Üçkağıtçı filmimiz, başlık parası biriktirmek için 6 yıl Almanya‘da çalışıp memleketine evlenmek ve yuva kurmak için geri dönen kahramanımızın yolda kalmasıyla başlıyor. Neyse ki şansı var. Hem yolda kalmaktan hem de az sonra yağacak yağmur yüzünden ıslanmaktan onu kurtaransa kendisini minibüsüne alan Hasan (Turgut Özatay) isimli birisi oluyor. Bildiğiniz gibi Natuk Baytan filmlerinde Kemal Sunal‘ın hep dört ayağının üstüne düşmek gibi enfes bir huyu var.
Hasan’la Rıfkı’nın tanışma faslından sonra olay bir şekilde yağmur yağacak, yağmayacak iddialaşmasına bağlanıyor. Yağmur iddiasına girip eşek gibi anırmayı ilk isteyen Hasan oluyor. Ama o değil ilerleyen dakikalarda yağmur iddiasını kaybeden ve film boyunca, birlikte Rıfkı’nın kuyusunu kazma çalışmaları yapan Ali Şen ve Nizam Ergüden ikilisi eşek gibi anırıyor. Hem de ne güzel anırıyorlar. O sahnede Nizam Ergüden‘in performansına lütfen dikkat edin. Adam resmen içselleştirmiş eşekliği. Nedense Üçkağıtçı filminde iddiaya giren karakterler iddiaya girmekle yetinmiyorlar bir de üstüne eşek gibi anırmak istiyorlar. İlginç…
Minibüsün ön tarafından yapılan çekimde ise bol ve geniş yapraklı bir ağaç dalının ışığın önünden tutularak cama yansıtılmasını görüyoruz. Sanki minibüs hareket ediyormuş gibi. Yağmurlar ise hep klasik yeşilçam usulü camların üst kısmından kovayla boşaltma yöntemiyle yağdırılıyor. Hiç doğal yağan yağmur göremedik. Ki o dönem az maliyetli film çekme mecburiyeti yüzünden anlaşılabilir bir şeydir bu. Üçkağıtçı filmi de kullanmış. İddianın bitmesine dakikalar kala şimşeğin çakmasıyla minibüsün kontrolünü kaybeden Hasan’ın aklına frene basmak, ancak Rıfkı’nın, “frene bassana ulan” demesiyle geliyor. İyi ki yanında Rıfkı vardı. Mazallah frene basmaz öte tarafa uçuverirlerdi.
Kısa günün karı olarak Hasan’dan tokatladığı 30 bin lira ile köye ayak basan Rıfkı ilk iş olarak babasının mallarına göz kulak olan Sabri Amcasının evine uğrar. Babasının mallarına çöktüğü Rıfkı’yı bir anda karşısında bulan Sabri resmen komaya girer. Ne yapacağını bilemez hale gelir. Evinde ve köyünde kalmasını istemediği Rıfkı’yı sepetlemenin çaresini bulmuştur kendince. Ahı gitmiş vahı kalmış eşi Raziye’nin namusu, Rıfkı’yı tekrardan Almanya’ya itelemeye çalışan Sabri’nin adi bir numarasıydı. Raziye de Sabri’den gelen bu ortaya pek iştahlı bir şekilde karşılık vererek namusuna laf söyletmeyeceğini dillendiriyordu Güler Ökten‘in cuk oturan dublajıyla. Rıfkı, Kahveci Rıza‘nın “fişfiklemesiyle” bu numarayı yemediği gibi üstüne üstlük köyde kalıp babasının mallarıyla gayet yakından ilgilendi.
Rıza, köyde kalacak yeri olmayan Rıfkı’ya kahvede kalacak yer veriyor ve hem köyde olup bitenleri hem de köylülerin yağmur yağdırması için tonlarca para verip duaya çıkardıkları Arif ismindeki sakallının üçkağıtları hakkında bilgilendiriyordu.
Arif efendi tip olarak komik bir karakter. Kaşlarına kadar kıl yumağıyla örülü abartılı makyajı dikkat çekici. Yeşilçamın önemli makyaj ustalarından Zeki Alpan‘ın bu abartılı makyaja bürünmesi de ironiktir. Ayrıca Arif karakteriyle ilgili bir diğer abartı da ona sesini veren Rıza Pekkutsal’ın dublajıdır. Neeeaa dediin, dövvvbe estağfurullah gibi ifadeleri komik bir abartıyla duyduk yine kendisinden.
Yağmurcu Arif ve tayfasının kahvenin önünden her geçişlerinde Rıza ve Rıfkı’nın onları kapı önünde karşılamaları filmin sıradan hadiselerindendi. Bir kere bile kahvenin önünden öylece geçip gitmelerine gönülleri razı gelmedi. Her seferinde onlara güler yüzlerini gösterip “moral” vermeye çalıştılar. Rıza’nın tek derdi ise doğal olarak yağmurcunun peşine takılanlar yüzünden kahvesinin boş kalıp iş yapamamasıydı.
Sakallı Arif‘in köylüler arasındaki itibarını günden güne eriten Rıfkı’nın bir şekilde etkisiz hale getirilmesi gerekiyordu. Yoksa Arif, kurduğu düzenin yok olduğunu görecekti. Mekanında verdiği vaazlarda köye yağmur yağmamasının asıl müsebbibi olarak Rıfkı’yı gösterip köylüyü kışkırtması kendi açısından gayet tutarlı bir hareketti. Bu sebeple köylüyü topladığı gibi kahveye hücuma geçmişlerdi.
Yağmurcu Arif ve tayfasının kendisini kovmak için kahveye, baskına geldikleri sahnede filmin başından beri hep kenar, köşe masalarda otururken gördüğümüz Rıfkı’yı bu kez kahveci Rıza yerleri süpürüp temizlik yapmasına rağmen ortalarda oturuken görüyoruz. Neden acaba? Tabi ki de az sonra gerçekleşecek olan yağmur yağacak, yağmayacak restleşmesinde herkesin daha rahat hareket edebilmesi ve daha iyi resim verebilmesi için. Ya ne olacağıdı?
Aralarındaki iddialaşmanın ciddiye dönmesiyle Arif’in kendisine o kadar da güvenmediğini yampiri yampiri camın kenarına kadar gelip son bir kez dışarıya, bulutlara bakmasıyla anlıyoruz. Demek ki Arif’in tıpası yemiyor kolay kolay. Gökyüzünden ona doğru parlayan güneş içini ferahlatıyor neyse ki. Gönül rahatlığıyla iddiaya 50 bin lirayı acımadan basıyor. Koçum benim…
Bu iddialaşmanın en başından beri defalarca Rıfkıyı uyaran ama onu dinlemeyen kahveci Rıza da en sonunda dayanamaz ve onu tam manasıyla yıkmak için kendisi de iddiaya dahil olur. 10 bin lira da kendisi koyar. Ancak bu on bin lirayı öyle bir tonlamayla söyler ki sanki bütün iddiaya dahil olanlardan çok daha büyük bir parayla oyuna katıldığını zannedersiniz. Altı üstü on bin liradır yatırdığı para. Ama gürültüsü karşıki dağları aşıyor. Absürt bir filmde abartının kralı diye buna derler işte.
Tam da Rıfkı’nın dediği gibi yarım saate kalmadan, önce büyük bir gök gürültüsü ve arkasından gelen yoğun sağanak yağmurla beraber kahvedeki herkes büyük bir şok yaşar. Bu esnada Sabri’nin fıldır fıldır dönen gözlerine dikkat edin derim. Zaten Nizam Ergüden bu filmde resmen gözlerini konuşturmuş. Yağmurla beraber diğer karakterlerin şaşkın ifadelerini ardışık bir şekilde tek tek görüyoruz. İşte bu, tipik bir Natuk Baytan hareketidir. Bir filmde karakterlerin bir olaya karşı verdikleri abartılı tepkiyi tek tek ve arka arkaya görüyorsanız bilin ki o bir Natuk Baytan filmidir. Oturup keyifle izleyiniz efendim.
Arif Efendi parasını, Sabri ise hem parasını hem de tarlasını kaybetmiştir bu iddianın neticesinde. İkisi beraber kös kös kahveden çıkarlarken Kahveci Rıza yaşasın yeni kralımız dercesine kendinden yaşça çok küçük olan Rıfkı’nın elini eteğini öpüyordu. Rıfkı ise bu harekete istemem yan cebime koy tarzında karşılık veriyordu.
Kahvenin sol çaprazında yer alan binanın sıvalı duvarındaki satılık arsa-arazi ilanları dikkat çekici. Hatta boyadan tasarruf etmek için adamlar arsa ve arazi kelimelerindeki “AR” kökünü ortak parantez olarak kullanıp büyük puntolarla yazmışlar. Arkasına da SA-AZİ şeklinde devamını yazmışlar. Demek köyde arsalar sık alınıp satılıyor, sürekli el değiştiriyordu. Kimisi parayla alıyor kimisi de Rıfkı gibi Satılmış Ağa ve Sabri Amcadan iddia yoluyla yontuyordu arsaları. İşte asıl buna açıkgözlülük derler. Rıfkı’nın Almanya’da gözü bayağı açılmış hakikaten.
Hasan’ın, adamı olan Durmuş’u Rıfkı’nın karşısına dikip onu üfleyip iyileştirmesini istediği sahnede Rıfkı’nın onu nasıl üflediğini hiçbir zaman göremedim ben. Kötürüm Durmuş, bir anda ayağa kalkıveriyor. Üçkağıtçı filminin bu kısmı özel tv kanalları tarafından mı kesildi yoksa en başından beri bu sahneyi bu haliyle mi çektiler ya da o sahne, dönemin sansür kurulu tarafından dini gerekçelerle mi çıkartıldı belirsiz. O aradaki boşluğu gören, bilen varsa lütfen bana ya da Sinematik Yeşilçam sitesi yöneticilerine haber versinler lütfen. Orada ne oldu çok merak ediyorum.
Arap Celal olarak bilinen Celal Yonat’ın da Rıfkı tarafından üflenerek beyazlanmayı istemesi acaba Michael Jackson‘ın ameliyatla beyazlaşmasından önce miydi? Tahminimce bu sahne senaryoda yoktu. Çekimler esnasında aralarında sohbet ederlerken gelişen bir diyalogdan sonra ufak bir hoşluk olsun diye senaryo haricinde eklendi bence. Biliyorsunuz bazı yönetmenlerin bu tip hareketleri olur. Motamot senaryoya bağlı kalmazlar. İyi de yaparlar.
Türk insanının boş boğazlığının bir örneğini bu Üçkağıtçı filminde de görüyoruz. Yaptığı üç kağıdı ortalık yerde bağıra bağıra anlatan Hasan’ı duyan bir çift kulak, ilerde onu açığa çıkaracak olan Sabri Efendinin kulaklarıydı. Kendince kurduğu planı tıkır tıkır işleyen ve keyfinden Durmuş’a kasabada kafaları çekme teklifinde bulunan Hasan, çenesini tutmasa olmazdı sanki. Gerçi bu sahne filmin gelişimi açısından gerekliydi ama bizim insanımız böyle gereksiz övünmeleri çok sık yapar. Ketumiyet Türk insanı için çok ama çok zordur. Bizim insanımız yaptığı kurnazlıkları cümle aleme anlatmazsa kendini eksik hissediyor nedense.
Şanı şöhreti günden güne yayılan Rıfkı yakaladığı popülarite ile beraber köye gelişinden sonra ikinci kere Nuriye’yi babasından ister. Babası, üfürükçüye kız vermeyeceğini söyler. Rıfkı odadan çıktıktan sonra baba her ne hikmetse kördüğüm olmuştur. Rıfkı’dan yardım istemek için dışarı fırlayan Nuriye’nin annesi Sabahat Işık‘ın kıyafeti bir anda değişiveriyor. Bir Yeşilçam filminde alışık olduğumuz türden bir devamlılık hatası. Olur o kadar deyip geçiyoruz.
Rıfkı’nın, kahvede belediye reisliği için adaylığını açıkladığı konuşmanın ortasına dalan Ali Şen‘in, herkesin yüzüne tek tek bakıp insanların kafalarını öne eğdikleri sahnenin benzerini Yedi Bela Hüsnü filminde de görmüştük. Tefeci Malik kahveye girer ve sadece bakışlarıyla insanların başını öne eğmesine sebep olur. Demek ki zenginlik böyle bir şey.
Rüstem Ağa‘nın gerçekten kötürüm olan oğlu Necdet Kökeş’in yere düşen oyuncak yılandan korktuğu sahnede Rıfkı’nın var gücüyle üflerken çıkan abartılı rüzgâr sesi Natuk Baytan filmlerinin seyir zevkini tavana çıkaran unsurlardan biridir. Rüstem Ağa’nın oğlu da iyileşir iyileşmez ayağa kalkıp deparla kahvenin dışına kendini atıveriyor. Sahtekar Durmuş ta iyileşince aynı şekilde kahveden dışarı atmıştı kendisini. Derdine derman bulan herkes neden kendisini bir hışımla dışarı atıyor. Yoksa iyileşmekten utanıyor mu bu insanlar? Her neyse…
Bakın bu kahve sahnesindeki planlara, çekim açılarına lütfen özellikle dikkat edin. Karakterlerin doğal bir şekilde kamera çerçevesine nasıl yerleştirilmeleri gerektiğinin adeta bir dersi gibidir bu kahve sahnesi. Bu sahnenin her bir karesinde, kalabalık oyuncu kadrosu, birbirlerinin alanını kapatmayacak şekilde özenle yerleştirilmişlerdir. Natuk Baytan bu işi gerçekten çok çok iyi yapıyor.
Rıfkı’nın gerçek kötürümü ayağa kaldırmasına karşılık Satılmış ve Sabri’nin eşek olup Rıfkı’yı taşımaları ve aynı anda eşek gibi anıracaklarına dair verdikleri sözü tuttukları sahne, sanıyorum dünya absürd komedi film tarihinde görülmüş değildir. İki tane yaşlı başlı adam kendilerinden yaşça küçük başka bir adamı eşek gibi taşıyorlar ve üstelik bunu da anırarak yapıyorlar. Bu eşekli sahnenin yakın plan çekiminde anırmak için çok istekli olan Sabri’nin henüz sırası gelmediği halde ağzını açarak erken bir hamle yaptığını fark ediyoruz.
Filmde hem kendisini hem de Satılmış Ağa‘yı tuzağa çeken, üçkağıt planlarını yapansa hep Sabri oluyor. Gözlerinin durmaksızın fıldır fıldır dönmesinden belli ne kadar şeytani bir zekaya sahip olduğu. Finalde hiçbir sonuç elde edemese de arazilerini ve evlerini bu uğurda kaybetse bile Sabri plan yapmaktan hiç vazgeçmedi. Plan huydur Sabri’de.
Sırasıyla tarlasını, değirmenini ve evini kaybeden Sabri’ye, karısı Raziye, dalavereyle aldığını alavere ile geri veriyorsun şeklinde çıkışarak onu terk eder. Bu deyimin bu şekilde hem de yerli yerinde kullanıldığını ilk ve son kez sadece bu filmde gördüm.
Natuk Baytan‘ın Kemal Sunal ile çektiği hemen her filmde gördüğümüz şahane tesadüfler bu filmde de vardı; güzel kadın yüzünden hapislere düştükten sonra çirkin kadın arayan Yadigar Ejder‘in karşısına, Rıfkı’nın okuyup üflemek ne kelime, resmen fırtına olup üzerine keramet yağdırdığı çirkin kadının çıkması, Rıfkı‘nın, Satılmış Ağa‘nın sakladığı gömüyü bulmak için gittiği arazide at nalının çivisine basıp gömüyü şıp diye bulması, iyileşmesi için kendisine bir “şok” gereken gerçek kötürümün oyuncak yılandan korkup ayağa fırlayarak depara çıkması…
Çok kısa bir rolü olmasına rağmen Yadigar Ejder‘in bu filmde de adı Hamza. Bir sene önce (1980) yine Natuk Baytan‘ın çektiği ve şahane bir performans gösterdiği Gerzek Şaban filminde de adı Hamza idi. Biliyorsunuz Hamza, yönetmenimizin sevdiği isimlerden..
Satılmış Ağa’nın gömüsünün bulunması için kazı çalışmaları yapan Süheyl Eğriboz‘un eline kazma gerçekten yakışıyor. Hakkını vererek toprağı kazıyor. Ama karşı tarafın toprak kazıcısı olan Hakkı Kıvanç ise biraz daha ham kalıyor onun yanında. Nedense bu kısım hep dikkatimi çekiyor.
Rıfkı’nın romatizmalarının iyileştirilip evliyalığından eser kalmaması için gıyabında düzenlenen tedavilerde kullanılan ve çaya katılan ilaçlardan biri Artril. Halen daha aynı isimle eczanelerde satışı devam eden bir ilaç.
Arif Efendi, Satılmış Ağa, Sabri ve köyden birkaç kişi daha fötr şapkalı. O yıllarda köylerde fötr şapka gerçekten bu kadar yaygın mıydı acaba?
Üçkağıtçı filminde üçkağıt yapmayan kimse yoktur neredeyse. Sakallı Arif, yağmur yağdıracağım numarasıyla milleti tokatlar parasını alır. Hasan, adamı Durmuş’u sözde kötürüm yapıp Rıfkı’nın sıra dışı gücünü herkese göstermek ister ki aklınca kafakola aldığı Rıfkı’ya, ilerde köye yapılacak olan yolun, kendi arsalarının önünden geçmesini garanti altına almak ister. Satılmış Ağa rüşvetle Rıfkı’yı belediye reisliğinden vazgeçirmeye çalışır. Rıfkı ise bu üçkağıda kurnazlıkla karşılık verir. Satılmış Ağa‘nın parasıyla köylünün ona olan borcunu öder. Sabri-Satılmış ikilisi durmaksızın yaptıkları üçkağıt planlarıyla Rıfkı’yı alt etmeye çalışır. Rıfkı tesadüf eseri iyileştirdiği gerçek kötürümden sonra kendisini sahiden evliya sanmaya başlar. İMF‘den isteyeceği borcu vermemeleri halinde onları üflemekle tehdit eder. Kasap, dana yerine eşek keser, bakkal gramajdan çalar, manav fiyatlarla oynar… Gördüğünüz gibi filmin tamamı alavere dalavere ile geçiyor geçiyor. İsmi Üçkağıtçı olan filmde başka ne olacaktı ki zaten!
Hiç kimsenin durdurmayı başaramadığı Rıfkı’nın, kendisine, öleceği saatin melekler tarafından haber verildiğini mikrofonla kasaba halkına söylediği anda, bakkal, kasap ve manavın sevinçleri görülmeye değerdi. Adamların belediye başkanları ölüyor, esnaf 32 kısım tekmili birden göbek atıyordu. Elindeki pirinç paketlerini havaya fırlatıp geber Rıfkı diye göbek atan Sabri Amca yine çok şirindi. Anons yapılırken kasaba halkının tamamının yukarıdaki hoparlörlere bakması enteresan. Sanki hoparlörlere bakmasalar söylenenleri duyamayacaklardı.
Rüya sahnesinde “melek” rolünde gördüğümüz Semra Uçar ise düzgün fiziğine rağmen Yeşilçamda pek parlayan biri olmadı nedense.
Masraflarını büyük bir zevkle satılmış ağanın üstlendiği Rıfkı’nın Cenazesi için yapılan davullu zurnalı eğlence töreninde halay başı olan Süheyl Eğriboz‘un çılgın performansı göz yaşartıcıydı. Sanki patronu Satılmış Ağa‘dan daha çok sevinçliydi. Rıfkı’nın ölçülerini alan, tabutçu rolünde gördüğümüz Erdoğan Üçkaya‘nın ismini, uzun uğraşlar sonucu 2008 yılında yaptığım jenerik taramalarından çıkarmıştım. Dikkatli gözler bu oyuncunun 60’lı yıllardan itibaren Yeşilçam’daki orkestralı sahnelerden anımsayacaktır. Her filmde başka bir enstrümanı çalarken gördük kendisini. Muhtemelen onun bu yönde bir yeteneği vardı. 70’lerin ortalarından itibarense teşrifatçı ya da mafya babalarının güvenilir bir adamı olarak gördük onu.
Rıfkı’nın kötü yapılan helva yüzünden Satılmış Ağa‘yı tokatlaması ve Satılmış Ağa‘nın da bu tokadı enfes bir şekilde alması efsane performanslardan biriydi. Her izlendiğinde insanı fazlasıyla güldüren bir görüntüdür.
Cuma günü saat dörde on kala öleceğini kasaba halkına ilan etmesine rağmen ölmeyen sabık belediye başkanı Rıfkı, bütün gerçekleri nihayet kasaba halkına anlatır. Bu esnada kullanılan Mario Molino‘nun İnside filmi için yaptığı slow müzik, Üçkağıtçı filminin duygusal finaline gayet uygun bir seçimdi. Kalabalığın arasından geçip giderken eşek kasabının ilk kıvılcımı yakarak “başkanım bizi bırakma” demesi adeta bir domino taşı etkisi gösterip meydandaki diğer bütün herkesin aynı temenniyi dilemesine sebep oldu. Öyle ki Satılmış Ağa’nın adamları bile bir anda onu bırakıp Rıfkı’nın tarafına geçtiler. Satılmış Ağa, kendisine sadık adam seçme konusunda pek iyi değilmiş. Film boyunca seyrettiğimiz Satılmış Ağa hangi konuda iyiydi ki zaten.
Üçkağıtçı filminde abartılı olsa da herkesin bir anda “doğru tarafa” geçmesi ve sadece Satılmış Ağa ile Sabri’nin, meydanda dımdızlak bir başlarına kalması hoşumuza giden bir mutlu son oldu. Teşekkürler Natuk Baytan.
Hüseyin batur – Herkesin Birbirine Numara Çektiği Bol Yağmurlu Film – Üçkağıtçı (2018’de yazıldı)