “Çeşme” (1976), baba yarısı Nuri Alço takdimiyle Küçük Emrah‘ın en bilinen çalışması “Ayrılamam” (1986) gibi birbirinden değişik filmlere imza atmış Temel Gürsu, üretken ve Yeşilçam’a değer katmış bir sinemacıdır. Şimdi gelin, nazarımda da rejisörün en iyi filmi seçilmiş ”Dikkat Kan Aranıyor”un kıymetli özelliklerine değinelim.
Dikkat Kan Aranıyor, gerek karakterlerin dolu dolu olması, gerek kurduğu dünya bakımından Hollywood’daki örneklerine yakın hava tutturuyor. Final ve geri dönüşler dışında, tek gecede anlatılmak üzere yazılmış senaryo birkaç kötü oyunculuk performansı dışında baltayı taşa vurmadan vücut bulmuş. Yeşilçam’da yeterince güçlü işlenemeyen gerilim türüne hatırı sayılır katkı veriyor film. Belki koltuğunuza yapışmıyorsunuz, ama iyi çekilmiş sahnelerle filmden bir dakika bile kopmuyorsunuz. Emniyet Teşkilatı‘nın desteğini alarak hazırlanan filmde, polis sirenleri geceyi soğuk kılmada kullanışlı mı kullanışlı. Filmde hava sıcak olsa da, karakterler daima buzun içinde debeleniyormuşcasına hareketli. İstanbul’u layıkıyla resimlemiş gece çekimleri hem şehrin pürüzsüzlüğünü hem de baş karakterin yalnızlığını çok iyi betimliyor. Daha doğru ifadeyle, baş karakterin vicdanıyla çıkmaz sokağa girmesinde İstanbul’un payı fazlaca. Burada görüntü yönetmeni Cahit Engin‘in hakkını teslim etmeli.
Sürükleyici senaryoda araya serpiştirilmiş karakterler ve mekanlar asla sırıtmıyor. Geriye dönüşler yerli yerinde. Senaryonun kayda değer bir başka özelliği, bilindik yollara sapmaması ve karakterlerin gelgitlerini seyirciye kabul ettirebilmesi. Bilhassa İsmail karakterinin motivasyonu, tereddütleri ve davranışları, ondaki kıvılcımı ateşe dönüştüren manevralar (çocukların elindeki silahlar, motosiklet çetesi vb.) seyirciye derinden nüfuz edecek cinsten. Temel Gürsu oyuncu nasıl yönetilir dersi veriyor. Süleyman Turan belki de kariyerinin en başarılı rolünü oynuyor. Çoğu filmde yinelediği mimikleri burada deforme olmuş vaziyette. Mazisindeki acının bütün yükünü yüzünde görebiliyoruz.
Finale doğru adeta devleşiyor sanatçı. Komiserle göz göze geldiği o kısacık anda ikilinin vicdanı aynı anda duvara tosluyor. Erken kayıp sanatçılarımızdan Ekrem Bora‘yı neden özlememiz gerekiyor, filmi izledikten sonra bir kez daha idrak ettim. Hiçbir yıldızı andırmayan o eşsiz fiziğine ve bakışlarına hayranım. Yüzündeki sert hatları ihbar eden renkli gözlerdeki yumuşaklık, sanatçımızın karizmasının yıllar geçse de eskimeyeceğine işaret. Oyunculuk yeteneği de cabası. Polis üniforması içinde oyuncu değil, emniyet mensubunu izliyoruz sanki. Onun da dertleri “bizim dertlerimiz” adeta. Her gün soluduğumuz onlarcasından biri. Eş rolündeki Semra Sar ise kendime dahi itiraf edemediğim yetenek abidesiymiş meğer. Temel Gürsu ve Sadık Şendil‘in senaryodaki en önemli hamlesi belki de güçlü kadın portresi çizmesi. İki erkek karakter gibi o da tereddütler içinde. Üstelik “can” üzerinden yaşıyor gelgitlerini. Ekrem Bora ile bankta oturdukları sahnede İstanbul’a yukardan atılan bakış ve kurulan atmosfer, ikilinin oyunculuğuyla unutulmayacak bir anı oluşturuyor. Film boyunca Semra Sar’ın her hali bana Belgin Doruk‘u hatırlattı. Onun gibi mağrur, durgun ve Avrupai.
Ekrem Bora ve Semra Sar‘ın sahnelerinde çalan melodi de filme cuk oturuyor. Costa Gavras başyapıtı “Z” de de çalan Mikis Theodorakis imzalı To Gelasto Paidi (Arrival of Helen) melodisi filmin duygusallığını kat be kat arttırıyor. “Dikkat Kan Aranıyor”un elbette eleştirilecek yönleri de var. Ekrem Bora’nın içsesine ne demeli ? Aldığı her psikolojik darbeyi bir de içinden seslendiren Ekrem Bora, zaten anlaşılmış anların üstünden lüzumsuz yere geçiyor. Sıkça başvurulan bu yöntem aslında silinmesi zor bir eksi. Başka bir eleştiri de manasız striptiz sahnesine gelmeli.
Münir Özkul‘u alışılmadık rolde gördüğümüz (her ne kadar oyunculuğunu beğenmesem de karakterin mesajı var) sahnenin konuğu olan kadının çırılçıplak soyunması ve bu anlarda ekranın kısmen kararması filme hiç yakışmamış.
Oyuncu kadrosunda ilaveten Osman Alyanak, Hüseyin Kutman, gencecik Ayşe Emel Mesçi, Nezihe Güler, Muammer Gözalan, seslendirme kadrosunda her biri görevini layıkıyla yapmış Hayri Esen, Jeyan Mahfi, Toron Karacaoğlu, Alev Koral, Temuçin Caymaz, Erdoğan Esenboğa gibi isimleri barındıran “Dikkat Kan Aranıyor”, eskimemiş sineması, halı altına süpürülmemesi gereken oyunculuk performansları, İstanbul’u kadrajına enfes şekilde yerleştirmesi ve kan verme üzerine sunduğu elle tutulur argümanlarıyla sinema tarihimizin en başarılı ilk filmlerinden biri. Naçizane Yeşilçam sevdalısı olarak filme emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. Yeşilçamsız kalmayın !
Kaynak : www.sinematurk.com
Not : Kan vermek ister misiniz diye soran Kızılay görevlilerinin çağrısına kulak verin.