Dinmeyen Sızı (1972)
Sinematik Yeşilçam için yazan: Can Sönmez
Bu sefer kaleme alacağım film sadece 1972 senesinde bu filmi beyaz perdede mendilini hazırlayıp izleyen seyircileri değil 2016 senesinde izleyenleri de hüzünlendirecek bir yapım. Yeşilçam deyince akla ilk gelen film türü olan duygusal filmlerdir.Bu film ise binlercesinin arasından sıyrılan ve günümüze kadar ulaşmış 1972 yılında ise Antalya Altın Portakal Film Festivali nde 4 ödül kazanmış bir başyapıt (En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En iyi 2.Film, En İyi Görüntü Yönetmeni, En İyi Yönetmen)
Gemi kaptanıyken seyahatlerinin birinde tanıştığı bir adam tarafından büyük bir şirkete ortak ve genel müdür olarak alınan Kenan Demirsoy (Yıldırım Önal) girişimlerinde başarısız olmuştur.İşe alınırken büyük imkanlar sunulan ve vaatler verilen Kenan ı patronu işten kovar.İşten çıkarmak bir yana bununla kalmayıp ona sağlanan tüm imkanlar geri alınır. En kötüsü ise bir de borçlu bırakırlar kaptan Kenan Bey’i. Elinde ne var ne yoksa hepsini kaybeder. Yıllarca onuru ve şerefiyle çalışıp tek kuruş için bile harama el uzatmamıştır. Arkasına bile bakmadan 10 yıl önce karısının bu işe girmesi yönündeki ısrarını kıramadığı uğruna kaptanlığı bıraktığı şirketten sadece ceketini alıp çıkar. Eve gittiğinde evi darmadağın ve oğlunu ağlar vaziyette bulur.Gözü her daim yükseklerde olan karısı Selma (Nedret Güvenç) beş parasız ve zor durumda kalan Kenan’ı terketmiştir. Kenan ilkokul çağındaki oğlu Ömer (Ömercik olarak bildiğimiz Ömer Dönmez) i de alıp İstanbul da yeni bir iş aramaya doğru yola çıkar. Bir dönem antika dükkanı açmasına yardım ettiği arkadaşının yanına uğrayacak ve ondan iş isteyecektir. Dükkana gittiğinde karşısındaki adam onu müşteri zannederek önce hürmette sınır tanımaz daha sonra iş için gelen Kenan’ı küçümseyerek sert bir tavır takınır. Dükkanı devraldığını ve arkadaşının öldüğünü söyler Kenan’a.
Evdeki hesap çarşıya uymamış Kenan ve Ömer kimseyi tanımadıkları İstanbul da çaresiz ve tek başlarına kalmışlardır. Bir pansiyona yerleşirler ve Kenan iş aramaya başlar. Bu arada oğlu Ömer de babasının eski mesleği olan kaptanlığa dönmesini istemektedir bu sebepten ondan habersiz iş başvurusunda bulunur. Bilmediği şey ise babasının yıllar önce bir kaza sonucu sicilinin bozulduğu ve kaptanlık yapmasının artık imkansız olduğudur. Kenan nereye gittiyse kapılar yüzüne kapanmıştır. Çalıştığı pansiyonun sahibi yatalak ve yaşlı kocasıyla yaşayıp otel içerisinde yarı çıplak dolaşan genç ve isterik Leyla hanım’(Nevin Nuray)dır. Pansiyon daki elemanın ayrıldığını duyunca Kenan işe talip olur. Zamanla yaptığı iş hem yaşı hem de geçmişi hesaba katıldığında onun gururunu zedeleyecektir. Oğlunu da iş şartları dolayısıyla haftada 1 gün görebilecek olduğundan ancak izbe bir eve yerleştirebilir.
Baba ve oğlun zor günleri başlamıştır. Patronu Leyla ise kocasını aldatmaktadır ve hatta Kenan ı bile yatağına davet etmekten çekinmez fakat Kenan görmezden gelir.Baba ile oğlun bu zor günleri otele büyük bir otelin sahibi Cahit Bey (Ali Şen) in Kenan ın bulunduğu pansiyona yerleşerek onu tanımasıyla sona erecektir. Kenan’ın çalışkanlığını, cefakarlığını,oğluyla olan sevgi dolu ilişkisini gören Cahit Bey ona daha insani şartlarda ve daha uygun bir maaş ile iş ve Ömer için de daha güzel bir okul teklif eder. Bu otelde kendisini terk eden karısını onu kovan patronuyla görür. Patronun karısı zina yaptıklarını bildiğini ve onları baskınla adalete teslim edeceğini söyler. Kenan ne de olsa Ömer in annesi olan Selma nın bu rezil duruma düşmesini istemez.Onlara gitmelerini söyler.Patronu karısına göz koymuştur ve aslında ona yaklaşmak için Kenan’ı işe alıp el üstünde tutmuştur.10 yıl daha su gibi geçer gider.Kenan yıllarını bir hizmetli değil otelin ortağıymış gibi saygın ve rahat geçirmiştir öte yandan oğlu Ömer (genç Ömer’i Salih Güney oynamaya başlar) üniversitede tıp okumaktadır. İlkokuldan beri tanıştığı kızla (Esen Püsküllü) evlenmeyi planlamaktadır.Bu kızla ilgili babasının öğreneceği şeyler geçmişteki hesaplaşmaları ortaya çıkaracak ve hikaye karmaşıklaştıracaktır.
Hikayenin teferruatlı olduğu ve artık anlatarak değil izlenerek anlaşılacak kısmına geldiğimiz için burada kesiyorum. Film üzerine konuşmaya başlayalım.
Filmin lokomotifi Yıldırım Önal hak ettiği değeri görmemiş çok büyük bir oyuncuydu.”Dinmeyen Sızı” eseri de kendisine ait. Tiyatro sahnesi ve dublajda olmak üzere sanata emek vermişti. Yıllarca alkolün pençesinde bir hayat sürmüş en sonunda 1982 de bir turne sırasında aşırı alkol sebebiyle bitap haldeyken 51 gibi çok erken bir yaşta hayata gözlerini yummuştur. Bu filmde kazandığı “Antalya Altın Portakal En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü” yıllar sonra bir rehinci de bulunmuştur.
Düştüğü ekonomik sıkıntılar nedeniyle ödülünü bir şişe şarap için mahalle bakkalında rehin bırakan Önal bir daha onu geri alamamıştır. Ödül yıllar sonra Antalya Kültür Sanat Vakfına teslim edilmiştir. Filmin ilk yarısındaki zorluklar gibi yaşamış ömrünün son yıllarını. Sesinde filmin başından sonuna kadar gizlediği hüzün ve davudi havasıyla mimiklerinin uyumu gerçekten inanılmaz. Kaba vücudu ve beden dili oyun gücünü hiç etkilememiş. Görünümü ve rolüne kattığı ruh açısından çok doğru bir seçim olmuş. Film bittiği zaman keşke oyunculuğunu gösterebileceği senaryolara sahip filmlerde oynayabilseymiş diyeceksiniz. Oğlunu oynayan Ömercik ise bildiğimiz gibi. Dönemin çocuk oyuncularının neredeyse ezberlemekten mimik ve jest yapmaya fırsat bulmadığı bir ortamda pek çok yaşı kendinden büyük oyuncudan daha büyük işler çıkarıyor. Filmin getirdiği hüznü yüzünde çok iyi taşımış. Birsen Kaplangi’nin seslendirmesi de kendisiyle o kadar uyumlu ki sanki Ömercik in kendi sesiymiş gibi yansıyor perdeye.
Onun da hayatı tıpkı Yıldırım Önal gibi acılarla dolu. 70’li yıllara gelindiğinde artık çocuk değil delikanlı olmuş, o sırada başlayan seks filmleri furyasının dışında kalmak istediği için genç ya da yetişkin rollerinde de oynayamaz olmuştu. Sinemayı bıraktı, taksiciliğe başladı. Bir gün taksisinin dikiz aynasını tamir ederken hayatını karartan ilk trajediyi yaşadı: “Ortaokul ikinci sınıftayken sinema için okulu bıraktım. 20 yaşındayken de çocuk filmlerinde oynayamadığım gibi jön de olamazdım çünkü seks filmleri dönemi başlamıştı. Babam emekli olmuştu, üç kız kardeşim vardı. Filmlerden kazandığımız parayla dört taksi almıştık. Teker teker sattık. Bir gün taksinin dikiz aynasını tamir ederken elimdeki tornavida sol gözüme battı ve o gözümü kaybettim. Sonra çok işte çalıştım, tam toparlanacağım derken motosiklet kazası geçirdim, ayaklarım kırıldı.”
Bir dönem seyyar satıcılık da yapan Dönmez şimdilerde tek başına zor şartlarda yaşıyor ve vefasızlıktan yakınıyor. Onun hayatı da acıklı bir Yeşilçam filmi gibi sanki. Filmin kadın imgesi Nevin Nuray ise yıllarca vamp rollerde izlediğimiz bir isim. Lale Belkıs‘ın seslendirmesiyle şuh bir havaya bürünüyor ve bacaklarını bol bol sergiliyor. Ali Şen ise Kemal Sunal filmlerinden alışık olduğumuz tiplemelerin dışında bir portre çiziyor. Şehirli,görmüş geçirmiş ve hümanist bir iş adamı. Filmin sürprizi ise Şener Şen. Kısa bir rolde memur olarak görmek mümkün fakat kendi sesiyle oynamamış Zafer Önen seslendirmiş. Bu yüzden bildiğimiz Şener Şen havasını vermiyor.
Süha Doğan ise her zamanki gibi zengin ve sinsi kötü adam. Salih Güney’in hikayeye katılması filmin gidişatını değiştirse de bana göre olumlu bir gidişat değil. Keşke Ömer karakterini hiç büyütmeselermiş. Salih Güney hem sınırlı oyun gücü hem de ona sinemada biçilen rol gereği biraz jön havlarına giriyor bu da filmi biraz “salon filmi” havasına sokuyor. Ömercik çocuk olarak kalsa ve hikaye ona göre nihayete erdirilse çok daha güzel olurmuş.Hem filmin hüzünlü yanı hem de Ömer’in başarılı oyunu bizi daha da duygulandırırmış. Salih Güney‘in bu güzel filmde benim üzerimde hiçbir etkisi olmadı.Bu tabiki benim şahsi kanaatim diğer yandan film bu görüşümü bir kenara bırakırsak yine de kalitesini çok düşürmüyor. Esen Püsküllü ise en az Salih Güney kadar vasat bir oyunculuk ortaya koyuyor.Sinemamızda sarışınlığını avantaj olarak kullanmış ve kıt oyunculuğuna rağmen güzel projelerde oynamış bir isim kendisi. Özellikle Sadri Alışık ile oynadığı filmler o kadar güzel ki onun yetersizliği bile ortaya çıkmamıştı.
Fedakar bir baba ve oğlun sevgi ve hüzün dolu bu hikayesine şöyle bir bakınca benzeri durumun gerçek hayatta geçmişte yaşanmış ve hala yaşanıyor olması çok muhtemel bir durum.Hikaye aramızda bağ kuracağımız kadar gerçekçi. Yıldırım Önal‘ın Ömercik ile olan bazı sahneleri gerçekten yürek burkan ve hüzünlendiren cinsten. Filmin müziği de sanki ona özel yapılmış gibi. Bu filmin en göze çarpan kısımlarından biri müziği diyebiliriz. Filmin duygusal havasına çok güzel uyum sağlamış. Horst Buchholz’un Namenlos adlı bu enfes eserini Facebooktaki Yeşilçam Müzikleri Araştırma grubu uzun çabalar sonunda bulabilmişti. Sadece müziği dinleseniz bile filmin etkisi çok büyük olacaktır.
Melodram dozu tadında,günümüzde de aynı keyifle izlenebilecek ve yeşilçamın en büyük sorunu olan sakız senaryoları içermeyen yapısıyla unutulmayacak bir film. Dinmeyen Sızı ivedilikle restore edilmesi gereken yeşilçamın yüz akı filmlerinden ve bana göre büyük sanatçı Yıldırım Önal’a bir saygı duruşu…
Not: Ana banner dışında film incelemesinde kullanılan tüm görseller Can Sönmez’in filmden yakaladığı görüntülerdir
GALERİ (Görsellerin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz):