Türkiye’de muhalif sanatçı olmak, toplumsal filmler çekmek kolay değil ve hiçbir zaman kolay olmadı. Karşınıza çıkan onlarca engelden belki de en büyüğü olan ‘’devlet’’ hala engel olarak varlığını sürdürmekte. 60’lar ve 70’lerde yoğun bir şekilde çekilen, kült sayılan filmlere Türkiye’den fazla aday olmamasının elbet bir sebebi var: 19 Temmuz 1939’da yürürlüğe giren, ‘Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname’.
Bu tüzüğe göre film önce senaryo halinde sansüre giriyor, çekildikten sonra bir kez daha sansüre uğruyordu. İlgili nizamnamenin uygulanması için 2 komisyon kuruldu; yerli filmleri Ankara’daki merkez komisyon, yabancı ülkelerden gelen filmleri ise İstanbul’daki komisyon kontrol ediyordu. Sansür komisyonu 5 yetkili kişiden oluşmaktaydı; İçişleri Bakanlığı’nca görevlendirilen bir başkan yönetiminde: Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı, Basın-Yayın ve Turizm Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nı temsilen 4 kişi daha. Sansür komisyonu filmleri seyrettikten sonra karar vermek için oylamaya geçiyor, izlenilen filmin oynatma izni alabilmesi içinse en az 3 olumlu oy alması gerekiyordu. Oylamadan sonra alınan kararla film ya tümüyle reddediliyor, ya tümüyle kabul ediliyor, ya da şartlı değişikliklerle kabul ediliyordu. 1938 tarihli bu sansür tüzüğü 1948 ve 1958 yıllarında bazı değişikliklere uğramasına karşın, temel olarak bir değişiklik olmadı.
1919’dan günümüze kadar -etkisi bir hayli azalmış olsa da- devam eden bu sansür komisyonu elbette iktidarların görüşüne, ideolojisine göre değişmekteydi. Bu nedenle çoğunlukla politik olan bu sansür; ‘’fişlenmiş’’ bazı yazarlar, yönetmenler tarafından farklı yollarla aşılmaya çalışıldı. Metin Erksan, Duygu Sağıroğlu, Lütfi Akad, Yılmaz Güney, Bilge Olgaç, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi sanatçılar sansürle boğuşan isimlerin başında geliyordu. Bu sebeple, Kemal Tahir birçok senaryosunda Murat Aşkın ismini kullandı, aynı nedenle Orhan Kemal de takma isim kullanmaktaydı. Yılmaz Güney’in yazdığı, 3 kez tümüyle reddedildikten sonra Lütfi Akad’ın düzenlediği ‘Hudutların Kanunu’nun senaryosu, Emin Dağ adıyla sansür komisyonunu aşabildi.
Metin Erksan belki de bu komisyonla en çok başı derde giren isimdi. 1952 yılında çekilen ‘Karanlık Dünya’ filminin ismine komisyon itiraz edip, ‘‘Aşık Veysel’in Hayatı’’ olarak değiştirilmesini istemiş, film çekimi sırasında 2 oyuncu Komünist Parti kurmakla suçlanınca film iyiden iyiye politik bir filme dönüşmüştü. Önce tümüyle reddedilen film, bir süre sonra şartlı kabul edilmişti. Red gerekçelerinin üçü ise şöyleydi:
Ekinlerin boylarının kısa ve cılız oluşu
Ziraat işleminin çok ilkel oluşu
Turna dansı yapan 4 kızdan ikisinin çıplak ayaklı, ikisinin çarıklı oluşu
Erksan’ın, Fakir Baykurt’un aynı adlı romanından uyarlama olan ‘Yılanların Öcü’ filmi de tümüyle reddedilmiş toplumsal filmlerinden biriydi. Ancak sansüre takılmasından bir gün sonra dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’e izletildi. Gürsel film sonrası ‘’Bu filmi yapmakla vatana millete hizmet ettiniz. Var olun sağ olun. Yurt gerçeklerini az bile göstermişsiniz.’’ şeklinde bir açıklama yaptı. Bu olay, sansür komisyonunun ne yaptığını bilmediğinin en somut örneklerinden biriydi.
Erksan’ın ‘Susuz Yaz’ filmi de komisyonun ‘Büyük kardeşin, küçük kardeşin karısını alması gayrı ahlakidir’ açıklamasıyla tümüyle reddedilmişti. Sonrasında Berlin Film Festivali’ne katılmaya hak kazanan Susuz Yaz, ‘’Türkiye’yi temsil etme içeriğinden yoksun’’ olması sebebiyle gönderilmedi. Film, devlet denetimi dışında katılıp en iyi film ödülü aldığında ise sanatçıların tümü, Turizm Tanıtma Bakanlığı tarafından ödüllendirildi.
‘Hudutların Kanunu’ filmi de 3 kez sansüre girmiş, iki kez tümüyle red, ardından şartlı kabul edilmiştir. Bu red kararlarının gerekçeleri şöyleydi:
-Öğretmen Ayşe (Pervin Par) ile tarlada bekleyen Hıdır (Yılmaz Güney) konuşurlarken yanlarına gelen astsubayın öğretmene hitaben söylediği ‘’köyü arasak mı?’’ şeklindeki konuşmasıyla öğretmenin karşıdan kaçakçıları gördüğü sahnenin çıkarılması
-Filmin son kısmı senaryodan tamamen ayrı çekilmiştir. Filmdeki söz ve sahnelerin senaryoya uygun şekilde düzeltildikten sonra adı geçen filmin yeniden görülüp nihai kararın verilmesine uygun bulunduğuna ekseriyetle karar verilmiştir.
Komisyon filmin sonuna ortaklaşa bir kararla şu kaydı koydu:
Filmin sonunda Hıdır’ın, oğluna: ‘’Babanın akıbetini gördün, sen bu yola düşme, okuluna dön.’’ Şeklinde söylemesi şartı ile filmin halka gösterilmesinde bir sakınca yoktur.
Filmin sonuna belirtilen sahne eklenince komisyonda red oyu 1’e düştü. Bu tek red oyunu veren Kurmay Albay Ahmet Arıkan gerekçesini şöyle açıklıyordu: ‘’Filmde jandarmaları çok pasif gördüğümden filmin tamamına muhalifim.’’
Kabul oyu veren Hüseyin Rahmi Kılıç ise filmin ‘’terbiyevi bir film’’ olduğunu ve 6 yaşında çocukların görmesinde yarar olduğunu söylüyordu. Bu, komisyonun üyelerinin arasında nasıl bir tezat olduğuna güzel bir örnektir.
Türkiye sinemasının baş yapıtlarından biri sayılan, toplumsal filmlere en büyük örnek Yılmaz Güney’in yönettiği ’Umut’ filmi de sansüre takılmış, danıştay kararıyla gösterim izni alabilmişti. Sansür kararı 10 maddelik bir gerekçeden oluşuyordu, bu kararların 5’i şöyleydi:
-Filmde Yılmaz Güney ve arabası, bakımsız, pis, yırtık, çok zayıf bir at ile iş yapması ve geçinmesi şansa bağlı olup, kalabalık bir aileyi geçindirmesi düşünülmez iken, bu araba ve at fakirliğin bir sembolü olarak ele alınmış, çeşitli olaylarla da çalışmak imkanı bulunmadığı kanaatı verilmiştir.
-Atını kaybeden Güney, önceden yanlarında çalıştığı 3 zenginin evine gitmesi (yardım için) evlerin ve içindekilerin dekor ve zenginlikleri, tavır ve haraketleri, konuşmaları teferruatlı olarak senaryoda belirtilmemiş, senaryoda yanlarına gittiği netice alamadığı şeklinde belirtilmiş, halbuki filmde zengin ve fakir hali en iyi şekilde canlandırılmış ve bu şekilde filmin esas konusu zengin ve fakir ayrımı yapılmıştır.
-Koyacakları insanın Türkiye’de aynı şekilde kimseler bulunmasına rağmen Amerikalı bir zencinin seçilmesi manidar görülerek uygun mütalaa görülmemiştir.
-Hocaya sabah namazı , güneş doğarken kıldırılmakta ve bu rolle ibadetle alay edilmektedir. Dinimizde güneş doğarken namaz kılınmaz.
Yılmaz Güney’in ‘Ağıt’ filmi de sansüre takılmıştır ve çıkarılması istenen sahnenin çıkarılma gerekçesi şudur: Doktor hanımın Yılmaz Güney’in vücudundan kurşunu çıkarırken hep bir ağızdan şarkı söyleme sahnesinin çıkarılması.
Belirtilen sahnede, Yılmaz Güney, jandarmalar tarafından vurulmuş bir kaçakçıdır. Bir mağarada doktor tarafından tedavi edilirken başındakiler ‘Zahit bizi tan eyleme’ türküsünü söylemektedir. Yaralı adama güç vermek için söylenen bu türkü filmin sansüre uğramasına sebep olmuştur.
Sansüre takılan bazı filmler ise yukarıdan gelen özel emir ve isteklerle anında komisyondan geçiyordu. Sansür üyeleri devlet memuru olduğundan üst makamlardan gelen özel emirlere uymak zorundaydı. Sansür üyeleri tarafından tümüyle reddedilen Şerif Gören’in ‘Darbe’ filmi, filmin yapımcısının üst makamdaki tanıdıklarını aramasıyla aynı gün içinde hem senaryosu tasdik edilmiş, hem çekim vesikası alınmış, hem de sansür komisyonundan çıkış iznini almıştı ancak Darbe filminin ismi değişmiş, ‘İki Arkadaş’ olmuştu.
Sansür kurulu kendisiyle çok fazla çelişmekteydi. Senaryonun içinde geçen ‘piç’ kelimesi sansür kurulunca çıkarılıp, aradan kısa bir süre sonra ‘Piç’ isimli, başka şirketin çevirdiği bir film afişinde görülebiliyordu. Diyaloğun içinde geçen ‘kahpe’ sözcüğü çıkarılıp aynı isimli bir film oy birliğiyle gösterime girebiliyordu. Kısa birkaç örnek daha vermek gerekirse:
FİLMİN ADI GEREKÇESİ
Bir Bahar Akşamı
Oya’nın iş ararken detaylar halinde gösterilen muhtelif şirketler ve şahısların iş olmadığını ima ve müracaatları reddeder mahiyetteki söz ve hareketlerinin tamamen çıkarılması
Şoförün Karısı
Leyla ile Handan’ın birlikte oturmaya karar verdikleri zaman ‘’kazancımızı ortaya koyar beraber harcarız.’’ Sözü bir çeşit komünizm düşüncesi telkin ettiğinden tamamen çıkarılması
Belanın Kralı İşe el koyan polislerin ‘’biz de şaştık kaldık’’ demesinin çıkarılması.
İstanbul Dehşet İçinde Otomobilin patlayan sol tekerleğinin sağ olarak değiştirilmesi
Yüz Karası Genç aşıklara söylenilen ‘’bir yastıkta kocayın’’ sözünün çıkarılması…
Yukarıda yazılanlar, Filmlerin ve Film Senaryolarının Kontrolüne Dair Nizamname adı altında dönen yüzlerce saçmalıktan sadece birkaçı. Günümüzde hala seyredilen, anlattıkları bakımından bugünlere ışık tutan, ‘kült film’ denebilen filmlerin neredeyse hepsinin sansüre uğramış olması çok şey anlatıyor. Baskı ve sansürle boğuşan filmlerle oluşan bir temelde yükselmeye çalışan yeni sinemacıların işi hala çok zor.
Kaynakça:
www.tsa.org.tr
Türk Sineması Sansür Dosyası -İnceleme-, Agah Özgüç, Koza Yayınları,1976