Editörün Notu: Bu yazı, Radikal gazetesinin 12 Temmuz 2003’te yayımlanan nüshasında yer almıştır. Evet, Fatih Akın’ın genç olduğu ve Gegen die Wand / Duvara Karşı’yı henüz çekmediği zamanlardan…
Son yıllarda Avrupa sinemasında yavaş yavaş dikkat çekmeye başlayan bir gelişme, Avrupa’da, özellikle Almanya’da yerleşik Türk toplumu içinden genç yönetmenlerin birbiri ardına ürünler verip adlarını duyurmaya yönelmeleri.
Önceleri kısa filmlerle yalnızca festivallerde boy gösteren bu yeni isimler, son birkaç yıldır uzun metrajlı filmleriyle de gündeme geliyorlar. Ülkemizde üç yıllık bir gecikmeyle de olsa vizyon şansı bulan Im Juli / Temmuz’da‘nın yönetmeni Fatih Akın, bu genç kuşağın en üretken isimlerinden biri ve göründüğü kadarıyla ticari açıdan en başarılısı.
Bu arada, Akın’dan başka Almanya’da uzun metraj film çeken yaklaşık yarım düzine daha Türk yönetmen olduğu da kaydedilmeli. Bu duruma şaşmamak gerek. Almanya’ya Türk işçi göçünün başlamasının üzerinden artık 40 yıldan uzun bir süre geçmiş durumda ve Almanya’daki Türk toplumu nüfusunun, yarım milyonu Alman vatandaşı olmak üzere, 2.5 milyona yaklaştığı kaydediliyor.
Birkaç kuşaktır Almanya’da yaşayan bu devasa Türk toplumunun, kimileri Akın gibi zaten Almanya’da doğmuş, kimileri Ayşe Polat gibi Türkiye’de doğup küçük yaşlarda ‘gurbetteki’ akrabalarının yanına gönderilip orada büyümüş genç bireyleri, yaşadıkları ülkede kendilerine sinema alanında da bir yer edinmeye başladılar.
22. İstanbul Film Festivali‘ndeki “Dışarıdaki Genç Türkler” temalı bölüm de, aşağı yukarı bunun altını çizmeye çalışıyordu. Bu bölüm kapsamında Fatih Akın’ın Solino‘sunun yanı sıra, yine Almanyalı Türklerin imza attığı Karamuk (Sülbiye V. Günar) ve Biraz Nisan/Ein Bisschen April (Aslı Özge) de gösterilmişti.
Aslında Almanya’daki Türk yönetmenlerin sinema macerasının miladı, bu yeni ve genç kuşaktan da geriye çekilebilir.
Tevfik Başer’in 40 Metrekare Almanya‘sı (1986) ve Sahte Cennete Veda‘sı (1989) bu bağlamdaki ilk örnekler gibi duruyor. Ancak Başer, ilk sinema öğrenimini Türkiye’de görmüş, gençliğinde önce İngiltere’ye göçmüş, sonradan Almanya’ya yerleşmiş bir sinemacı olarak doğrudan Almanya’daki Türk toplumu içinden çıkan yönetmenlerden biraz farklı bir konumda.
Çocuk yaşında baba evinden kaçıp Almanya’ya gelen İsmet Elçi‘nin 16 mm, siyah-beyaz olarak çektiği Kısmet Kısmet‘i (1986) belki de bu bağlamda daha doğru bir milat sayılabilir. Elçi, sinema çalışmalarını ilerleyen yıllarda Düğün (1993) ve Cemile (1996) ile sürdürecekti. Aynı zamanda bu yıllarda Hussi Kutlucan, Kadir Sözen gibi daha genç Türk yönetmenler de ardı ardına ilk uzun metraj filmlerini çekmeye başlayacaktı.
Ayşe Polat’a 13. Ankara Film Festivali‘nde “umut veren yeni yönetmen” ödülünü kazandıran Yurtdışı Turnesi (2000) de Temmuz’da gibi Batı Avrupa’dan Türkiye’ye uzanan bir yol öyküsünü anlatır. Yurtdışı Turnesi, öyküsünün eksenine bir travestiyi oturtmasıyla bir hayli ilginç bir ürün. Başkarakterin, alışılmış ve ‘doğal’ kabul edilen ‘kadın-erkek’ gibi zıt ikilikler içine tam olarak otur(a)mayıp ancak bu ikiliklerin dışında var olan cinsel kimliği ve böylesi bir varoluşun ona yaşattığı zorluklar, bu karakterin (ve yönetmenin) aidiyetinin de memleket/gurbet gibi ikiliklere oturamamasıyla paralellik teşkil ediyor.
Umarız Temmuz’da’nın ülkemizde geç de olsa vizyona girmesi bir trendin başlangıcı olur ve Yurtdışı Turnesi gibi filmler de geç de olsa vizyona çıkma şansını bulurlar.