Mimaroğlu : Sıra dışı çiftin sıra dışı belgeseli

Serdar Kökçeoğlu‘nun Mimaroğlu belgeseli, istedikleri, inandıkları doğrultuda yaşayan sıra dışı bir çiftin sıra dışı öyküsünü sıra dışı anlatımla izlemek isteyenler için klişe tabirle ıskalanmaması gereken bir örnek.

Kökçeoğlu, elektronik müzik bestecisi İlhan Mimaroğlu ile 1960’lı yılların başında İstanbul’dan New York’a giderek birlikte yeni hayat kurduğu eşi Güngör Mimaroğlu‘nun kısıtlı çevre tarafından bilinen hikayesinin, delay efekti verilmiş ses gibi azalarak nihayete ermesini izlemek istememiş.

Kökçeoğlu, belgeselin biçimini, İlhan Mimaroğlu’nun boşluklu müziği ve görüntülerinden yola çıkarak belirlemiş; belgeselin anlatısı olabildiğince boşluklu, belgesel için çekilen görüntüler de İlhan Mimaroğlu kamera arkasındaymış gibi eski görüntülerle bütünlüklü.

Güngör Mimaroğlu’nun hiçbir toplumsal baskıyı dikkate almayıp istediği doğrultuda yaşayan nadir kişiliklerden biri olması, yardımcı kadın oyuncu kalıbına oturtulmasını olanaksız, belgeselin adının soyadından ibaret olmasını zorunlu kılmış. İzlediğimiz, istedikleri, inandıkları doğrultuda yaşayan sıra dışı bir çiftin sıra dışı belgeseli. (Gerçi filmin alt başlığı The Robinson of Manhattan Island, filmin esas kahramanının müzisyen olduğunu çıtlatıyor)

İlhan Mimaroğlu, dinlemesi zor müzik türlerinden birinde üretmeyi tercih etmiş; elektronik müziğin avangart kısmında, Columbia Üniversitesi’nin elektronik müzik stüdyosunda. Ahmet Ertegün ve Atlantic Records‘un desteğine rağmen müziğine inandığı ölçüde karşılık alamamış. Zor, asosyal, alışıldık kalıplara uygun yaşamayan biri.

Güngör Mimaroğlu, İlhan ile tanışmadan kumarhane işleten mafyöz biriyle evli. Eski boksör eşi, ringlerdeki performansını evde eşi ve çocuğu üzerine uygulamakta beis görmüyor. Bu olumsuzlukları, Güngör Hanım’dan değil, oğlundan, annesinin kötü hiçbir şeyi hiçbir zaman dile getirmediğini ifade eden Rüstem Batum‘dan öğreniyoruz.

Güngör Mimaroğlu, boksör eskisinden ayrıldıktan sonra birlikte olduğu İlhan Bey’in teklifiyle New York’a taşınıyor, oğlu Rüstem’i de annesinin yanında Türkiye’de bırakıyor.

’68 kuşağının ortaya çıktığı zamanlarda sokak eylemlerinin gediklileri arasında bulunan Güngör Mimaroğlu, eşinin tersine oldukça sosyal, girişimci biri.

Çifti yüceltme yerine olabildiğine olduğunca yansıtmaya çalışan belgeselde, İdil Biret, David Toop‘un da aralarında bulunduğu müzisyenler ve çiftin yakınları, görüşlerini dile getiriyor.

Mimaroğlu’nun müziği ve görüntüleriyle bütünlük arz etmesine paralel izlemesi de kolay olmayan, bir o kadar da özgün belgeseli, bu aralar MUBİ‘de izleyebilirsiniz.

BOŞLUK DOLDURMACA

Belgeseli izledikten sonra, boşlukları doldurma adına eriştiklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Öncelik, Nilay Örnek‘in podcast serisinde konuk ettiği Rüstem Batum ile sohbetinde. Mimaroğlu çifti dışında, değişik dönemlerine ilişkin anekdotlarıyla nevi şahsına münhasır Rüstem Batum’u tanıma fırsatı bulduğumuz bu bölüm, Nasıl Olunur? serisinin de en iyilerinden. Rüstem Batum’un anılarını anlattığı YouTube sayfasını takip etmenizi öneririm.

Kırık bir oyuncakla oynayan şuursuz çocuklar

Filiz Ali‘nin yazdığı Elektronik Müziğin Öncüsü Bülent Arel kitabına değinmemek olmaz. İlhan Mimaroğlu’ndan önce, aynı üniversitede aynı stüdyoda elektronik müzik üreten, öğreten Bülent Arel’in biyografisinde, tabii ki Mimaroğlu da yer alıyor.

Bülent Arel‘in, New York’a ilk taşındığındaki İlhan Mimaroğlu hakkındaki görüşlerinden bir bölüm, şöyle:
İlhan yakamda. Akşamları dokuzdan sonra ona elektronik müzik öğretecekmişim. Oğlanın hiç mi hiç background’u yok. Kitabının birinde, elektronik müzik bestecileriyle ilgili ‘kırık bir oyuncakla oynayan şuursuz çocuklar’ terimini kullanıyordu. Kendisine sordum bu kanaatini değiştirip değiştirmediğini. İnadına veçhile kanaatinin doğruluğunu belirtti ve kendisinin büyük eserler yaratacağına emin olduğunu söyledi. Makinelere bir tek cim, cız, vırr dedirtmek için on iki, on dört gün çalışılması gereken bir sahadaki bu iddiası, bana biraz patolojik görünüyor.

Okuduğum kadarıyla kendisi de zor biri olan Arel’in anlattıklarından, ders almak istediği kişinin bestelerini küçümseyip bu alanda çığır açacak besteler üretmeyi hedeflediğini söylemesi, Mimaroğlu’nun kişiliği hakkında ipucu veriyor.

Kitabın başka bölümlerinde de Arel, Mimaroğlu’nu pek iyi anmıyor. Aynı ortamda iki dikine giden elektronik müzik bestecisi; normal bir durum.

İlhan Mimaroğlu’nun Bülent Arel’in ölümünün ardından 12 Aralık 1990’da Cumhuriyet Gazetesi‘nde yayımlanan “Bülent Arel de Böylece” başlıklı makalesinin son satırlarında yazdıkları, paralel sanat yaşamlarıyla ilgili tespiti de içeriyordu:
Bir günler, bestecilerinin hepsi hayatta olan bir ülke, belki de tek ülke olduğunu düşünürdüm Türkiye’nin. Genç bir ülkeydi Türkiye o günlerde. Gitgide yaşlandı ve bir tarih oluşturdu. Derken besteciler arasında ölümler başladı. Yaşlanma ve kuşak sırası gözetmeyen ölümler. 71 yaşında Bülent Arel’den genç besteci diye söz edilirdi. Öncü, ilerici besteciler hep genç görülüyorlar çağımızda. Bırakılmıyor çünkü, çağdaşlıkları doğal ömrünü sürüp eskisin diye. Mumyalanıyor sanki bir yerde.
Gün gelir Bülent Arel, belki hem de taş olur, heykel olur. Görenler o heykeli acaba onun müziğini tanıyor olacaklar mı?

Görseller, müzikler

Filmle ilgili süreçte kullanılan-kullanılmayan görsellerden bir demedin paylaşıldığı Instagram sayfası:

Filmin fragmanı:

Mimaroğlu’nun Orhan Veli Kanık şiirini de içeren Federico Fellini‘nin 1969 tarihli Satyricon filminde kullandığı şarkısı:

Grup Ses‘in Açık Radyo programı Numune Hastanesi‘nde yayımlanan İlhan Mimaroğlu şarkılarından ses örnekleriyle oluşturduğu mix set. Setin 43. dakikasından itibaren belgeselin sonunda çalan şarkıya da ulaşmış olacaksınız. Çok başarılı düzenleme. Keşke tek olarak da yayımlansa.

Grup Ses’in İlhan ve Güngör Mimaroğlu’nun ortak kaset arşivinden oluşturduğu Mimaroğlu Tapes Mixtape:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir