Küsküt (Latince Cuscuta), kahkahaçiçeğigiller (Convolvulaceae)
familyasından klorofilsiz bir “asalak” bitki cinsi.
Fulya, kekik, yonca veya ısırgan otu üzerine sarılıp büyür. Bitki genç iken tohumdaki besleyici maddeleri çabucak bitirip tüketir. Köksüzdür. Sapları pembe renklidir. Yaprakları ise renksiz pullar halinde kısır kalmıştır. Asalak bitki, komşusu olan bitkiye saplarıyla tutunmak zorundadır. Destek alacağı böyle bir bitkileri dikkatle arar, bulur. Topraktan çıkar çıkmaz spiral biçiminde büyümeye başlar. Bir destek bulduğu anda kendini kurtarmış sayar. Eğer böyle bir destek bulmazsa kendi kendini yemeye başlar: Genç bitki, sapının alt bölümlerini ölümle baş başa bırakır ve buradaki organik maddelerle beslenerek yeniden destek aramaya koyulur. Desteği bulur bulmaz ona bütün kuvvetiyle sarılır ve emici hortumlarını geçirir.
Dizi Sektörünün özellikle söz sahibi olanları için yukarıdaki benzetme tam tamına uyuyor aslında. İşinin ehli insanların sistematik bir şekilde sektörden uzaklaştırıldığı yıllardır gözle görülür bir gerçek. Şu an meydan sadece başkaları üzerinden para kazanan, insanların emeğini sömüren, sırtını siyasi erke dayamış, hayatında kitap okumamış, film izlememiş bir garip güruh tarafından sektör domine edilmektedir. Bir filmi oturduklarında ne teknik olarak ne de dramaturjik açıdan değerlendirebilecek bilgiye ne de birikime sahiptirler. Aslında bu durumu sadece bir sektöre indirgemek de doğru değildir. Maalesef bütün Türkiye’nin içine düştüğü durum bu. İktidar partisine kim yakınsa ya da kim daha çok yalakalık yaparsa gemisini yürüttüğü bir kabusun içindeyiz.
Sektöre bakacak olursak; özgün hikaye çıkartamaz, özgün işler yapamaz hale geldiği durumun herkesçe malum olması ama maalesef buna çözüm üretecek bir vizyona sahip olamaması da ayrı bir dert.
,Söz sahibi insanlar yer değiştirdikçe ve gelen gideni arattırır hale geldikçe her geçen gün daha da batağa saplandı. Önceleri eski Yeşilçam filmlerini uyarlayalım dediler onu kısa sürede tüketince bu sefer romanlara dadandılar onda da fazla nefes yetmeyince bu sefer rotayı yurtdışında tutmuş garanti olabilecek işlere çevirdiler. Onların uyarlaması biraz daha uzun sürdü. Güney Kore olmasa bu sektörün yapımcıları, senaristleri, yönetmenleri nereden ekmek yiyecekler gerçekten merak ediyorum. Şimdi yavaş yavaş Güney Kore piyasasını sömürmüş olmalılar ki geleneksel yayın yapan Televizyon kanalları için tehlike çanları çoktandır çalmaya başladı… Netflix, Blu Tv hatta Youtube gibi dijital yayın yapan mecralar internet ulaşımının olduğu yerde daha fazla tüketilir hale geldi. Böylelikle tüketici “kendisine dayatılan” değil kendi tercihlerini kullanarak izlemeyi daha çok benimsedi.
Hala sigortasız çalıştırılan, paraları ödenmeyen emekçiler işsiz kalmayayım diye bütün bu olumsuzluklara rağmen üretmeye çalışıyorlar. Ama asıl tehlike şu; çok fazla insan sirkülasyonu olduğu için kalifiye eleman yetişmiyor, bir iki dizide kameramanlık yapanlar hemen Görüntü Yönetmeni olarak ortaya atılıyor. Ya da Reji asistanlığını usta-çırak ilişkisinde tamamlayamamış olanlar kendilerini memleketin en iyi yönetmeni diye pazarlamaya çalışıyor. Altı boş, birikim yok, yalan yanlış ya da eksik öğrendiklerini tatbik etmeye çalışarak iş yapmaya çalışıyor. Sektörü hangi açıdan incelerseniz inceleyin gerçekten elinizde kalıyor.
Uzun zamandır sete çıkmıyorum.. Çünkü çalıştığım bazı yapımcıların cehaletinden, vizyonsuzluğundan ve onlara kim yalakalık yavşaklık yapsa onları daha çok el üstünde tutmalarından o kadar fazla yoruldum ki artık kendimi anlatmaktan, bu işin nasıl ve ne şekilde yapılırsa doğru sonucu alırız tartışmalarından usandım.
Yeşilçam’da imkanlar kısıtlıydı. Prodüktöründen set teknisyenine kadar herkes belki günümüze göre az kazanıyordu ama büyük bir tutkuyla işlerine bağlıydı. Az da kazansalar çok da kazansalar en azından kazandıkları paranın bir bereketi vardı. Özel Televizyonların hayatlarımıza girmesiyle bütün dengeler alt üst oldu. Hem bu meslekte hem de ülkenin genelinde özellikle 2000 sonrası ahlaki çöküş hızlandıkça hızlandı. Kara para aklanarak yapılan ya da ahbap çavuş ilişkisiyle yürütülen işler yüzünden aslında çok kaybedeni var. Küsküt otu gibi başkalarının sırtından kazanan asalaklar önce mesleği bitirdi, sonra bu mesleğe gönül veren yetenekli, donanımlı insanların kariyerlerini bitirdi yakın zamanda da kendi kendilerini bitirmeye başlayacaklar. Pandemi sürecinde bile sektör çalışanlarının sırtlarından kazandıkları paraları cukkalayanlar (Tv Kanalları, yapımcılar, özellikle dizi ihracatçıları) oturup kafa kafaya verip işsiz kalan sektör çalışanlarına acaba maddi imkan ne sağlayabiliriz diye düşünmediler bile. Çünkü umurunda değil hiçbirinin. Emek harcayarak, alın teri dökerek hayatını kazanmamış bir insanın empati kurmasını beklemek fazla iyi niyetli olur.
Hülasa; bana göre dünyanın en güzel mesleğini müptezel hale getiren bazı asalaklar umarım Küsküt Otu gibi birilerinin sırtından beslenemeyecek hale en kısa zamanda gelirler ve kendi kendilerini yer bitirir ve tarihten silinip yok olur giderler. Yazıyı bir alıntıyla son verirken zor durumda olan bu ülke vatandaşlarına sabır ve dayanma gücü diliyorum.
“ İnsanlık tarihinin ortak noktası, çalışanların hep yoksul olması, asalakların ise zenginleşmesidir!..”
Burak Gülgen 2020 – Küsküt Otu