Güncel yerli sinema ile mesafeli bir ilişkim vardır; çok takip etmem, seyretmeyi planladıklarım için de ihtiyatlı olurum. Çekinceli tavrımın arkasında hem yeniye ve moderne karşı tereddüt hem de geçmiş deneyimlerden kalma bolca hayal kırıklığı var. Ergenlik yıllarım Yeşilçam’ı küllerinden doğuracak yerli tür filmlerini büyük coşkular eşliğinde beklemekle geçti. Anlaşılan hüsran öyle yoğun olmuş ki korku ve bilimkurgu sinemasındaki bodurluğumuz beni tüm sektörden soğutmaya yetti. Bilimkurgu ya da korku türleri kadar olmasa da sinemamız için en az bu türler kadar anglosakson kaçan, dolayısıyla başarısızlığa mahkum gibi görünen suç filmleri için de açıkçası pek beklentim olmuyordu. Ali Atay’ın 2018 tarihli suç komedisi Ölümlü Dünya’yı seyretmeye başladığımda bolca olumsuz duyguya sahip, beklentilerini çoktan rafa kaldırmış bir ruh halindeydim. Film aktıkça beklenmedik bir şey gerçekleşti ve hikaye beni can evimden vurmayı başardı. Orta kısımlara geldiğimde önceki tüm önyargılarımdan arınmış, aldığım keyiften ötürü Ölümlü Dünya’yı seyrettiğim en iyi yerli işlerden biri olarak zihnime kazımış bir vaziyetteydim. Ne var ki Ölümlü Dünya ikinci yarıda ilkini bu denli cezbedici kılan ritmini korumayı başaramadı ve yükseldiği yerden bayır aşağı yuvarlanarak finale erişti. Son raddede herkesin kesinlikle seyretmesini tavsiye edeceğim bu film için birbirinden çok farklı fikirlerin ortalıkta dolanması şaşırtıcı değil, tartışılması gereken ise Ölümlü Dünya’nın kendisini aynı anda hem çok iyi hem de çok kötü bir film haline getirecek özellikleri nasıl bir arada barındırdığı.
Kısaca hikayeye değinelim. Sekiz kişilik Mermer Ailesi dışarıdan bakıldığında sevimli, tipik bir esnaf ailesidir. Aile bireyleri vakitlerinin çoğunluğunda Haydarpaşa Garı’nda Anadolu Tat 1071 isimli restoranı işletmekte, ceplerine çok para girmese de birliktelikleri ile mutluluk ve huzurlarını korumaktadırlar. Lakin ailenin tek uğraşı lokantacılık değildir; Mermer bireyleri yıllardır gizli bir teşkilat için cinayet işlemektedirler. Temelde bu absürtlük üzerine inşa edilen hikaye, aile bireylerinin teşkilat ile fikir ayrılığına düşmeleri sonucu bir kaçma-kovalama macerasına dönüşür.
Hollywood sinemasında vizyonu belirleyen önemli bir film çeşidi “yüksek konsept” filmlerdir. Her sinema türünden ürünü içine alabilen yüksek konsept filmlerin temel özelliği, konunun karakterlerden daha cezbedici olmasıdır. Ölümlü Dünya’nın sıradışı tetikçi ailesi de bu mantıkta bir sinema deneyimi; Mermer ailesinin mensupları bizi bolca güldürüyor güldürmesine, ancak karakterler belli tiplemelerin ötesine geçmedikleri gibi dramatik sınavlara da tabi tutulmuyorlar. Eleştirmenleri Ölümlü Dünya konusunda ikiye ayıran en önemli etmenlerden biri bu olsa gerek. Okuduğum bazı metinlerde kimileri karakterlerin hikaye boyunca “gelişmiyor” olmalarını bir gözlem olarak dile getirmişken kimileri ise bunu filmin zayıflığı olarak nitelendirmişler. Temelde skeç geleneğinden gelen bir ekibin en doğal ritimlerini bu şekilde yakaladıklarını düşünebiliriz. Filmin esas sıkıntısı skeç-komedide saplanıp kalan karakterler değil (zira bu bilinçli bir seçim). Sıkıntı, çatı hikayenin eldeki skeçlerin bir kısmı ile uyum sorunu yaşamasından kaynaklanmakta. Teşkilattan kaçmayı planlayan ailenin hazırlık süreci gayet eğlenceli ve kendi içinde tutarlı bir şekilde akıyor, ancak film bir noktadan sonra malzeme yoksunluğuna düşüyor ve kendi absürtlüğüyle çok da uyumlu olmayan sahneler ile süresini uzatmaya çalışıyor. “Jet hızıyla güzel kızı babasından isteme” ya da “obsesif tetikçinin kendi evindekinden başka yerde tuvalet kullanamaması” gibi yan görevler Ölümlü Dünya’yı ne yazık ki özgünlükten uzaklaştıran, vasat anlatı seçimleri.
Öte yandan filmin daha ciddi bir sıkıntısı bulunmamakta. Tetikçilik ile karanlık bir geçmişi olan toplumumuz düşünüldüğünde Ölümlü Dünya’nın zor bir sınava girdiği ancak bu sınavı kotardığı ve geçer notu rahatlıkla hak ettiğini söyleyebiliriz. Filmi benzeri komedi çalışmalarının ötesine taşıyan en önemli şey ise Doğu Demirkol ve Feyyaz Yiğit gibi güncel mizahın nitelikli isimlerine potansiyellerini bolca sergileme imkanı tanıması. Özellikle filmin absürtlükte ulaştığı özgün noktaya Feyyaz Yiğit sayesinde eriştiğini söylemek gerek. Tanıtım videolarında da Yiğit’in esas komedi öğesi olması projenin kendisine nasıl bel bağladığını gösteriyor. Okan Bayülgen’in programları ile tanınan ancak son yıllarda görünürlüğü azalan Yiğit’in Ölümlü Dünya sayesinde tekrardan sahalara döndüğü söylenebilir.
Bunların haricinde Ölümlü Dünya bugün bir komedi aksiyonda aranacak çoğu şeyin yerli sinemada da kotarılabildiğinin gösteriyor. Araçlı çatışmalar bir yana, bugün çoğu filmin olmazsa olmazı tek ve uzun planda sergilenen dövüş performansı talebi bile bir ölçüde karşılanmış. Daha hassas kotarılabilecek sahneler bol, ancak yakın dönemde denk geldiğimiz yüksek bütçeli yerli askeri filmlere kıyasla Ölümlü Dünya işini belli ki büyük bir özenle yapmakta, hakkını vermemiz lazım.
Filmi seven ya da sevmeyen her eleştirmenin değindiği bir diğer önemli husus ise Ölümlü Dünya’nın eski Yeşilçam aile tablosuna öykünüşü. İlk dakikalardaki Özdemir Erdoğan ezgilerinin bizi zaten buna şartladığı aşikar. Bu tabloya karşı kimsenin bir garezi olacağını sanmıyorum, zira Neşeli Günler ve türevleri bir kuşağın hep sevgiyle andığı sinema deneyimlerindendi. Ancak filmin esas hikayesini ve skeçlerini uzatmada gösterdiği sıkıntılar Ölümlü Dünya’nın bir Neşeli Günler etkisi ile popüler kültür tarihimize kazınmasını engelliyor. Film, daha çok döneminin ikonik komedi figürlerini bünyesinde bulunduran Ertem Eğilmez’in Salak Milyoner ve Köyden İndim Şehire eserlerini hatırlatmakta. Bu filmler de tek bir mesele üzerinden ilerleyip aniden biten, aynı Ölümlü Dünya’daki gibi dramatik çatışmaya yer yaratmayan, seyirciyi güldürmelerine rağmen sahip olabilecekleri esas sinemasal karizmayı asla tam manasıyla kazanamamış işlerdi. Ölümlü Dünya da biraz bu noktada kalmış bir eser. Ancak unutulmamalı ki Eğilmez’in bu iki filmden sonra yaptığı filmler gene bol komedyen nüfusuyla çekilen Mavi Boncuk ve Hababam Sınıfı idi. Atay ve senaryo ekibinin de çıkaracakları derslerin ardından çok daha iyisini yapmamaları için sebep yok.
Yazıyı Haydar Ali Albayrak’ın EkDergi’de yayınlanan Ölümlü Dünya incelemesini film hakkında daha fazla okuma yapmak isteyenlere tavsiye ederek bitiriyorum. Albayrak yazısının kapanışında filmi (çok kapsamlı bir değerlendirme olmadığının altını da çizerek) Guy Ritchie ve Quentin Tarantino sinemalarının yerele izdüşümü olarak yorumluyor. Atay’ın filmi gerçekten bu iki yönetmene yerelde en yakınlaşan iş sayılabilir, ancak daha atılması gereken adımlar var. Bunların bilincinde seyredildiğinde Ölümlü Dünya izleyicisine oldukça en keyifli dakikalar sunacaktır. Bir sonraki projede ötesine geçilip geçilmeyeceğini ise zaman gösterecek.