Yaklaşık 20 yıl olmuştur herhalde. Bir arkadaşımın ev arkadaşının e-posta adresinde “boldpilot” kelimesini görünce sormuştum. “Bu ne abi?” diye. “Çok ekmeğini yedik.” demişti. At yarışlarıyla falan hiç ilgim olmadığı için neden bahsettiğini bile anlamamış, boş gözlerle bakmıştım. Ve bana yüz binlerce insana ilham veren bir atın hikâyesini anlatmıştı. Bu efsanevi atın adını ilk kez o gün duymuştum.
Geçtiğimiz hafta sonu Adana’daydım. Çok yakın bir dostum, “Seninle yıllardır beraber film seyretmedik, ‘Şampiyon’a gidelim mi abi?” dedi. Ben de filmi merak ediyordum, olur dedim. Gezimizin tam ortasında, üstelik dışarıda yapacak onca şey varken, öğle vakitlerinde küçük bir boşluk yarattık ve attık kendimizi karanlık bir sinema salonuna. Filmin ses bandında ciddi bir sorun vardı. Üç defa durdurup geri almak zorunda kaldılar, arada dakikalarca bekledik, biraz soğuduk, konsantrasyonumuz bozuldu, sonra da bazı sahneleri ikişer defa seyrettik. Bu arada birkaç kişi de salonu terk etti. Film devam ederken fotoğraf çekenler, konuşanlar ve o Çin işkencesine dönen patlamış mısır yeme faaliyeti arasında hayatım boyunca seyrettiğim en naif spor filmlerinden birini seyrettim. Acayip olumsuz koşullar altında filmi seyretmiş olmama rağmen şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bizim İçin Şampiyon, Türk Sinema Tarihi’nin muhtemelen en iyi spor filmi.
Eğri oturalım, doğru konuşalım, birçok spor dalına ait film sinemada çalışmaz. İşlemez yani. Sebebi, dramaturjideki bir boşluktur. Bazı sporları çıplak gözle seyretmek ne kadar heyecanlı olursa olsun, aynı hissi beyazperdede vermek güçtür. Tenis ve beyzbol filmlerinin genelde öykünün o spordan bağımsız olan kısmına odaklanmalarının sebebi budur mesela. İyi bir spor filmine derinlik katan başlıca öğe, rekabet olgusudur. Bu sadece spor faaliyetinin düzenlendiği alandaki (pist, saha, ring vb.) rekabet değildir ama. Sporu yapan kişinin diğer insanlarla ve hayatla olan çatışmasını da kapsar. O nedenle dövüş filmleri haricindeki diğer sporlara dair filmleri hep dezavantajlı bulmuşumdur çünkü dövüş filmleri dramatik çatıyı beraberinde taşır. Dövüşçü (boksör, karateci vb.) sıfırdan gelmiş bir insandır ve bu filmin lehine bir durum teşkil eder. Ölüm riski olan dövüş sporlarını yoksullar yapar ve iyi yaptıkça da gelir durumları artar ve zenginleşirler, bu da çatışmaları/çelişkileri beraberinde getirir. Mesela bence gelmiş geçmiş en iyi spor filmi Sylvester Stallone’nin “Rocky”sidir. “Rocky” (1976) filmini bir şaheser noktasına taşıyan şey, ringde cereyan eden mücadele değildir, ringin dışındaki dünyayı da bir mücadele alanı gibi sunmasıdır. “Rocky”den sonraki sayısız spor filminde de hep bu olagelmiştir yani ringde/sahada/pistte/minderde olan rekabete ilaveten oranın dışındaki bir rekabetin de varlığı.
Bizim İçin Şampiyon (2018) filminde en beğendiğim özellik, dramatik çatışmayı rekabet olgusundan çok canlının kendi doğasına yönelik bir mücadele gibi sunması oldu. Bu benim sporu ana merkezine alan filmler içinde pek karşılaşmadığım bir stil. Riskli bir tercih ama sonucu görünce bayıldım. Sayısız spor filminde öykünün ana gövdesi, rekabet eden taraflar arasındaki amansız mücadele ve kimi zaman da düşmanlıktır. Burada öyle bir şey yok. Son yarış hariç diğer rakiplerin adını neredeyse duymuyoruz bile. Orada da kırıcı bir rekabet yok, çatışma inşa etmekten kaçınılmış. Jokeyler arasında da husumet yok. Mümin abi ile Halis Karataş arasında bir çatışma bile yaratmaya gerek duymamışlar hatta dayanışma var. Baba-oğul arasında da şiddete dayalı bir çatışmadan kaçınılmış, baba-kız arasında da. Başka biri olsa buralardan çok ekmek yeriz diye olayı gererdi ama Ahmet Katıksız, Serkan Yörük’ün derdi o değil. Begüm, Bold Pilot ve Halis’ten oluşan üç yaralı ruhtan (hastalık, huysuzluk, sakatlık, kırgınlık vb.) üçlü bir sacayağı kurmuşlar. Halis, Begüm’e âşık oluyor. Hastalığının nüksetmesinden ve sınıf çatışması ihtimalinden korkan Begüm başlarda kararsız. İlişkiyi imkânsız olarak görüyor. Begüm, atı Bold Pilot’ı yürekten seviyor. Karşılıklı bir sevgi bu. Sağ ön dizine sürülmesi gereken merhemi sadece Begüm’ün sürmesine izin veriyor. Sonra Halis de atı sevmeye başlıyor. Daha iyi olduğu düşünülen at olan Nedim’i değil, huysuz olan bu atı tercih ediyor. Her iki gencin de sevdiği Bold Pilot, (sırtlarını yaslayıp oturdukları sahneden itibaren) onların arasındaki ilişkiyi de düzenleyen bir nevi aracıya dönüşüyor. Bir yandan Bold Pilot’ın yarış camiasındaki yükselişini seyrederken bir yandan da genç âşıkların arasındaki ilişkinin evrelerini görüyoruz. Herkes aslında doğaya ve nefsine karşı bir mücadeleye girişiyor. Filmin odak noktası, o mücadele.
Bold Pilot’ın dizi sakat. Sebebi bilinmeyen bir huysuzluğu var. Yağmurda da iyi koşamıyor. Halis’in babası, jokey olacağı için onu silmiş, artık Sivas’ta gidecek bir baba ocağı yok. Begüm yıllar önce kanser atlatmış ama büyük acılar çekmiş. Maalesef hastalık nüksediyor. Biz inancın, azmin, mücadelenin ve sevginin onları iyileştirdiğini görüyoruz. Kararlılığın birçok şeyin üstesinden gelmeye yettiğini ve şampiyon olmanın bir gün kaybedeceğini bile bile koşmak olduğunu öğreniyoruz. Evet, bütün şampiyonlar bir gün kaybeder. Hayat da öyle değil midir? Sıfır toplamlı bir oyundur hayat. Maalesef sonunda hepimiz ölürüz. Pat. Bitiverir hikâyemiz. Acı ama gerçek. O yüzden ben “tamamına ermek” lafını sevmem. Hayatın bir sonuçtan çok, bir süreç olduğuna inanırım. Hayat, o süreçte yaptıklarımız ve yaşadıklarımızdır. Bizim İçin Şampiyon bana bir kez daha bunu gösterdi. Sakat/yaralı/hasta olabiliriz, yarışmak istemiyor olabilir, yarışa geriden başlamış ya da bir nedenden ötürü geride kalmış olabiliriz ama önemli olan, asla pes etmemek ve son ana kadar koşmaya/yarışmaya/mücadeleye devam etmektir.
Bizim İçin Şampiyon iyi yönetilmiş bir film. Mesela açılıştaki yarış gibi sahnelerde ya da Begüm’ün doktor görüşmelerinde eksiltme yöntemi başarıyla kullanılmış. Öyle her yarışı izlemiyoruz, Bold Pilot’ın zirveye tırmanışını küçük dokunuşlarla (bazen bir fotoğraf, bazen bir at yarışı ekinin manşeti) görüyoruz. Ahmet Katıksız her şeyi göstermiyor, anlayabileceğimiz hâle getiriyor. Çok ciddi bir soru işareti doğurabilecek şeyleri de açıklıyor ama. Fotoğrafları yatağa kimin koyduğu, diğer sinema biletinin niye seyiste olduğu gibi. Film, yarış sahneleri gibi sinemamızın hiç beceremediği şeyler de bir kalite tutturabilmeyi başarmış. Bütün ana yarışları nefesimiz tutularak seyrettik. Seyircilerle (halkla) Bold Pilot ilişkisi de ustalıkla örülmüş. Gerçekten yaşanmış bir hikâyeden bile uyarlanmış olsa, yarışların filmdeki gibi cereyan ettiğini ve sonuçlandığına inanmadım ama filmin sonuna eklenen Enternasyonal Yarış ve rekorlu Gazi Koşusu’na ait gerçek görüntüler öyküye olan inancımı perçinledi. Yarışlar hakikaten bizim seyrettiğimiz gibi (çok gerilerden gelme, son saniyede geçme ya da uzak ara fark atma vb.) neticelenmiş. Hele Begüm Hanım’ın akıbeti hakkındaki detaylar içimi parçaladı. Gerçek olduğunu bilmesek asla inanamayacağımız bir hayat öyküsü var Jokey Halis Karataş’ın. Bu tutar diye konmuş şeyler değil yani seyrettiklerimiz, gerçekten yaşanmış ibretlik anlar içeren acı ve tatlı bir olaylar silsilesi.
Filmin sinematografisini de çok beğendim. Alan derinliğinin kullanıldığı yerler, sadece görüntünün konuştuğu sahneler var. Mesela açılışı sesteki arıza nedeniyle iki kez seyrettik, ikinci de güzel detaylar keşfettim. Halis evine geldiğinde küçük kardeşinin kadrajın içine tekrar girişi gibi (evin damına çıkıyor). Ya da ceviz ağacı detayı gibi. Çiftlikteki detaylar es geçilmemiş. Yarış atı yetiştiriciliğinin hummalı bir ekip çalışması gerektiğini her fırsatta görüyoruz. Filmdeki favori sahnem, Bold Pilot’ı ilk kez gördüğümüz o rüyayı andıran sahne. Ahmet Katıksız; Toygar Işıklı’nın tınılarıyla birleşen düşsel bir yarış imgesi inşa ediyor. Bu muhteşem sahneyi de arıza nedeniyle iki kez izledik. Bold Pilot’ın bir hayalet gibi belirdiği bu sahnede nutkum tutuldu. Bazen söze hacet yoktur ve zaten saf sinema budur!
Toygar Işıklı dizi piyasasının en iyi, en başarılı müzisyenlerinden biri, burada da güzel bir iş çıkarmış lakin şunu söylemeden geçemeyeceğim. Diziler, rating sistemimizin bir yan etkisi olarak süresi hayli uzamak zorunda kalan yapımlardır. Orada bir optimizasyon var, detaylara girmeyeceğim. Uzayan sürelerin yarattığı yıkımı tamir etme işinde yük, görüntü yönetmenine ve müzisyene düşüyor. Hâliyle, Türk dizilerinde çalışan müzisyenlere bir nevi dramatik çatıyı ayakta tutma işlevi de yüklenmiş oluyor. Sahneleri onların yaptığı/bulduğu müzikler bağlıyor hatta uzatıyor, sündürüyor. Senaryodaki metin eksikliğinin yarattığı zamansal boşluğu dolduruyorlar diyelim. Bunu sinemada yapmayın. Eğer sahne, zaten gerekli dramatik gövdeyi tek başına inşa etmişse müziğe hatta bazen sese bile gerek yoktur. Filmdeki bazı sahnelerin bol ağdalı bir melodramdan fırlamış gibi durmasının nedeni bu. Film müzisyenliği, bazen susmayı gerektirir. Bu filmde gereğinden çok müzik kullanımı olduğu kanaatindeyim, bu notu düşeyim.
Oyunculuklara gelince… Önce oyuncu seçimini (casting) kim ya da kimler yaptıysa eline koluna sağlık. Casting direktörleri sinemamızın gizli kahramanlarıdır ve biz bu insanların isimlerini sinema sitelerimizdeki künyelere bile yazmaktan imtina ediyoruz. Yakın zamanda Aile Arasında, Sofra Sırları, Ölümlü Dünya, Taksim Hold’em, Anons, Halef gibi oyuncu seçimlerinin harikulade olduğu bir düzine film seyrettik. Burada aslan payı o zor işle uğraşanlarıdır, haklarını teslim etmeliyiz. Şampiyon’da da (2018) müthiş bir oyuncu grubu var. Farah Zeynep Abdullah, Ekin Koç ikilisi çok uyumlular. Serkan Ercan, Erdem Akakçe görece küçük rollerinde samimi performanslar veriyorlar. Şahsi favorim, Özdemir Bey’i oynayan ve rolüne büyük bir derinlik ve bilgelik katmayı başaran Fikret Kuşkan. Karısının elini tutma jestlerine bile bayıldım.
Popüler sinemamız yani öncelikle gişe hedefi güden yerli sinema biyografi filmlerinden başarılı sonuçlar almaya başladı. “Ayla” ve “Müslüm”ün açtığı yoldan “Şampiyon”, “Naim”, “Çiçero” gibi filmler yürüyecek. Seyirci teveccühünü gösterirse, ileriki yıllarda soranlara Türk biyografi filmlerinin yükseliş dönemine canlı tanıklık ettiğimizi söyleyebiliriz. Bold Pilot, Halis Karataş ve Begüm Atman’ın hayatından uyarlanan Bizim İçin Şampiyon (2018), yücelttiği değerler ve verdiği mesajlarla önemini arttıran, pırlanta gibi bir film. Ölüm kavramından haberdar olacak yaşa gelen çocuklarımıza seyrettirmemiz gereken filmlerden biri. Azmin, cesaretin, çalışmanın, sevginin ve inanmanın önemini vurgulayan ibretlik bir yaşam öyküsü. İnsan ve hayvan sevgisi aşılayan bir spor filmi. Sinemaseverlerimizin bu filme gereken ilgiyi göstereceğine inanıyorum. İlk hafta sonu gişesi beklenenin altında kalınca bir arkadaşım sordu, niye böyle oldu diye. “Hiç sorun değil. Olabilir.” dedim ve ekledim: “Bold Pilot koşuya yavaş başlar, arkadan gelip başa oynamayı sever.” “Peki, ’Müslüm’ü geçebilir mi?” diye sordu. “Yağmurda olmaz.” dedim. “Bold Pilot yağmuru sevmez.”
İyi seyirler…
Ertan Tunç 2018 – Bizim İçin Şampiyon (2018)