Türkiye’deki sinema faaliyetlerinin 1940 yılı öncesindeki durumunu kavramak için öncelikle sinemanın bu coğrafyaya geldiği tarihteki ülke ekonomisini anlamak gerekir. İlgili dönemin koşullarını meydana getiren temel yapıtaşlarına, önemli dönüm noktalarına değinmeden sinema sektörümüzü ekonomik, politik, toplumsal, kültürel, sanatsal ve teknolojik açıdan yorumlayamayız.
Sinemanın ekonomik açıdan varlığı; yapım, dağıtım ve gösterim adı altında, kendi dinamiklerine sahip üç önemli ayaktan oluşur. Üçüncü ve son aşamadan sonra bir sinema filmi, varlık sebebini bütünleyen ve ekonomik açıdan tüm süreci yeniden geri besleyebilme gücüne sahip olan seyirci faktörüyle buluşur. Ülke sinemalarını ekonomik açıdan inceleyen çalışmaların tamamına yakınında, kaçınılmaz olarak, üretim ve tüketim ikiliği üzerinden bir incelemeye gidildiği görülmektedir. Bir ülke sinemasının ekonomik durumu/gelişimi hakkında fikir vermesi açısından en çok faydalanılan endüstriyel veriler; üretilen film sayısı, üretim tipi ve kaynağı, yapımcı sayısı, dağıtımcı sayısı, sinema sayısı, seyirci/satılan bilet sayısı, bilet fiyatı, ortalama film maliyeti/getirisi gibi sayısal değerlerdir. Literatürde, planlı ekonomi modelini seçen, kalkınmakta olan ülkelerde devlet kontrolünde olan ham film dışalım miktarı, ya da sosyalizmle yönetilen ülkelerde devlet stüdyosu yıllık üretim kapasitesi vb. sayısal verilerin de kullanıldığı görülmektedir. Adı geçen verileri belirleyen de ülkenin koşullarıdır. Şimdi kısa bir tarihi özet geçelim.
1876 tarihinde ilan edilen anayasanın (Kanun-i Esasi) ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim biçimi mutlak monarşiden meşruti monarşiye kaymış ve bu sayede o güne dek tek erk olan devlet başkanı, temsilciler meclisiyle iradesini birleştirmek durumunda kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin ilk mebus (milletvekili) seçimleri 1877’de yapılmış ve ilk meclis (Heyet-i Mebusan) 19 Mart 1877’de açılmıştır. Yeni anayasaya göre kabine, padişaha karşı sorumlu olmasına rağmen Devlet’in süregelen yapısı bozulmuş ve padişahın otoritesi bir nevi sarsılmıştı. Din ve mezhep ayrımcılığı resmi uygulamalardan kaldırılmış, tabiiyetteki herkes hangi din ve mezhepten olursa olsun Osmanlı sayılmaya başlamıştı (ilk sinemacılarımız da artık yasal olarak Osmanlı kabul edilen bu azınlıklar arasından çıkacaktı). İktisadi açıdan en önemli olay ise vergi ve mali yükümlülüklerin sorumluluğu ile ilgiliydi. Her türlü vergi ve mali yükümlülük meclisin yetkisine verilmişti. Kanun-i Esasi’nin mimarı sayılan Mithat Paşa, ilk Meclis-i Mebusan’ın toplanmasından önce, 5 Şubat 1877’de tutuklatılıp sürgüne gönderildi. İlk Meclis-i Mebusan da, toplantı süresinin sonunda, 28 Haziran 1877’de kendiliğinden dağıldı. 13 Aralık 1877’de toplanan İkinci Meclis-i Mebusan, İkinci Abdülhamit tarafından dağıtıldı, mebuslar memleketlerine gönderildi. Öte yandan 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı (’93 Harbi) ülkeyi derinden sarsmaktaydı. 1878 Berlin Antlaşması ile İmparatorluk, önemli vilayetlerinden Karadağ, Romanya ve Sırbistan’ı kaybetti; Kars, Ardahan ve Batum sınırları dışında kaldı. 1881’de Tunus, Fransa tarafından işgal edildi, 1882’de İngilizler Mısır’a yerleşti. İkinci Abdülhamit döneminde organize olan muhalefet 1890’ların sonundan itibaren etkinliğini arttırmaya başladı.
1900’lere gelindiğinde iktisadi açıdan zor günler geçirmekte olan Osmanlı Devleti’nin iç karışıklıkları artmış ve nihayetinde 1908’de Jön Türk İhtilâli yapılıp İkinci Meşrutiyet ilân edilmişti. Yine bu dönemde Avusturya Bosna-Hersek’i, Yunanistan Girit Adası’nı almış, Bulgar Prensliği tam bağımsızlığını ilân etmiştir. Meşhur 31 Mart Ayaklanması (1909) kanlı bir biçimde bastırılmıştır. Tüm bu olanlar yetmezmiş gibi, Trablusgarp ve Balkan Savaşları başlamış, doğal olarak da Osmanlı halkını yoğun bir endişe almıştır. İmparatorluk büyük toprak kayıpları (Rumeli’de, Akdeniz’de vb.) ve iç çekişmelerle (İttihat ve Terakki’nin 1913 Devrimi vb.) Birinci Dünya Savaşı’na doğru sürüklenmiştir. Balkan Savaşlarının akabinde ortaya çıkan Birinci Dünya Savaşı’nda birçok cephede (Kafkas, İran, Filistin-Sinâ-Suriye, Hicaz-Asir-Yemen, Irak, Makedonya, Galiçya, Romanya ve Çanakkale) savaşan Osmanlı Devleti, birkaç yıl içinde topraklarının üçte ikisini kaybetmiş, nüfusu da 13 milyona inmiştir. 1914 tarihli sayıma göre tahminen 22-23 milyon olan nüfus, ölümlerin ve toprak kayıplarının da etkisiyle 10 milyon azalmıştır. Sadece Birinci Dünya Savaşı sırasında ölen Türk sayısı 3 milyona yakındır. Yine aynı dönem için askere alınan erkek sayısında %27’lik, savaşa giren ülke nüfusunda ise %18’lik kayıpla en ağır hasarı görmüş ülke yine Osmanlı Devleti olmuştur.
İşte görece kısa bir zaman dilimine sığan bu kaosun ve yarattığı sonu gelmez ekonomik çalkantıların tam ortasında yeni bir sanat dalı olan sinema filizlenmeye çalışıyordu.
Sinemanın Türkiye’ye girişi 1890’ların sonunda başlar. Önceleri sadece dağıtım ve gösterime odaklanan sinemacılarımız zamanla yapım işine de el atacaklardır, yine de 1940 öncesinde çekilmiş uzun metraj Türk filmlerinin sayısı sadece otuz küsur tanedir. Her on yıllık periyotta on küsur film. Ekonomi çalışmalarım sırasında Türk Sineması ’nın, bilhassa başlangıç yıllarında, ülke ekonomisiyle çok ama çok yakından ilişkili olduğunu fark ettim ve birçok olaya (ve özellikle Muhsin Ertuğrul Sineması’na) dair analizlerim bütünüyle değişti. Bence dönemin ekonomik ve siyasi panoramasını iyice kavramadan 1940 öncesi Türk Sineması’nı anlamak imkânsızdır. Bunu biraz açalım.
Zahit Atam, kendi Türk Sineması dönemlendirmesinde 1922-1950 arasına Kentsel Dönem adını verir, ben o adlandırmayı çok isabetli buluyorum. Atam bunu daha çok siyasi ve sosyolojik bağlamda kullanıyor, ben biraz daha iktisadi anlamda kullanacağım. Benim Kentsel Dönem’den kastım ise 1896-1935 olacak. Aşağı yukarı ilk 40 yıl. Çünkü sinema salonları özellikle 1935 ve öncesi dönemde kentlere sıkışmıştı. İstanbul, İzmir ve Selanik gibi…
Osmanlı Devleti’nde kentlerde sinema gösterimlerinin başlaması 1890’ların sonuna tekabül eder (Saray gösterimlerinden hemen sonra) ve ilginçtir, bu hususta bazı düzenlemeler öngören ilk sinema nizamnamemiz erken bir tarih olarak kabul edilen 1903 yılında yayınlanmıştır. Daha da ilginci, Selanik ve İzmir’de sinema ilk başlarda İstanbul’a kıyasla daha hızlı gelişme göstermişti. Bunun en önemli nedeni, İkinci Abdülhamit’in elektriğin uzun süre İstanbul’da kullanılmasına izin vermeyişiydi. Ama Pera hariç. Pera’da elektrik vardı çünkü imtiyazlı bölgeydi (bu konuya birazdan tekrar döneceğim). O tarihlerde İstanbul’daki sinema gösterimi geleneğinin Pera’da (Beyoğlu) oturmuş olmasını bu açıdan da değerlendirmek lazım. 1908’den sonra sinema salonları açılmaya başlandı, hâliyle İstanbul’da da bayrağı/öncülüğü, çoktan düzenli seyirci kitlesini yaratmış olan Pera bölgesi aldı. Yine de sinema sadece kentlerdeydi. Hâliyle erken dönem sinema seyircisi, kentli seyirciydi. Hem sinema salonu sayısı hem de seyirci sayısı çok azdı. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde de değişen bir şey olmadı.
1923‘te Türkiye’nin nüfusu yaklaşık 12,5 milyondu. Cumhuriyet’in devraldığı Türkiye’de tarım, ekonomide ağırlıklı sektörü oluşturmaktaydı. GSMH’nin 1907‘de %51,9’u, 1912‘de %47’si ve 1914‘te ise %54,1’i tarım kesiminden elde ediliyordu. Tarımda, üretim ve hayvan varlığı açısından 1920‘li yıllarda Cumhuriyet öncesindeki seviye aşılamadı. Ancak 1930‘larda rakamlarda büyüme gözlendi. 1923-1930 yılları arasında GSMH içinde en büyük payı ortalama %47,4 ile tarım sektörü oluşturdu. 1927 yılı itibariyle nüfusun %67,7’si tarım kesiminde yaşamaktaydı. GSMH’nin büyük bir bölümünün tarım kesiminde üretildiği Türkiye’de, 1923‘te kişi başına düşen GSMH sadece 45 dolar civarındaydı. Savaşlarda yorgun ve bitkin düşmüş bu nüfusun, çok büyük bir bölümü köylerde yaşıyordu. Okur yazarlık oranı çok düşüktü. Yaşam koşulları çok ağırdı. Beslenmeden sağlığa son derece ilkel olanaklar söz konusu idi. Hâliyle ülkenin, iki tane beş yıllık sanayi planıyla kendi sanayi devrimini gerçekleştirmeye başlayacağı 1930’lara kadar sinemacılar hiçbir zaman kentlerde büyük bir potansiyel sinema seyircisine sahip olamadılar.
Mesela Muhsin Ertuğrul’un İpek Film için çektiği ilk filmi “Ankara Postası” (1928) halk tarafından büyük beğeniyle karşılanmış ve kısa süre içinde 16.575 kişi tarafından seyredilmiş. Rakama bakın. 16 bin. Ama durun. Bu sayı, toplam seyirci sayısı içindeki pay açısından bakıldığında fena değil. Amerikan Konsolosluğu’nun 1926 yılında hazırladığı Türkiye sinema raporundan bir bilgiyi paylaşalım. Rapora göre “İstanbul film pazarı olarak üçe bölünmüştür; İstanbul ve Üsküdar Türk Bölgeleri, azınlıklar ve yabancıların yerleşim alanı olan Pera… 1926 itibariyle İstanbul’un nüfusu 1 milyon olarak tahmin edilmekte, sinemalara 50.000 kişinin gittiği sanılmaktadır.” Evet, hepsi o. Ülkemizin o dönemki en büyük kentinin potansiyeli buymuş.
O yıllarda bazı filmlerin 3 ila 6 yılda maliyetini çıkarttığını okuduğumda eskiden şaşırıyordum ama artık şaşırmıyorum hatta dönemin ekonomik verilerini gördükçe bir yönetmenimize büyük bir haksızlık yaptığımız kanısındayım. 29 film yöneten (ve sadece kendisinin film yönettiği 17 yıllık bir süre olan) Muhsin Ertuğrul’a. İlgili dönemin en büyük ve bir dönem tek yönetmeni olduğu için onun sinemasının mevcut ekonomik koşulları içindeki yerini çıkarmaya çalışacağım.
Mesela elimizde 1939 civarından bazı önemli rakamlar var. O dönem ortalama üstü bir Türk filmi 40-50.000 Türk Lirası’na mal olmaktayken, bir Mısır filminin ithal edilmesi (8-9.000 TL), Türkçeleştirilmesi (7.000 TL) ve nihayetinde gösterime sokulması sadece 15-16.000 Türk Lirası’na mal olmaktaymış. Karşılaştırma yapmak için belirtelim, 1940 yılında kişi başına düşen gayri safi milli hasıla 1,923 TL’ydi. Yerli bir sinemanın bu denli ucuza mal olan bir ithalatla baş etmesi mümkün değildi. Dublaj yapılan yabancı filmlerin maliyeti bile yerli filme göre çok azdı. Ticari risk büyüktü. Tutmayan tek bir film, bir şirketin batmasına ya da sektörden soğumasına sebep olabiliyordu. Sinemamız, kırsaldaki seyircinin ayağına gidene kadar güdük kaldı. Yerli sinemacılara bazı büyük kolaylıklar sağlanmazsa Türk Sineması’nın ayağa kalkması zordu (bunu fark eden hükümet, vergi indirimi ve İş Bankası desteği gibi bazı hamleler yapmakta gecikmedi). Yine de kentleşme yavaş işliyordu. Daha 1929 Ekonomik Bunalımı’nın etkileri dinmeden ufukta İkinci Dünya Savaşı belirmişti, bu insanların film tercihlerini de etkiliyordu. Karamsar bir atmosfer vardı. Halk, perdede daha neşeli şeyler görmek istiyordu. Muhsin Ertuğrul da halk tarafından çok tutan Mısır filmlerine benzer şarkılı türkülü filmler çekmeye başladı. Karar, ticariydi.
Muhsin Ertuğrul’a yapılan bir başka haksızlığa gelelim. Kemal Film meselesine. Yine olayın ekonomik boyutuna odaklanacağım. 1923 öncesinde yurt dışından sanat kollarıyla ilgili ithalat yapan tacirlerin çoğu azınlık vatandaşlarımızdandı ve Vafiadis, Weinberg, Spiridis gibi ilk fotoğrafçılarımız ve sinemacılarımız da onların arasından çıkmıştı. Bunu çoğu zaman potansiyel müşterilerinin (diğer azınlıklara, levantenlere vs.) çokluğuna, yabancı lisanlara hakimiyetlerine vurgu yaparak anıyorlar ama dönemin iktisadi verilerine bakınca başka sebepler de beliriyor. Mesela kapitülasyonların sağladığı indirimli gümrük vergisi imkânı. Bunu açalım. Milli Mücadele, 9 Eylül 1922‘de Türk ordusunun Yunan işgalini yararak İzmir’e girmesi ile sona erdi. 11 Ekim 1922‘de Mudanya Mütarekesi imzalandı. Kalıcı barış için görüşmeler ise Lozan’da başladı ve 24 Temmuz 1923‘te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ile sona erdi. Lozan Barış Antlaşması, Milli Mücadele’nin siyasal alanda tescili demekti. Antlaşmanın siyasal boyutu yanı sıra bir de iktisadi boyutu vardır. Antlaşmanın Türkiye ekonomisini yakından ilgilendiren boyutu kapitülasyonlar, dış borçlar, mübadele ve dış ticaret rejimiydi. Lozan’ın en önemli maddelerinden biri, kapitülasyonların kaldırılması olmuştu. Böylece azınlıklar sinemacılık alanındaki bazı ayrıcalıklarını ve bu ayrıcalıkların sağlamış olduğu ticari üstünlüğü yitirmiş oldular. Bilin bakalım yerli sinemacılarımızın yabancı film dağıtımına hakim olmaya başlamaları hangi tarihlere tekabül ediyor? O nedenle, “Muhsin Ertuğrul Kemal Film’i batırdı, sinema üretiminden soğuttu” gibi tespitlerin artık bence bir hükmü kalmadı. Kemal Film’in sinema işletmeciliği ve film ithalatına dönme kararının arkasında Gümrük Kanunu’nda ve Türk Ticaret Kanunu’nda o dönem yapılan değişiklikler yatmaktadır. O karar da, ticari bir karardır.
Milli Mücadele sona erdiğinde, Ankara Hükümeti’nin ilk hamlesi (daha Cumhuriyet bile ilân edilmeden), 1923‘te İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi’ni toplamak oldu. Kongrede alınan kararlara binaen 1924‘te ticaret kesiminin şiddetle ihtiyaç duyduğu ve üzerinde durduğu bir finans kurumu olarak Türkiye İş Bankası kuruldu. Bu karar sinema tarihimizi derinden etkileyecekti.
Türk Sineması’nda endüstrileşme yolunda atılan en önemli adımlardan biri de İş Bankası’nın sinema sektörüne girişidir. İzmir İktisat Kongresi karalarına uygun olarak yerli sanayiyi ve girişimi desteklemek amacını taşıyan İş Bankası, 1930 yılında Bursa milletvekili Muhittin Baha Bey’le ortak olarak Ankara Sinema İşleri Türk Ltd. şirketini kurmuştur. İş Bankası’nın %60 hisseye sahip olduğu, 1.000 TL sermaye ile kurulan şirket, İpekçi kardeşlerden aldığı filmleri sahip olduğu Yeni Halk ve Sümer sinemalarında gösterime sokmuştur. 1937 yılında iktisadi krize giren İpekçi kardeşler, İş Bankası İstanbul Şubesi’ne borçlandıkları 80-90 bin lirayı geri ödeyebilmek için İş Bankası ile özel bir anlaşma yaparlar. 22 Mart 1937’de İş Bankası’nın özel iştiraklerinden Türk Tecim Anonim Sosyetesi ile İpekçi kardeşler arasında bir ortaklık anlaşması yapılır. 2 Haziran 1937’de 51 bin lirasını İş Bankası’nın, 49 bin lirasını İpekçi kardeşlerin koyduğu 100 bin lira sermayeye sahip Filmcilik Türk Anonim Şirketi (FİTAŞ) kurulur. Bunula beraber İpekçi’ler, yapımcılığa verdikleri 3 yıl aradan sonra, hükümetin vergi konusunda gösterdiği bazı kolaylıklardan (1938’deki alınan vergi oranını %10’a düşüren vergi indirimi sayesinde film yapım maliyetleri görece azalmış, bilet fiyatları da düşmüştür) da cesaret alıp, Muhsin Ertuğrul’la yeni projelere başlarlar. İş Bankası’nın da desteğiyle durumunu düzelten İpek Film’in yeni projeleri “Aynaroz Kadısı” (1938), “Allahın Cenneti” (1939), “Tosun Paşa” (1939), “Şehvet Kurbanı” (1940), “Akasya Palas” (1940), “Kahveci Güzeli” (1941), “Nasreddin Hoca Düğünde” (1940) olur. Yani Türk Sineması ’nın o dönemki niceliksel artışının arkasında hem doğrudan destekler (ortaklık, kredi vb.) hem de dolaylı destekler (vergi indirimi) yatmaktadır. Sinemamız henüz kendi seyircisinin desteğiyle ayakta kalacak durumda değildir. 1940’larla beraber bu değişecektir.
Sinemanın doğumundan 1940 yılına kadar geçen yaklaşık 45 yılda çekilmiş –ciddi bir kısmı “kayıp” statüsünde olan- otuz küsur yerli film son derece küçük bir rakamdır, kabul ediyorum ama yukarıda da kısaca değinmeye çalıştığım gibi, dönemin koşullarını hesaba kattığınızda Türk Sineması ’nın bir mucize yaratmaya çalıştığını görüyorsunuz. Onca sarsıcı olayın göbeğinde, işgal altındaki bir ülkede uzun metraj çekmeye çalışan sinemacılar… Devam eden bir filmin savaş nedeniyle silah altına alınan oyuncuları… İşgal kuvvetleri tarafından sansürlenen yerli filmler… Âdeta delice bir işe kalkışıp dünya çapında bir sesli film stüdyosu kuran müteşebbisler… Ve Sedat Simavi, Ahmet Fehim, Muhsin Ertuğrul ve Nazım Hikmet gibi, sinemanın önemini kavrayan iyi eğitimli isimlerin sinema yapmak için sarf ettikleri insanüstü gayret… Her türlü siyasi ve ekonomik türbülansa rağmen pes etmeyen sinema emekçileri ve bugün 100. yılını çoktan doldurmuş bir Türk Sineması. Veriler, bulgular ortada. Onlarca yıl can çekişse de, bazı yıllar (1915, 1920, 1925, 1926, 1927, 1930, 1935, 1936) hiç film üretemese de zorlu ekonomik koşullara rağmen ayakta kalmış ve zamanla yurdunda yabancı filmlere gişede diz çöktürmüş köklü bir sinemamız var. Ve iyi ki var.
NOT: 1940 Öncesi Ekonomik Yapı ve Türk Sineması yazısı, ilk kez Rabarba Dergi’nin 18. sayısında yayınlanmıştır.
KAYNAKLAR:
Kitap
Kepenek, Yakup ve Nurhan Yentürk. “Türkiye Ekonomisi”, 2001. Remzi Kitabevi, İstanbul.
Onaran, A. Şerif. “Muhsin Ertuğrul’un Sineması”, 1981. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
Özön, Nijat. “Türk Sineması Tarihi”, 1962. Artist Reklâm Ortaklığı Yayınları, İstanbul.
Öztürk, Serdar. “Erken Cumhuriyet Döneminde Sinema, Siyaset, Seyir”, 2005. Elips Kitap, Ankara.
Özuyar, Ali. “Sessiz Dönem Türk Sinema Tarihi (1895-1922)”, 2017. Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Scognamillo, Giovanni. “Türk Sinema Tarihi – Birinci Cilt (1896-1959)”, 1990. Metis Yayınları, İstanbul.
Teksoy, Rekin. “Rekin Teksoy’un Türk Sineması”, 2007. Oğlak Yayınları, İstanbul.
Tunç, Ertan. “Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı (1896-2005)”, 2012. Doruk Yayımcılık, İstanbul.
Makale
Koçtürk, O. Murat ve Meryem Gölalan. “1923-1950 Türkiye Ekonomisinin Yapısal Analizi”
Özel, Sabahattin. “Atatürk Dönemi Türkiye Ekonomisi”.
Sönmez, Asuman ve Fırat Şimşek. “Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yaşanan Gelişmelerin Küçük Ölçekli Bir Aile İşletmesi Üzerindeki Etkileri”
Web
www.akademiktisat.net/calisma/tr_iktisat_genel/tr_ekonomisi_1923_2006.htm
www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=355187&/T%C3%BCrkiye-Ekonomisi-(1923-1960)-/-Yrd.-Do%C3%A7.-Dr.-Murat-Koralt%C3%BCrk-
www.tuicakademi.org/cumhuriyetin-ilk-yillarinda-turkiye-ekonomisi/
www.tsa.org.tr/tr/yazi/yazidetay/30/turk-sinemasinin-ekonomik-yapisi