Röportaj: Öztan Aydın (Nisan 2014)
Sizleri 2014 yılına götürüyoruz. Sinematik Yeşilçam yazarlarından Murat Hattatoğlu’nun Hürriyet Gazetesi’nden Öztan Aydın ile Tarık Akan fotoğraf sergisi (Karda bir iz; Tarık Akan) sonrası gerçekleştirdiği röportajla sizleri baş başa bırakıyoruz. Bu röportajdan sonra Hattatoğlu’nu daha iyi tanıyacaksınız.
Yaşamın getirdiklerine kafa tutmuş ve kendi renginin sahibi olmak için mücadele etmiş olan radyocu ve oyun yazarı Murat Hattatoğlu, radyoculuktan tiyatroculuğa akan hayat serüvenini anlattı. Dramatik yazarlık mezunu Hattatoğlu, tiyatro mesleğine olan tutkusunu “radyocu kimliğim gerçek kimliğimi bulmamı sağladı. Ben tiyatro ile tanışarak gerçek rengimi buldum” dedi.
Radyoculuk ve Tiyatroculuk mesleğinin iki farklı renk olduğunu bu iki renginde ruhuna çok yakıştığını belirten Hattatoğlu, ”Hayallerinize ulaşmak için çok çaba harcarsınız, her insan bu çabayı gösterir kanımca. Radyoculuk ve Tiyatroculuk hayatta doğru tercihlerimdi.” ifadelerini kullandı.
Sanata ve sanatçıya gönlünü kaptırmış ve bu uğurda hayatın somurtkan yüzüne çokça rastlamış, radyocu, tiyatrocu ve aynı zamanda oyun yazarı Murat Hattatoğlu ile acı-tatlı bir sohbetin içindeyiz. Oturduğumuz mekân oldukça sıcak ve samimi bir mekân. Melankoli’nin sessizce ıslık çaldığı, her renkten insanın oturduğu bir yer. Sanki herkes sohbetimize ortak olmuş gibi ortam sessiz sadece gözler konuşuyor. Murat Hattatoğlu birden bu durumu bozuyor “Şimdi radyo stüdyosunda oturup bu sohbeti gerçekleştirmek vardı.” diyor tebessüm ederek. Hiç istifimi bozmadan onu geçmişe götürüyorum. ”Radyoculuktan tiyatroculuğa geçme hikâyeniz nedir? Sorusuna Hattaoğlu, çayını yudumlayıp birden gözlerini uzağa daldırıyor ve derin bir nefes alarak ve birazda gözleri buğulanarak anlatmaya başlıyor “Lisede arkadaşlarım ses tonumu çok beğenirlerdi.
Öğretmenlerimde yazdığım yazıları, okuldaki şiir, makale gibi yazıları hep bana okuturlardı. Daha sonra 17 yaşında Erzurum Radyo Dinamik’te radyo ile tanıştım. Tabi o dönemler 90’lı yıllar. Yani radyoların en çok dinlendiği yıllar. Arkadaşlarımın yönlendirmesi ve tavsiyesi ile başladım. Bir gün gittim Radyo Dinamik’in kapısını çaldım. Ses tonumu duydular ve orda çalışmaya başladım.” Hattatoğlu’nun sözünü balla bölerek “Ne kadar sürede orda çalıştınız?” Sorusuna “1997 yılından 2000 yılına kadar aralıklarla orda çalıştım. 2000 Yılında İstanbul’a gittim orada Radyo Şahin, Medya FM, Alem Fm, Radyo Klas ve Radyo D’de programlar ve prodüksiyonlar yaptım. Üniversite okumayı çok istiyordum.
2003’te Erzurum’a geldim. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dramatik Yazarlık bölümünün sınavına girdim, sınavı kazanınca öğrencilik günlerim başladı, okul dışındaki zamanda Erzurum Güncel Fm’de çalışmaya devam ettim. Erzurum’da herkes beni Güncel Fm dönemlerimden tanır. Tabi 2007 yılına kadar devam etti radyo serüvenim. Show programları, reklam seslendirmeleri, haber spikerliği ve prodüksiyon sorumlusu olarak çalıştım. Uzun bir süre de stand-up gösteriler yaptım. Tiyatroyla tanışma hikayem ise şöyledir; 1999’da Radyo Dinamik’te çalışmaya devam ederken, o dönem radyoya Devlet Tiyatrosu’ndan sanatçılar reklam seslendirmesi ve program yapmak için gelirlerdi. Bu sayede çok güzel insanlarla tanıştım. Şu an İzmir Devlet Tiyatrosu’nda olan Sadık Yağcı ve Ankara Devlet Tiyatrosu’ndayken trafik kazası sonrası kaybettiğimiz Meral Taytuğlu beni tiyatro ile tanıştıran kişilerdi.
Onlar sayesinde tiyatroyu çok sevdim. O yıl Devlet Tiyatrosu’na sıklıkla gitmeye başladım. Hem oyunları izledim hem oyuncu arkadaşlarımla zaman geçirdim kuliste yada DT kantininde. Orada adeta kendimi bulmuştum.”
Hattatoğlu tiyatro serüvenini anlatırken gözleri doluyor ve ketum olmaya çalışırcasına ciddiyetle devam ediyor konuşmalarına. “Daha sonraları karar verdim. Radyoculuğu bırakmayacaktım. Radyoculuğa âşıktım ve devam etmeliydim. Çünkü radyoyu bir müddet bırakınca kendimi eksik hissettim. Bu yüzden radyo serüvenime İstanbul da devam etmeye karar verdim. İstanbul’da da çeşitli radyolarda çalıştım. Radyo Klâs, Radyo D gibi önemli radyolarda çalıştım. Aynı zamanda haber perforelerini seslendirdim. İstanbul’da Erzurumluların radyosu olan Medya FM’de de bir müddet çalışmıştım.”diyen Hattatoğlu, derin nefes alarak ve etrafı kısaca süzerek, tekrar bana dönüp “İnsan çok özlüyor geçmişi. Hele de güzel anıları varsa.” Bu sözün üzerine; “Radyo sizin için tiyatrodan daha mı tutkulu ve etkili. Ya da daha mı içinizde iz bırakmış?” Sorusuna Hattatoğlu, biraz şaşkın ve birazda düşünceli bir şekilde soruyu cevaplamaya çalışıyor.
“Aslında hem evet, hem hayır.” Tebessüm ediyor ve devam ediyor. “Radyoculuk benim asıl işim. İnsanlar beni radyocu kimliğimle tanırlar. Ama ben radyo sayesinde gerçek kimliğimle tanıştım. Ben tiyatroculuğa farklı bir aşk besliyorum. Lakin beni bu aşkla tanıştıranda radyoydu. İkisini de çok istedim. Çünkü benim rengimdi beni ben yapan iki kavramdı. Muhakkak ikisini de elimde tutmalıydım. Fakat bazen hayat sizi hiç beklemediğiniz yollara iter ve arkanızdan kapıyı kapatır ve yapmanız gerek tek şey o yolda devam edebilmek. ”Hattatoğlu bunları söylerken yutkunuyor ve gözleri doluyor. O çayını yudumlarken fırsattan istifade ona şu soruyu yöneltiyorum. “Bu kadar radyoculuk geçmişiniz var. Ayrıca Tiyatroyu da çok seviyorsunuz aynı zamanda güzel işlere de imza atmışsınız. Peki, neden devam etmediniz? Hayatın size açtığı beklenmedik yollar ne?” Hattatoğlu o an gözlerini kaçırıyor ve ellerini ovuşturup, biraz suskun kaldıktan sonra devam ediyor.
“İstanbul’a geldiğim zaman radyoculuğa devam ederken tiyatroyu da hiç bırakmadım. Tiyatroyla ilgili sınavlara girdim fakat kazanamadım. Daha sonra 2003 yılında Yılmaz Erdoğan ile tanıştım. BKM Mutfak, kurulmadan hemen önce. Bir süre BKM’ye gidip geldiğim bir dönemdi. O dönem Yılmaz Erdoğan’ın ”BANA BİR ŞEYHLER OLUYOR” oyununu 3 kez izledim. Oyunu izledikten sonra “ben oyun yazarı olacağım” dedim kendi kendime. İşte o vakit oyun yazarı olmaya karar verdim. Tekrardan sınavlara girdim ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dramatik Yazarlık bölümünü kazandım. Radyoculuk ve tiyatro devam ederken evlendim, bütün hayatım değişti. Daha sonra oğlum dünyaya geldi. Eve ekmek götürmem gerekiyordu.
Tiyatrodan ve radyodan kazanacaklarım bizi geçindiremezdi. Bu yüzden bıraktım demeyelim de siyah bir ara verdim maalesef” diyen Hattatoğlu, aciz ve kırılgan bir bakış atıyor uzaklara. “Şimdi ne işle meşgulsünüz?” Sorusuna “Şimdi Türk Telekom’da çalışıyorum. Evime ekmek götürebiliyorum fakat ruhumu doyuramıyorum” diyen Hattatoğlu, o an duygularını saklayamıyor ve gözlerini kaçırıyor, soğuyan çayını tek bir yudumda bitiriyor. Kısa bir sessizlikten sonra kaldığı yerden konuşmasına devam ediyor Hattatoğlu. “İşten vakit bulduğum zamanlarda Devlet Tiyatrosu’na gidiyorum, şu an radyo ve tiyatroyla tam olarak iç içe olamayabilirim fakat hayatı biraz yoluna koyduğumda tekrar hayatımın renkli dönemlerine döneceğim. Çünkü tiyatro ve radyo sağlıklı nefes almamı sağlayan işler. Belki stand-up gösteriler yapabilirim önümüzdeki dönemde.” O an renkli bir tebessüm beliriyor Murat Hattatoğlu’nun simasında. Gözlerini masaya dikip düşüncelere dalıyor ve bir soru daha yöneltiyorum ona.
“Her şeye rağmen olmak istediğiniz yerde misiniz?” Sorusuna Hattatoğlu çok samimi bir şekilde yanıt veriyor. “Çocukluğumdan beri istediğim her şeyi yaptım. İstediğim mesleklerde yıllarca çalıştım ve hayatta bazı küçük sürprizler olabilir bu da çok doğal. Evet, her şeye rağmen güzel bir yerdeyim, tam istediğim yerde olmasa da iyi bir yerdeyim kendi fikrimce. Geçtiğimiz günlerde çok istediğim ve hayalini kurduğum Tarık Akan sergisini de düzenledim. Tarık Akan ile aynı afişte adımın olması beni çok mutlu etti. Tiyatro ve stand-up gösterilerde afişlerim şehri süslerdi ama Tarık Akan sergisi bir başka.” Bu yanıt üzerine sergi fikri nasıl çıktı ortaya? Neden Tarık Akan? Sorusunu sormadan edemiyorum. Hattatoğlu sıcak ve güzel bir gülümseme ile anlatmaya başlıyor.
“Çocukluğumdan gelen bir şey. Çocukluğumdan beri onun filmlerini izliyorum. İzlemediğim, ezberlemediğim bir filmi dahi yok. Küçükken Dumlu’ya giderdik sürekli. Orda yaşarken büyüklerimiz ‘Tarık Akan Dumlu’lu, Dumlu’da yaşadı’ gibi şeyler söylerlerdi. Bende de bu durum büyük bir merak uyandırdı. 2002’de Radyo D’de çalışırken Kanal D’ye Güneri Civaoğlu’nun programına konuk olarak gelmişti. Tarık Akan’la ilk olarak orada tanıştık. Daha sonra 2003’te BKM de olduğum dönemde Vizontele Tuuba filminin senaryo çalışmaları için BKM’ye gelmişti.
Orada ona olan hayranlığımı uzun uzun anlattım, hatta filmde oynama ihtimalim de vardı ama Güzel Sanatlar Fakültesi’nin sınavı çekim dönemine denk gelince oynayamadım. Daha sonra Bakırköy Yeşil Cafe’de görüştük. Onu tanıyınca karakterini, kişiliğini çok sevdim çok da kafa dengi olduğumuzu fark ettim. Uzun zaman Tarık Akan’ı araştırdım. Eski dergileri sahaflardan aldım. Biriktirdim.
Bu arşivim çoğalınca Tarık Akan için facebook sayfası açtım. Daha sonra onun da izniyle resmi sayfası oldu. Serginin dışında Tarık Akan’la ilgili bir kitap projem de var. Geçen ay ziyaretine gittim, sergiye koyacağımız fotoğraflar hakkında fikir alışverişinde bulunduk. Daha sonra Erzurum’a gelip bu sergiyi gerçekleştirdim. Kendisi de gelmek istedi sergiye ama işlerinin yoğunluğundan dolayı gelemedi.” İstediğiniz ilgiyi bulabildiniz mi sorusu üzerine Hattatoğlu bir an duraksıyor ve ciddiyetle “Sergi açılmadan önce sergiyi açmamam için bir çok tehdit aldım. Ama ben bu tehditlere alışığım yıllardır.
Erzurum gibi yerde yıllarca Güncel Fm’de Ahmet Kaya, Edip Akbayram, Selda Bağcan şarkıları çalmışım, hakaretler, linç kampanyaları, tehditler. Yıllarca bir mücadele verdim. Tarık Akan’la neden benzediğimizi anladınız sanırım. Sergiye dönersek eğer; Atatürk Üniversitesi içinde açtım sergiyi. Üniversite öğrencileri ve akademisyenler büyük ilgi gösterdi.”diyen Murat Hattatoğlu’nun o güzel tebessümü yüzünde beliriyor. Gömleğinin cebinden sigarasını çıkarıp mütevazı bir şekilde yakıp tüttürmeye başlıyor. O an mekânda çalan güzel müziğin ritmine bırakıyoruz sohbetimizi ve kendimizi…
Murat Hattatoğlu – Radyocu Kimliğim, Gerçek Kimliğimi Bulmamı Sağladı