“Kral Lear’i, Atinalı Timon’u, benden önce Neyyire Neyir, Madam Kınar, Eliza Binemeciyan, Şaziye Moral, Bedia Muvahhit, Cahide Sonku oynamışlar. Kuliste arkadaşlar Schiller’in ‘Hile ve Sevgi’sini oynarken, ‘Neyyire Hanım şu sahneyi şöyle oynardı’ diye anlatırlar. İleride ben de Şehir Tiyatrosu’nda ‘Hile ve Sevgi’de kendi rolümde bir başka genç aktristi seyredeceğim her halde. ‘Katil’de Şaziye Moral’ın, ‘Hamlet’te Madam Kınar’ın, ‘Üçüncü Selim’de Eliza Binemeciyan’ın rollerini oynadığım gibi… Her piyesin son temsilinde içimi derin bir hüzün kaplar, sanki birisi ölmüş gibi üzülürüm. Hele sezon kapanmaları bana çok acı gelir. Başlarken duyduğum heves, aşk, neşe kaybolur. Son gece ‘acaba gelecek mevsim bu sahneye çıkabilecek miyiz?’ diye düşünürüm.”
Yaptığı işe tutkuyla bağlı, sanatını seven bir sanatçının, Gülistan Güzey’in bir röportajında söylediği sözler bunlar. Tiyatro sahnesinde izleme olanağı bulamadığım Gülistan Güzey’in yanılmıyorsam izlediğim ilk filmi Ertem Göreç’in yönettiği “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler“di ve yıllarca oradaki görüntüsüyle yer etti belleğimde. Ayhan Işık’la birlikte oynadıkları ve Ayhan Işık’ı da Gülistan Güzey’i de zirveye taşıyan “Kanun Namına” filmini daha önce mi yoksa sonra mı izledim anımsamıyorum fakat oradaki Gülistan Güzey de belleğimde unutulmayan yüzler arasında önemli bir yere sahip oldu. Biri gençlik diğeri olgunluk dönemine ait iki görüntü… Filmlerinde canlandırdığı karakterler gibi, -örnekse “Kanun Namına“daki Ayten- saf, iyi niyetli ve içten olduğunu, yıllar sonra arkadaşlarından dinlediğim anılardan öğreniyordum. 1996 yılında tanıdığım ve anılarını yazması için o günden bu yana ikna etmeye çalıştığım Sezer Sezin, Gülistan Güzey’in en yakın arkadaşı, sırdaşı. Sezer Sezin de, buluşmalarımızda zaman zaman Gülistan Güzey’le ilgili anılarını paylaştı benimle. Ortaya çıkan hep iyi niyetli, arkadaş canlısı bir Gülistan Güzey’di. Bir başka yakın arkadaşı Şaduman Ayşın da, Gülistan Güzey’i şu cümlelerle tanımlıyordu yazdığı bir yazıda:
“Çok romantiktir. Bir müzik parçasını dinlerken ağlar ve ‘Bu benim parçam olsun’ der. İçten ve samimidir. Sevdikleri için yapamayacağı fedakarlık yoktur. Onu bütün uzaktan tanıyanların görüşlerinin aksine, son derece tevazu sahibidir. Çay ve kahveden başka da bir şeye iptilâsı yoktur. Maddiyata kıymet veriyormuş gibi görünmesine rağmen hoşuna gidecek ve ona tatlı sözler söyleyebilecek olan erkekle elele mehtapta dolaşmayı tercih eder.”
Gülistan Güzey’in her dönem yakınında bulunmuş, her dönemine tanıklık etmiş bir başka yakını da Necip Sarıcı. Türk Sineması’nın gizli tarihçisi, arşivi, emekçisi olan ve elli yılı aşkın süredir büyük özverilerle sinemada yaşananlara tanıklık yapan Necip Sarıcı “abla” dediği Gülistan Güzey’i çocukluğunda tanımış. Sinemada her dönem çok güzel kadınlar olduğunu fakat Gülistan Güzey’in yerinin ve güzelliğinin ayrı olduğunu söylüyor Necip Sarıcı. Hayatı boyunca hiç mutlu olamadığını da… Üç evliliğinin de, oğlu Müfit’in de onu bedbaht ettiğini, mutluluk yerine acı verdiğini, eşlerinin Gülistan Güzey’i hep istismar ettiklerini anlatıyor üzülerek. “İnsanlara iyilik yapmak istiyordu ama istismara uğruyordu. Çevresindekiler sömürüyordu hep, iyi niyetinden yararlanarak. Oğlundan da mutlu olamadı ne yazık ki. Filmlerde olur ya çocuk koşar anneye sarılır ağır çekimde. Bunu hiç yaşamadılar. Anneyle hep kavgalı oldu Müfit. Annesinin vefatından sonra da hızlı bir şekilde kürklerini, olan mütevazi mücevherlerini, evlerini 6-7 ay içinde sattı yok etti. Alkole aşırı düşkünlüğü vardı. Kendisini de yok etti o hızla. Ne ölüsü bulundu, ne gören oldu. Öldüğünü duyduk sadece. Aile mezarlığında boş bir mezarı var şimdi. Kim buldu nereye, nasıl gömüldü bilinmiyor.”
Ümitsiz aşklara düşüp ağlayarak, yana yakıla yakın dostlarına koşup içini dökebilecek kadar sahici ve içten olan Gülistan Güzey ne yazık ki beraberliklerinde, evliliklerinde aradığı mutluluğu bulamaz. “İnsanlara çok çabuk inanırım. Bunun zararını da gördüm” diyen Gülistan Güzey defterine Shakespeare’in şu sözünü yazar: “İnanmış olmak için aldatılmaya göz mü yummalı? Yoksa aldatılmaktan korkarak hiç mi inanmamalı?”
17 Mayıs 1927’de Cağaloğlu’nda doğar Gülistan Güzey. Adını anneannesi koyar. Henüz altı aylıkken babasını kaybeder. Parmakkapı 29’uncu İlkokul’dan sonra Beyoğlu İkinci Ortaokulu’nda okur. Son sınıfta okurken gazetelerde ‘Şehir Tiyatrosu kadın artist namzedi arıyor’ diye bir ilan görür.
“50 kişi imtihana girdik. Perihan Tedü ile kazandık. Hemen kadroya alındık. 1943’te 100 lira aylık önemliydi. Annem önce bir hafta yüzüme bakmadı, sonra barıştı. Shakspeare’in “Nasıl Hoşunuza Giderse” oyununda figüran olarak sahneye çıktım. Altı yıl Çocuk Tiyatrosu’ndaki piyeslerde dansettim, ufak roller aldım. Benim kadar dansa kabiliyetsiz kadın yoktur. Üstelik çocukken balerin olmak isterdim. Tiyatroya girdiğim 1943 yılında “Detli Pınar” filmiyle sinemaya da başladım. 1944’te oynadığım “Hürriyet Apartmanı” büyük sükse yaptı. Şimdiki Lüks Sineması’nda uzun süre gösterildi. Bu filmdeki başrol için o zaman 300 lira almıştım. Filmin başarısı üzerine Necip Erses 200 lira da ekstra pirim verdi. İlk filmimden kazandığım bu parayla tek taşlı pırlanta yüzük aldım. Hâlâ saklarım. Ondan sonra filmler, piyesler birbirini kovaladı.“
1946 yılında gazeteci Ümit Deniz ile evlenir. Bu nedenle bazı filmlerde adı jeneriklere Gülistan Deniz olarak geçer. Oğlu Müfit 5 Mayıs 1974’de doğar. Dostları onları ideal çift diye tanımlasalar da kısa bir zaman sonra ayrılırlar. Ayrıldıktan 9 ay sonra evliliği bir kez daha dener. Kamil Cemali ile evlenir. Yine olmaz. İkinci evliliği de 6 yıl sürmüştür. Üçüncü evliliğini yaptığı işadamı Suat Baydur’la da aradığı mutluluğu bulamaz.
“Aktristlerin hayatı oynadıkları piyeslerin konularına o kadar karışır ki, çok defa rollerimizde hatıralarımızı birbirinden ayırt edemeyiz. ‘Sirano’yu, ‘Yaprak Dökümü’nü, ‘Üç Kız Kardeş’i, ‘Vişne Bahçesi’ni hiç unutmam. Bu piyesleri baştan aşağıya ezber bilirim. ‘Sirano’da Cahide’nin, ‘Üç Kız Kardeş’te Nevin Seval’in dublörüydüm. Sonra Roksan rolünü oynadım. ‘Otello’dan da unutulmaz hatıralarım var. Filmlerimden aklımda kalanlar o kadar az ki. ‘Dertli Pınar’ı hatırlıyorum: Ayazpaşa Korusu’nda çalışırken aynaya bakıp kendimi son derece güzel bulmuştum. Bir de filmi görünce şaştım, ben ne kadar çirkin kadınmışım diye. Senelerdir kendimi sarışın zannederim. Saçlarımı hep sarıya boyattığım için olacak. Çok da unutkanımdır. Unutmak iyi şey…Şimdi ancak ‘Kanun Namına’, Allahaısmarladık’, ‘Kadın Severse’, ‘Ebediyete Kadar’ adlı kordelâları hatırlıyorum. Beğendiklerim de bunlar. Film çevirmek hiç yorucu değil. Çok eğlenceli bir şey. Yorulmaya vakit kalmadan başka plana geçiyoruz. Oynadığım filmleri altı seneden beri seyretmiyorum. En son ‘Irz Düşmanları’nı zorla gösterdiler. Ama son yıllarda güzel sayılabilecek Türk filmleri de yapıldı.”
Gülistan Güzey 1963 yılında sinemadan uzaklaşır. 1968 yılında Ülkü Erakalın’ın yönettiği ve Sadri Alışık, Serpil Gül, Suzan Avcı, Vahi Öz, Ali Şen, Mualla Sürer gibi oyuncularla birlikte oynadığı “Paydos” adlı film ile tekrar döner sinemaya. Fakat 1963 yılına kadar hep başrol oynayan Gülistan Güzey, artık yan rollerde anne ve teyze olarak yer alır yeniden döndüğü peyazperdede. 1974 yılında ise tamamen bırakır sinemayı.
1976 yılında TRT için çekilen “Şıpsevdi” adlı dizi ile tekrar çıkar kameraların karşısına. 1980 yılında yine TRT için çekilen ve başrolünü Hulusi Kentmen’le paylaştığı “Parkta Bir Sonbahar Günüydü” adlı dizide oynar.
Bugünkü gibi kolay para kazanılmadığı yıllardır o yıllar. Uzun yıllar kirada oturur Gülistan Güzey de.
“Hiçbir zaman bahçeli bir evde oturamadık. Ben bu yüzden çiçek yetiştirmeye hasretim. En güzeli gül ama mor renklerden hoşlandığım için olacak menekşeyi de severim. Onun da ömrü çok kısa. Zaten güzel şeylerin ömrü kısa oluyor. Evde her şey eksik olabilir, çiçek eksik olmaz. Hediye ettiğim çiçekleri arkadaşlarımın zevklerine göre seçerim. Şadıman Ayşın beyaz, Sezer Sezin kırmızı karanfil sever.”
Güzel ve sevilen oyuncu Gülistan Güzey’in de ömrü kısa olmuştu ne yazık ki, bütün güzellikler gibi. Yaşadığı onca sıkıntı, acı, sevgisizlik ve elbebek gülbebek büyüttüğü oğlunun alkole düşkünlüğü, düşmanca tutumu karşısında yorgun düşen Gülistan Güzey, yakalandığı amansız hastalığa yenik düşerek, 1987 yılında aramızdan ayrılır. Ropörtajında söylediği gibi, sonraki yıllarda, daha önce oynadığı oyunlarda kendi rolünü oynayan genç aktristleri sahnede izleme olanağı bulmuştu fakat her piyesin son temsilinde içini kaplayan o derin hüznün sebebi “acaba gelecek mevsim bu sahneye çıkabilecek miyiz” sorusu artık yanıtsız kalıyordu. Bu kez hüzün Gülistan Güzey’in dostlarının, sevenlerinin içini kaplıyordu, çünkü perde ve sezon bir daha açılmamak üzere kapanıyordu sinemanın ve tiyatronun güzeller güzeli oyuncusu Gülistan Güzey için.
1943: Dertli Pınar, 1944: Hürriyet Apartmanı, 1945: Yayla Kartalı, Köroğlu,1946: Sonsuz Acı, 1947: Hülya, 1949: Ölünceye Kadar Seninim, 1950: Çakırcalı Mehmet Efe, 1951: İstanbul Kan Ağlarken, Tanrı Şahidimdir, Allahaısmarladık, Yavuz Sultan Selim Ve Yeniçeri Hasan, 1952: Kanun Namına, Çakırcalı Mehmet Efe’nin Definesi, İngiliz Kemal Lawrence’e Karşı, Kahpenin Kızı, 1953: Katil, 1954: Aramızda Yaşıyamazsın, 1955: Artık Çok Geç, Ebediyete Kadar, Irz Düşmanları, 1956: Sönen Yıldız, Yangın, Katibim, 1957: Hata/Bırakın Ağlayım, 1958: Allı Yemeni, Sokak Çocuğu, Bir Dilim Ekmek, Kelepçe, 1959: Zehir Ali, Garipler Sokağı, Kendi Düşen Ağlamaz, Ömrüm Böyle Geçti, 1960: Gece Ve Gündüz, 1961: Hancı, Bir Yetimenin Hasreti, Doğmadan Ölenler, Şafakta Buluşalım, 1962: Akasyalar Açarken, 1963: Sayın Bayan, 1967: Bir Soförun Gizli Defteri, 1968: Kezban, Paydos, Katip / Üsküdar’a Giderken, Hırsız Kız, 1969: Uykusuz Geceler, Hüzünlü Aşk, 1970: Pamuk Prenses Ve 7 Cüceler, Saadet Güneşi, Zindandan Gelen Mektup, 1971: Beklenen Şarkı, Bütün Anneler Melektir, Bir Genç Kızın Romanı, Unutulan Kadın, Yarın Ağlayacağım, Yağmur, Ali Cengiz Oyunu, 1972: Asi Gençler, Üç Sevgili, Tanrı Misafiri, Yirmi Yıl Sonra, 1973: Elbet Birgün Buluşacağız, Kurt Yemini, 1977: Gülünüz Güldürünüz, 1982: Gazap Rüzgarı, 1984: Yabancı, 1990: Darbe
Mesut Kara
gülistan güzey gerçekten de sinema da daha çok masum mahzun karakterleri canlandırmıştır ,belkide kendi yaşamıda öyle olduğu içindir..tiyatro kökenli bir sanatçıydı dublajını kendi yapardı dönemin en popüler sanatçılarıyla ve yönetmenleriyle çalıştı..ayrıntılı bilgiler için mesut kara yı kutluyorum…
Hakkinda pek kaynak bulamadigimiz bir sanatcimiz. Maalesef birkac satirdan fazla yazilmamis Mesut Kara’ya ve sinematik yesilcama minnettariz