Yeşilçam’ın kendine has güzelliği, zarafetiyle, esasında ‘yabancı’ olsa da bizden biri haline gelen özel isimlerinden biriyleyiz bu ay Hayatın İçinden Fenerbahçe’de. Kırk yıldan fazla bir süredir ülkemizin sinema, TV ve müzik sektöründe kendini gösteren Suna Yıldızoğlu ile kariyeri, hedefleri ve Fenerbahçe’miz üzerine konuştuk.
Gerçek adı Sonja Eady olan Suna Yıldızoğlu, İngiltere doğumlu ve iki çocuk annesi. Sinema, TV ve müzik sektöründe kendini gösteren Suna Yıldızoğlu, bir döneme damgasını vurdu dersek abartmış olmayız. Şimdi kızı Yasemin de annesinin izinden gidiyor. Onu da dizi sektöründe görmeye başladık yavaş yavaş. 1974’te Türkiye’ye yerleşen Suna Yıldızoğlu, Kayahan Yıldızoğlu ile evlenip sinema sektörüne girmiştir. 2000 senesinde sahne ve sinemadan ayrılıp çocuklarının eğitimi için gittiği Avustralya’ya yerleşerek iş hayatına atılır.
1981’de girdiği 17. Altın Orfe yarışmasında Özel Burgaz Ödülü ve Gazeteciler Ödülünü kazanmıştır. 1996’da SİYAD tarafından Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu Ödülü’nü kazanmıştır, Bir Adam Yaratmak filmindeki rolüyle. Bu film sanatçının son sinema filmi olmuştur. 2000 – 2007 yılları arasında ülkemizden uzak kalan Yıldızoğlu, 2007’den beri ülkemizde çalışma hayatını sürdürmektedir.
Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Neler yapıyorsunuz son dönemlerde?
Birkaç senedir dolmaktayım. Dizilerde olacağımı sanmıyorum. Bir iki tane televizyon programı (belgesel) için sinopsis hazırladım Türkiye ile ilgili. Kabul edilirlerse çok sevineceğim.
Peki neden dizi olmaz dediniz? Bu sizden kaynaklı mı?
Ruhumdan kaynaklanıyor kafamdan değil. Ruhum istemeyince olmuyor.
Diziler mi sizi heyecanlandırmıyor?
Evet, dizilerde beni heyecanlandıracak hiçbir şey görmüyorum. Benim yaşımdaki bir kadının rolleri içeriği olmayan roller. Ne kadar çalışma ihtiyacım olsa bile ruhum bunu istemediği için geri çekiliyorum.
Takip ettiğiniz dizi var mı?
Muhteşem Yüzyıl izliyorum kıyafetlerden dolayı ve Meryem Uzerli’yi çok beğeniyorum.
Kendinizi ülkemize yabancı hissediyor musunuz? Senelerdir buradasınız.
Son zamanlarda evet. Bu son senelere kadar hayır hiç olmadı böyle bir şey.
Bunun en önemli sebebi?
Bilmem ben de şaşırdım zaten. 2007’de Avustralya’dan döndüğümde bambaşka bir nesille karşılaştım. Hakaretler bile değişmiş. Hakaret etmek istendiğinde belli başlı terimler vardı kadınlar için kullanılan. İlk defa ırka karşı bir şey duydum. Dünya da değişti. Herkes birleşeceğine kabileleşmeye başladı. Türkiye’de de olmaya başladı. Benim aklıma gelmezdi.
Ülkemize dair enleriniz? Türkiye denilince sizi en mutlu eden, en sevdiğiniz ve en sinir eden, ilk aklınıza gelen neler var?
En sinir eden trafik. Saygısız insanlar, insanın bir gururu olur. Araba kullanırken birazcık kurallara uymanız gerekiyor. Dışardan turistler geldiğinde ne gözle bakıyorlar? Orada kalitenizi ortaya koyuyorsunuz. Egoistliğinizi, terbiyesizliğinizi ortaya koyuyorsunuz. En sevdiğim ise arkadaşlarım. Türkiye’nin insanı beni olduğum gibi kabul ediyor. Sıcak, birbirimize inanılmaz destek oluyoruz.
Suna Yıldızoğlu sinema sektöründe de yer aldı, televizyon sektöründe de, müzik sektöründe de yer aldı. Peki kendinizi en yakın gördüğünüz kulvar bunlardan hangisi oldu?
Ayırt edemeyeceğim açıkçası. Çünkü hepsinden hoşlanıyorum, hepsinin ayrı bir yeri var.
Uzun vadeli planlarınız neler? Anılarınızı kitaplaştırmayı düşünüyor musunuz mesela?
Onu çok istiyorum. Sadece ben değil etrafımdaki, beni tanıyan insanlar “Yaz Suna yaz” diyorlar. Ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Problem o, beni hakikaten o konuda yönetecek birine ihtiyacım var. Öyle birini bulduğum zaman yazmaya başlarım herhalde. Çok yazacağım şey var. Dışardan, içerden, Türkiye ile ilgili, Türklerle ilgili, kendimle ilgili faydaları olacağını düşündüğüm bir kitap. Bunu İngilizce dahil iki versiyonlu yazacağım. Türkçe yazdıklarım bizim aramızda, İngilizce’ye bazı şeyleri koymayacağım,onları ilgilendirmez. Aile içinde kalması gereken şeyler var bir de dışarıya lanse etmem gereken şeyler var. Çünkü bence Anglosaksonlar ne Arap’ın kafasını anlarlar ne de Türkün kafasını, mümkün değil.
Twitter’da sosyal duyarlılığınızın fazla olduğunu görüyorum, gündeme dair ne varsa olumlu veya olumsuz eleştirilerinizi yapıyorsunuz, Şu aralar dünyada sizi en fazla üzen şey nedir olaylara baktığınız zaman? Ve bunun giderilmesi için ne yapılabilir?
Gördüğüm şeylerin bariz olması, geçmişe bakarak bu hale geleceğimizi biliyordum. Ben biliyorsam, benden daha çok okumuş, daha bilgili insanlarda biliyordu bunu. Binlerce senedir insan olarak tekrar, tekrar, tekrar aynı şeyi yapıyoruz ve bu beni hasta ediyor. Birkaç tane adam toplanıp kararlar veriyor ve milleti peşinden sürüklüyor. Onlar zengin oluyor, biz de hödük gibi peşlerinden koşuyoruz. Bir de şu çok üzüyor beni, sonuçta bizim vücudumuz kromozom taşıyıcı. Babanızın babasının babası nasılsa sizde öyle oluyorsunuz. Dış etken değil, içten gelen biyolojik bir şey. Soyumuz devam etsin, ne olursa olsun düşüncesinde insanlar.
1976’da sinema hayatınız Türkiye’de başladı. Pek çok film, pek çok sinema sanatçısı, pek çok yönetmenle birlikte çalıştınız. Bugün geçmişe dönüp baktığınızda Türk sinemasına dair en büyük özleminiz ne Yeşilçam’la ilgili?
Setleri özledim. Çok farklı bir ortamdı, hem ciddi hem çok eğlenceliydi. Çok zor, film çok pahalı, hata yapmamamız gerekiyordu. Aynı sahneyi ikinci kez çekildiğinde üfleyip püflüyorlardı film gidiyor diye. Vakit kısıtlı, tek kamera vardı. Her şeyiyle, her zorluğuyla çok güzel günlerdi.
Televizyonda denk düştüğünüzde keyif aldığınız, bu daha farklıydı dediğiniz film hangisiydi?
Sokaktaki adam. 95 yılında Biket İlhan çekti, Atilla İlhan’ın kitabından. Orada ödül aldım. Biket ile çalışmak inanılmaz rahatlatıcı. Çok sakindi, ben böyle bir insan tanımıyorum. Ödül aldıktan sonra bir daha teklif almadım. Baktım kapılar kapanıyor, uğraşmadım açıkçası ve böylece 2000 senesinde hepsinden ayrıldım.
Çalışırken en çok keyif aldığınız oyuncular arasında kimler var? Mesela Kemal Sunal için kamera önü ve arkasında müthiş farklı bir insan deniliyordu.
Tek başına otururdu çok fazla sohbet etmezdi. Ben rahatsız olmazdım. Herkesin tarzı farklı. Şunu söyleyeyim en sevmediğim adamlardan bir tanesi Öztürk Serengil‘di. Bir türlü uyuşamadık. Kamera önü ve arkası çok farklı iki insandı.
Ne açıdan?
Hiçbir şekilde anlaşamadık. Karısını çok seviyordum. Çekimlerde acayip anlaşıyorduk zamanlamamız, her şeyimiz çok benziyordu o beni şaşırtan bir kişiydi mesela.
Cüneyt Arkınla ilgili ne söylemek istersiniz?
O da çok muhattap olmuyordu öbür oyuncularla. İlgiliydi ancak pek sohbet olmuyordu. Yıldız oyuncu olmasından kaynaklı bir durum sanıyorum. Yıkılmayan Adam filmimiz güzeldi, aklımda kaldı.
Kadınlarla pek ilişkisi yoktu setlerde, o da saygıdandır diye düşünüyorum. Şaşırtıcı gelebilir ama sevgili Müslüm Gürses ile iyi anlaşırdık. Kendisine geçmiş olsun dileklerimi bir de buradan yinelemek istiyorum.
Gelelim futbol ve Fenerbahçe sorularına. 1974’ten beri ülkemizdesiniz. Sempati anlamında daha yakınım dediğiniz kulüp var mı?
Muhattap olduğum, işimle ilgili herkes Galatasaraylıydı. Erkek arkadaşım vardı ve o Fenerbahçeliydi. Ben de sinir etmek için Galatasaraylılık eylemi gösterdim. İntikamımı böyle aldım. Ama bunlar yüzeysel şeylerdi tabii. Hiçbir zaman fanatik olmadım. Fakat 80’li yılların başında ben tamamen futboldan koptum. İngiltere’de izliyordum Manchester United‘ı. O zamanki isimleri söylersek George Best, Bobby Charlton o takım. George Best’e de aşıktım ayrıca. Ama ticari olduktan sonra bıraktım. Zidane belgeselini de izlemiştim.
Size göre Türk sinemasında futbol varsa daha çok Fenerbahçe’ye temas edilmesinin sebebi sizce ne olabilir?
İşte bu çok ilginç geliyor bana. Bana göre açıkçası, taraftarının azlığından dolayı Beşiktaş daha halk takımı gibi geliyordu. Fakat sinemanın halka yönelik bir sanat olması ve sinemada da futbolu incelediğimizde Fenerbahçe’nin karşımıza daha çok çıkması, benim düşüncemin zıttı olan bir şeydi. Fenerbahçe‘nin daha göz önünde olması, daha şatafatlı bir camia olması yıllardır hiç değişmedi
Buraya gelmeden önce Fenerbahçe’ye bakış açınızda konuştuklarımızdan sonra bir değişiklik oldu mu? Bir bakış açısı oluştu mu?
Tabii etkiledi. Şimdi gidip araştıracağım. Daha ziyade siz bu tarafı gösterdiniz bende Galatasaray ve Beşiktaş‘ın geçmişini araştıracağım. Futbolun kendisi değil de futbolun tarihi beni daha çok ilgilendiriyor. Siz de eksik olmayın Fenerbahçe‘nin tarihi yönünü çok güzel anlattınız bugün bana ve etkilendim açıkçası. Fenerbahçeli olmam yakındır, öyle hissediyorum.
Buna katkım olursa çok mutlu olurum. Gündemi fazlasıyla takip eden birisiniz. 3 Temmuz süreciyle ilgili neler söylemek istersiniz?
Açıkçası net bir şey söylemem çok zor. Çünkü futbol gibi görünse de çok farklı bir olay. Çok şeyler yazılıp çizildi ama bir gerçek var ki Fenerbahçe’ye ve başkanı Aziz Yıldırım‘a haksızlıklar yapıldı. Ülkede zaten acayip bir değişim var daha önce de dediğim gibi. Ama aklıma gelmişken söyleyeyim, Fenerbahçe taraftarının hem başkanına hem de takımına sahip çıkışı gerçekten inanılmazdı. Hele o bayan taraftarların tribünlerde yer alması hiç görmediğim bir şeydi.
Bugün buraya kadar gelip, röportaj verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Saçlarınızın sarılığı ile gözlerinizin maviliği Fenerbahçe’ye çok yakışıyor 🙂 Son olarak Fenerbahçe taraftarına mesajınızı alalım, onlara neler söylemek istersiniz?
Benim için çok farklı bir gün oldu. Çok da mutlu oldum. Hayatıma farklı bir bakış açısı katıldı bugün. Ben de çok teşekkür ederim. Dediğim gibi Fenerbahçe‘ye bakış açım bugün itibariyle çok değişti. Fenerbahçe taraftarına da sevgilerimi gönderiyorum. Taraftarlığın amatör ruhunu hiç bozmasınlar.
Bu keyifli, hoş sohbet için Suna Yıldızoğlu‘na çok teşekkürler. Sevgiler…
Yeşilçam ve Futbol – Ersin Demirel 2020 – Röportaj Ocak 2014 tarihinde Fenerbahçe Dergisinde yayınlanmıştır.