Merhabalar, Sinematik Yeşilçam sitesi için yine bir röportaj ile birlikteyiz. İlyas Salman ile 2016 yılında yaptığımız dolu dolu röportajı sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum. Siyasi yapısını bir tarafa bırakarak, hep birlikte röportajın tadını çıkaralım.
Türk sinemasının Bilo’su, Çiçek Abbas’ın Abbas’ı olarak sevdik onu. Yeşilçam’ın en sevilen filmlerinde yer alıp ailemizden biri durumuna gelen, Türk sinemasının özel isimlerinden olan İlyas Salman da kalbini sarı–lacivert renge boyayanlardan… Kendisiyle kariyerini ve Fenerbahçeliliğini konuştuk.
Türk sinemasında Doğu tiplemesi deyince akla gelen ilk isim, hiç kuşku yok ki İlyas Salman’dır. Erkek Güzeli Sefil Bilo, Banker Bilo, İbişo, Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor, Hababam Sınıfı Güle Güle gibi filmlerde, Doğu’yu hep o temsil etmiştir. Lakin Çiçek Abbas filmini, sanırım diğerlerinden ayrı bir yere koymak gerekiyor.
Yokluklarla dolu çocukluğundan tiyatro sevdasına, sinemaya uzanan yolundan mücadele alanına, türkü ve şiir albümlerinden Fenerbahçeliliğine uzanan geniş bir söyleşi yaptık kendisiyle.
Formamızla fotoğraf çektirdiğinde “Uzun zamandır bu kadar heyecanlı ve mutlu olmamıştım” demesi de bizler için ayrı bir mutluluk oldu. Şimdi sanatçımızın kariyerine bir göz atalım, sonra da söyleşimize başlayalım.
İlyas Salman’ın yolculuğu
1949, Malatya, Arguvan doğumlu İlyas Salman, liseyi Turan Emeksiz Lisesi’nde bitirir. Konservatuvar eğitimi alırken son sınıfta okulu bırakır ve İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosunda oyunculuğa başlar. Oradan da sinemaya düşer yolu.
Uzun süren sinema yolculuğunda, daha çok köylü tiplemeleriyle tanınır. Oyunculuğunun yanı sıra yönetmenliğini üstlendiği iki sinema filmi, çeşitli tarzda şiirleri ve türkü albümleri bulunmaktadır. Onlarca filmde rol alan İlyas Salman’ın başlıca albümleri: İnadına Türküler, Aramayın Beni Başka Yerde, Söze Güneş Doğdu, Türkülerimiz var Söylenecek, Doğdukları Yerde Doğmayanlar.
Hasretim Sansürlüdür adlı bir de kitabı olan İlyas Salman’ın aldığı başlıca ödüller ise şu şekildedir:
1977 – Avni Dilligil Tiyatro Yarışmaları – En İyi Erkek Oyuncu
1993 – Ankara Film Festivali – Sarı Mercedes – En iyi Erkek Oyuncu
2007 – Ankara Film Festivali – Sis ve Gece – En İyi Erkek Oyuncu
19. Altın Koza Film Festivali – Lal Gece – En iyi Erkek Oyuncu
Antalya Altın Portakal – Yaşam Boyu Onur Ödülü.
Röportaj
Çok teşekkürler bizi kırmayıp geldiğiniz için… Neler yapıyorsunuz son dönemlerde, oradan başlayalım.
Ben çok teşekkür ederim sizlere. Uzun zamandır röportaj vermiyordum ama Fenerbahçe adının geçtiği yerde, “Hayır” kelimesi kullanılamazdı benim için. Gerek ağırlayışınız gerek hediyeleriniz sebebiyle beni çok mutlu ettiniz. Sinemadan, yazıdan, şiirden, türküden vazgeçmeden yaşamıma devam ediyorum. Türk Solu dergisinde yazıyorum. Kendi hayatımı yazmaya başladım bir taraftan. Tüm hayatımı, yalansız dolansız anlatıyorum bu eserimde. Son olarak Gürcü yapımı olan ve Oscar’a aday gösterilen Mısır Adası filminde rol aldım. Bugün de burada olmanın gururunu ve keyfini yaşıyorum.
Kariyerinizle ilgili az çok bilgi sahibiyiz ama çocukluk döneminizden biraz bahsedelim isterseniz. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Ben, sekiz yaşıma kadar köyde kaldım. Bizim köyde okul yoktu ve köyümüze on kilometre kadar uzakta yer alan bir okula gidiyordum. Babam da köy ağasının emrine girmeyen biriydi. Bir bakarsınız muavinlik yapar, bir bakarsınız Adana’ya pamuk toplamaya giderdi ve bizi bu şekilde büyütmeye çalışırdı. Ben de her sabah erkenden kalkıp simit, börek satıp aileme katkıda bulunmaya çalışıyordum. Yani, aslında filmlerimin temel konusu olan o ezik tip, gerçekte de bendim aslında. Fakat okumaya da inanılmaz azimliydim. Hatta şöyle bir olayım var okuma hevesimle ilgili, anlatmak istiyorum.
Okula gidip gelirken başım hep önde gidip geliyorum. Beni gören kadınlar, kızlar da benimle ilgili olarak “Çirkin ya, çirkinliğinden utandığı için başını öne eğiyor” derlermiş. Halbuki ben, yerde gazete arardım, kağıt parçaları arardım okumak için. O yüzden başım öndeydi aslında. Rahmetli Salman Amcam, üç buçuk yaşımdayken okuma öğretmişti bana. O zamandan bu zamana kadar okuma aşkım hiç sönmedi. Evimde, “Mabedim” dediğim kitaplarla dolu odam var ki orası, benim için çok özeldir. Benim görüşüme uysun ya da uymasın, her tarz kitabı okudum ve okuyorum. Biz, insanlar olarak bin bir farklı çiçeğiz ve birbirimizi anlamak için mücadele etmeliyiz.
“Fuzuli olarak yer işgal etmemeye çalıştım”
Zor bir çocukluktan, dolu dolu bir kariyere uzanan bir yolculuğunuz var. Bu yolculuğu kısaca nasıl özetlersiniz?
Ben hep, beynimin vücudumdan büyük olmasını hayal etmiştim. Fuzuli olarak yer işgal etmemeye çalıştım. Araştırdım, öğrendim, öğreniyorum, öğretmeye çalışıyorum. Bu yaşam yolculuğu için kendimi özetlersem şunu söylerim: Kars’ta ölen bir kedi için ağlayan birini ararlarsa, İstanbul’da yaşayan İlyas Salman’ı bulsunlar.
Kariyer merdivenlerini tırmanırken hayal ettiklerinize ulaştınız mı?
Babam, hep öğretmen olmamı istiyordu. Sırtımı, devlete yaslamamı istiyordu. Öğretmeninden bekçisine varıncaya kadar tüm devlet görevlileri, Malatya’nın güzel yerlerinde otururlardı. Kiralarını rahat rahat ödeyebilirlerdi. Bizim durumumuz ise iyi değildi. Eve ciğer geldiğinde, et geldi diye sevinir ve bayram ederdik. Yedi kardeş, anne ve baba ile sofraya otururduk ve ben büyükleri olarak, ciğere uzanmaya çekinirdim. Kardeşlerim yesin diye. İşte o dönemlerde kararımı verdim ben. Orta kademe biri olacaktım. “Kendime ve aileme yetsem, tamamdır” dedim. Fazlasında gözüm olmadı. Çocuklarım olsun hedefim vardı, onu da gerçekleştirdim. Şimdi de dede oldum yakın zamanda, onun da mutluluğunu yaşıyorum. Benim mutluluklarım bunlar.
İlk rol: Öküz Mehmet
Çocukluk döneminizin şartlarını ifade ettiniz, peki tiyatroya yolunuz nasıl düştü?
İlkokul beşinci sınıftaydım. Okuldaki öğretmenler, bir oyun sahneye koyacaktı ve başrol için zayıf, çirkin birisi lazım. Kahramanın adı da Öküz Mehmet… Öğretmen, sınıf sınıf dolaşmış role uygun birini bulmak için. Bizim sınıfa geldi ve ben de en arkada oturuyorum. Çok zayıfım ve boyum da çok kısa… Öğretmen beni görünce, “Tamam, buldum” dedi. Köy okullarında, Malatya okullarında oyunu sahneledik. Ben sahneyi gördüm, alkışı ve hayranlığı gördüm; işte o zaman içime aktörlük ateşi düştü.
Lise bitmek üzereydi, babam da öğretmen olmamı istiyordu. Öğretmen okulu sınavına girdim ve kazandım ama hayatımda ilk sahtekarlığı yapıp, babama kazanamadığımı söyledim. Bunu yaptığım için hiç pişman olmadım. Babamın cebinden para yürütüp, Ankara’ya geldim. Konservatuvara altı kişi alınacak ve yüzlerce kişi başvurdu. Hiç umudum yok ama iki gün sonra sonuçlar açıklandığında, adımı listenin en başında gördüm. Hem yatılı hem de parasızdı üstelik. Sonra Şehir Tiyatrolarıydı, sinemaydı derken günümüze kadar ödüllerle, mutlulukla, mücadeleyle, gözyaşıyla gelmiş oldum.
“Kemal Sunal ile iyi arkadaştık”
Rahmetli Kemal Sunal ile hep rakip gösterildiniz. Bu rekabetle ilgili ne söylemek istersiniz?
Aynı sokakta bakkal dükkanımız olsaydı, rekabet denebilirdi durumumuz için. Ama sanatçı, sanatçıyla rakip olmaz. Kemal Sunal, çok büyük bir sanatçıydı. Ben de tevazu göstermeyeceğim, kendim de farklı anlamda büyük bir sanatçıyım. Kemal Sunal güzel filmler yaptığında da kuyruklar oluştu, ben yaptığımda da… Ben Kemal Sunal’ın boşluğunu doldurmak için gelmedim, İlyas Salman olarak geldim ve öyle devam ettim. Biz, iyi de arkadaştık Kemal’le.
Ertem Eğilmez’in öncülüğünde bir Arzu Film ekolü var sinemamızda ve siz de o ekolün parçalarındansınız. Başarısının sebebi neydi Ertem Eğilmez’in?
Ekip başarısıdır, bu işin sırrı. Sevgidir, saygıdır, anlayıştır, sabırdır, iyi gözlemlemedir. Kibar Feyzo’nun senaryosunda İhsan Yüce yazar ama biz filmi çekerken kafa kafaya verir, fikirlerimizi söyler, eklemeler, çıkarmalar yapardık. Tam bir aileydik. O yüzden, Şaban Oğlu Şaban, Süt Kardeşler, Tosun Paşa, Şekerpare gibi efsane filmler çıktı Arzu film ekolünden.
Çok güzel yapımlara imza attınız ama ‘Ah be, şu filmi çekmeseydim keşke.’ dediğiniz filmleriniz var mı hiç?
Gayet tabii, o kadar filmin içinde geri planda kalan, zorunluluk sebebiyle, kalite olgusuna bakmadığımız filmlerim oldu. Ama iyiler çok daha fazladır.
Oyunculuk, yönetmen, yazar, şair… Pek çok yönünüz var ama sizi en fazla mutlu eden hangisi?
Hepsi… İyi bir filmde yer aldığınızda oyunculuktan, iyi bir yazı yazdığınızda yazarlıktan çok daha farklı bir keyif alırsınız. Hepsini ayrı ayrı seviyorum.
Çiçek Abbas ve Şekerpare
Sizin için en özel filminiz hangisi?
Hepsine emek harcadım, hepsi kıymetli benim için. İzleyicilerin gözünde Çiçek Abbas ve Şekerpare daha farklı yerde duruyor, benim için de onlar daha ön planda.
İlyas Salman, kendisini en çok ne konuda eleştirir?
Ben kendimden rahatsız değilim. Benim, düşüncelerimi ifade etmemden rahatsız olanlar var. Ben bundan rahatsızım. Her yerde şunu söylerim: “Dünyada en pis kokan şey, saklanan bilgidir. Paylaşılmayan bilgidir.” Ben bir şeyleri paylaştığım için bazılarına itici gelebiliyorum. Bu da sıkıntı yaratabiliyor zaman zaman.
“Fenerbahçelilik mücadeledir, emektir, direniştir”
Şimdi gelelim Fenerbahçe sorularına. İlyas Salman, nasıl Fenerbahçeli oldu?
Bizim köyde Sadık Amcam, gezici köy bakkalıydı. Durumu en iyi olan oydu. Radyosu olan tek kişi oydu. Maç olduğu zaman, radyonun başında toplanırdık diğer çocuklarla ve en çok Lefter ve Fenerbahçe isimlerini duyardık. Lefter’le beraber Mikro Mustafa, Puşkaş Ergun isimleri de sıkça tekrarlanırdı. Zihnime böylelikle Fenerbahçelilik yerleşmeye başladı.
Yani Lefter efsanesiyle birlikte, Fenerbahçelilik serüveniniz başladı.
Aynen öyle… Fenerbahçeli olmamda, direkt olarak Lefter etkilidir. Hatta ne mutlu bana ki ben meşhur olduktan sonra, Büyükada’da Lefter’le birlikte top oynama şansına eriştim. Lefter, futbolu bıraktıktan sonra Büyükada’da her hafta maç yapardı ve günün birinde ben de o takımlarından birinde yer buldum. Sonrasında da zaman zaman oynamaya devam ettim. Lefter’den çalım yemek de herkese kısmet olmaz.
Futbol da oynadınız yani?
Tabii ki… Hangimiz sokak aralarında top oynamadık ki? Profesyonel anlamda oynamadım. Açık oynuyordum. Kısa boyuma rağmen çok kafa golünü atardım. Malatyaspor genç takımında da oynadım.
Fenerbahçe deyince, aklınıza gelen ilk gelen kavramlar neler?
Fenerbahçelilik mücadeledir, emektir, direniştir. Çocukken Fenerbahçe’yi seviyordum ama tarihini bilmiyordum. Yaşım ilerledikçe takımımın tarihini, Kurtuluş Savaşı’ndaki fonksiyonunu, Atatürk’ün Fenerbahçeli oluşunu öğrendim ve takımıma inanılmaz bağlandım.
Sizin için en özel futbolcularımız hangileriydi?
Tabii ki en başta Lefter. Can Bartu, Cemil Turan, Şenol Çorlu, Kemik Yılmaz, Schumacher, Alex diye uzar gider.
Fenerbahçe maçlarını takip eder misiniz?
Tribünde değil ama TV’de muhakkak izlerim. Maç yorumlarını sürekli takip ederim. Fenerbahçe TV’yi sürekli açarım. Can Bartu’nun programını hiç kaçırmam. Rahmetli Selçuk Yula’yı da severek izlerdim. Ölümü çok sarstı beni. Çok gençti daha. Ya Ya Ya Şa Şa Şa filmimizi çekerken onunla ve pek çok futbolcumuzla dostluk kurmuştum. Kanalımızda efsane isimlerimize yer verilmesi de beni ayrıca mutlu ediyor.
Hiç unutamadığınız maçlar?
Çok var ama aklıma ilk gelen 3-0’dan 4-3’lük Galatasaray maçıdır. Hiç unutmam o maçı. Aynı skorla Gaziantep maçımız da var. Old Trafford’daki Manchester maçımız da unutulmazdır. Boliç, harika bir gol atmıştı. Aa, tabii ki 6-0 da unutulmaz.
“Fenerbahçe, okumuş, yazmış, orta direk takımıdır”
Siz, Yeşilçam’ın önemli isimlerindensiniz ve bu yüzden yorumunuzu özellikle merak ediyorum. Yeşilçam’da neden hep Fenerbahçe ön planda?
Ben bu sorunun cevabını bilseydim, Fenerbahçe başkanı olurdum. Fenerbahçelilik çok büyük bir sevgi bütünlüğünün adıdır. Bunda bir efsun var. Çoğu ünlü isim, tuttuğu takımı söylemekten çekinir. Bunların çoğu da Fenerbahçeli değildir biliyor musunuz? Fenerbahçeli isimler çekinmez asla. İbrahim Tatlıses, Ahmet Kaya, Kemal Sunal, Ertem Eğilmez, Münir Özkul… Daha kimler kimler… Hepsi Fenerbahçeli’dir ve bunu da ilan etmekten çekinmemişlerdir. Fenerbahçe, halktır çünkü. Benim en yakın arkadaşım bir apartman görevlisidir ve o da Fenerbahçelidir. Mesela, Beşiktaş kaba tabirle, eğitim seviyesi ortanın altında zümrenin takımıdır bana göre. Açık söylüyorum. Fenerbahçe, okumuş, yazmış, manevi değerlerine yürekten bağlı, orta tabaka, orta direk takımıdır. Bu sınıf da halkın çoğunluğunu temsil eder. Galatasaray’da öteden beri bir lise kültürü egemenliğinin varlığını belirtmeye gerek yok.
Başrolünü oynadığınız ‘Ya Ya Ya Şa Şa Şa’ filminde Fenerbahçeli bir futbolcuyu canlandırıyorsunuz. O filmin hikâyesinden bahseder misiniz?
Filmde rol alan ben, Erdal Özyağcılar, Münir Özkul başta olmak üzere çoğunluk Fenerbahçeliydi ama senaryoda, takım olgusu belirsizdi. Bana başrol teklif edilince direkt olarak “Bu takım Fenerbahçe olmalı” dedim. Benim olduğum yerde, Fenerbahçe olmalı çünkü. Yönetmenimiz Ümit Efekan da beni kırmadı ve takımı Fenerbahçe yaptı. Unutulmaz bir hatıraydı benim için. Fenerbahçeli futbolcularla birlikte sarı-lacivert içinde sahaya çıkmak, onlarla antrenman yapmak, tribünlere koşmak harika bir duyguydu.
“Galatasaraylı futbolcuyu canlandırmazdım”
Yönetmen takım konusunda esnek olmasaydı ve senaryoda Galatasaray olsaydı, oynar mıydınız filmde?
Samimiyetle söylüyorum, ASLA OYNAMAZDIM! Ben bu işi para için yapsaydım, villalarda yaşardım. Paraya tamah etmedim. Gönlümdekini yaptım.
Başkanımızla ilgili neler söylemek istersiniz?
Aziz Yıldırım, “Hak bildiğin yolda gerekirse yalnız gideceksin” sözünün kristalize edilmiş hâlidir. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir kulüp başkanı, ömründen bir yılını kulübü için vermez. O, ömrünü Fenerbahçe için adamış bir adam. Kendisiyle bir gün bir yemekte birlikte olma şansım da oldu. Sohbet etme şansımız da oldu. Kulüp üyeliği için görüştük. Merakla ve heyecanla bekliyorum üyelik için. Ben bu ülkede nice cumhurbaşkanlarının ellerini sıkmadım çeşitli sebeplerle ama başkanımın elini sıktım büyük bir heyecanla
Fenerbahçeliliğinizi nasıl tanımlarsınız?
Aile kavramını bir tarafa bırakıyorum öncelikle. Onlar hepimiz için farklı bir yerde durur. Benim kalbimde iki büyük aşk vardır: Mustafa Kemal aşkı ve Fenerbahçe aşkı. Fenerbahçe için ölürüm inanın. Ama yok, ölmeyeyim ki Fenerbahçemin maçlarını hep izleyeyim. Torunumu da Fenerbahçeli yapabilirsem ne mutlu olurum var ya…
Fenerbahçe Şiiri
Kaleminiz de güçlü… Fenerbahçe için bir şeyler karaladınız mı hiç?
Tabii ki… Daha doğrusu bir şiirimi Fenerbahçe için düzenledim:
Fenerbahçe’m;
Seni sevmek, balığı Urfa’da avlamaktır. Balıklı Göl’de…
Yasak olduğu için güzeldir.
Fenerbahçe’m;
Seni sevmek, kaşarlanmış bir celladın
Kendi kendini asmasıdır.
Bir avuç gözyaşıdır bedeninden arta kalan.
Fenerbahçe’m;
Seni sevmek, bir tren emekçisinin
Tren altında kalması gibidir.
Çığlığı düdük sesine,
Hasreti raylara takılı kalır.
Fenerbahçe’m;
Seni sevmek zordur, çelişkilidir.
Ölümle yaşamın kardeşçe birliğidir.
Cesedin mezar görüp ölümden vazgeçmesidir.
Buna rağmen seni seviyorum.
Ama anlarsan…
Anlamazsan, aşkından geberiyorum.
Emeğinize sağlık. Son olarak taraftarlarımıza mesajınızı alabilir miyiz?
Rahat olsunlar… Bunu şampiyon olup olmamakla ilgili söylemiyorum. Fenerbahçe emin ellerde. Aziz Başkan’ın ellerinde… Kendilerinden bir ricam var, o da şudur: İmza mı toplarlar, ne yaparlar bilemem ama başkanın kulüpte kalmasını sağlasınlar. Ben çok başkan gördüm ama Aziz Yıldırım gibi her dediğini yapan başkan görmedim. Çok laf, çok vaat duydum ama az icraat gördüm. Aziz Yıldırım, gerçekten çok farklı bir başkan… Tüm Fenerbahçelilere sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.
Sizi, İlyas Salman denilince akla gelen iki filmle baş başa bırakıyoruz:
Ersin Demirel – İlyas Salman ile 2016 senesinde yapılan söyleşi Fenerbahçe Dergisinde yayınlanmıştır…