1974 yılının kavurucu yaz günlerini yaşıyoruz. Konforlu yazlıklarımızın içki kokan bahçelerinde, balkonlarında beyhude sohbetlerin etrafında, benliğimizi terkederek güya yaşamı soluyoruz.“Karısı güzel olanlar karımı öpebilir, böylece ben de onların karılarını öpebilirim ” minvalindeki cümlelerle hiçliğin üstünde dönüp duruyoruz. Paylaşmayı yanlış anladığımız yakıcı bir gün daha. Sonra şapkalı arkadaş ortaya çıkıyor. Köylülerle, emekçilerle, özenmemesi gerekene özenen gençlerle konuşmaya başlıyor. Haliyle viskisini yudumlayan patron beyefendi soruyor, “Kim bu?” Cevap geliyor akabinde. Onun adı Âzem. A nın başında şapka var. Âzem kendisine atılan bakışlar arasında ikisini değerli görüp muhakeme yoluna gidiyor. Bir bakışın ardında yaşanmışlıklar, bir bakışın ardında geleceğe dair umut var. Âzem peşin hüküm vermekten yana değil. Muhakeme esnasında kadın arkadaşından fikir almaya çalışıyor.
Kadın arkadaş, “bataklığa saplanan bakış yaşanmışlıklara sığınsa dahi kurtulamayacaktır” diyor. Ya umudun en somut hali? O da karanlıkta. Belki bataklığa saplanmamış, belki çürümesine ramak kalmamış ama umudun tarifi olamayacağı ayan beyan ortada. Bataklıklarda yitip gidenleri çok iyi bilen kadın arkadaş, Semra Özdamar, ilk cümle olmasa ikinci cümleyi, o da olmadı üçüncü cümleyi okuduğunuzda aklınıza düşen film ise Yılmaz Güney‘in yazdığı, yönettiği ve oynadığı “Arkadaş”tır. Semra Özdamar, bataklıkların yuttuklarıyla meselesini 3 yıl sonra yani 1977 de Güneşli Bataklık filmiyle tekrar açacak, bu defa akıl veren tarafta değil, çırılçıplak kalan tarafta yer alacaktır.
Sinematik Yeşilçam‘ın hatıra defterinin sayfalarından birinde kaleme aldığım “Karanlıkta Uyananlar (1964) : Aydınlığa ve Sevgiye Uyanış” (buraya tıklayarak okuyabilirsiniz) adlı yazıma can verenlerden biri olan usta yazar Vedat Türkali, senaryolarının geçtiği dönemlerde adeta “es” işlevi görmüş, nakarata dönüşmüş Türk Filmleri‘nin arasında insandan topluma uzanacak köprüler kurmuştur.
1970’lerin bilhassa ikinci yarısına gelindiğinde yönetmen Süreyya Duru ile işbirliğine giden Vedat Türkali, kalemini biraz daha keskinleştirerek “Bedrana” (1974) (İhsan Yüce senaryo ortağı), “Kara Çarşaflı Gelin” (1975) ve yazımın konusu “Güneşli Bataklık” (1977) gibi gayriresmi üçlemeyi andıran filmler yazmıştır. Süreyya Duru ise sinemadan gelen ailenin evladı olarak (babası Duru Film’in sahibi Naci Duru) Yeşilçam‘ın gizli geleneklerini kabul etmişcesine türden türe filmlere imza atmıştır. Cüneyt Arkın‘ın tarih arenasına merhaba dediği “Malkoçoğlu” (1966), Sezer Sezin‘in ikonik karakterini barındıran “Şoför Nebahat ve Kızı” (1964), “Şoför Nebahat Bizde Kabahat” (1965) ve hatta Fatma Girik‘in başrole soyunduğu “Şoför Nebahat” (1970), yine Cüneyt Arkın‘ın döktürdüğü ve eşsiz “İki Keklik” türküsünü fon müziği olarak kullanan masalsı “Alageyik” (1969), direkt masal kahramanlarını merkeze aldığı, Rüştü Asyalı‘nın inanılmaz oyunculuk resitaliyle “Keloğlan” (1971) ve Zeynep Değirmencioğlu‘nun ayağına uyan ayakkabısıyla Sinderella Külkedisi (1971), dini perspektifle çekilen “Rabia” (1973), kalabalık kadrolu erotik komedi denemesi “Azgın Bakireler” (1975) gibi birbirinden değişik filmlere “motor” diyen Süreyya Duru, Vedat Türkali ile ilk defa Cüneyt Arkın yerine Serdar Gökhan‘ın Malkoçoğlu olarak yeri göğü inlettiği “Malkoçoğlu Kurt Bey” (1972) filminde çalışmıştı. Ortaklıklarının son yapımı ise son dönemde dizisi sayesinde popülerleşen “Fatmagül’ün Suçu Ne?” (1986) filmidir.
Dört karakter zaman zaman başrole çıkarken, zaman zaman da kayboluyor. Vedat Türkali, dejenere olmanın farklı farklı kademelerde nasıl meydana gelebileceğini ilginç öğelerle gösteriyor. Tabi ki Gümüşhaneli, işçi kimliğinden mütevellit dejenere olmaktan en az etkilenen kişi. Hatta bir yol gösterici. Kafası karışmıyor mu, evet karışıyor. Bekleyelim görelim demiyor mu, evet diyor. Ama sendikalaşmaya burun kıvırmıyor. Sendikanın tutumunu işçilere anlatan diğer işçilere arka çıkıyor. Kanlı ellere karşı duruyor.
Bu noktada Yeşilçam cilvesi diye adlandırmak istediğim hoş bir anekdot var. Hatırlarsınız Lütfi Akad‘ın Göç Üçlemesi‘nin son filmi “Diyet” (1974), sendikalaşmanın daha doğrusu “bir olmanın” önemini nefis bir dille aktarıyordu. Filmde, bilmediğinden, daha doğrusu patron ve şürekası istemediğinden sendikalaşmaya tü kaka gözüyle bakan ayakkabıları delik birini görüyorduk. Sonlara doğru trajediye sürüklenecek rolü canlandıran kişi Hakan Balamir idi.
Yeşilçam‘ı neden sevdiğime dair verdiğim küçük örnek sonrası, Gümüşhaneli‘nin yanındaki kalabalığa değinmek istiyorum. Yani kendilerini sınırlarla uzaklaştıran işçilere. Kastettiğim sınırlar Türkiye’nin coğrafi bölgeleri. Aynı teri akıtan işçilerin etnik kimlik-köken üzerinden galeyana gelmesi bugün dahi zaman zaman haberlere konu oluyor. Vedat Türkali, işçiler arasındaki tartışmaların ne maksatla çıkarıldığına sert tepki koyuyor aslında. Gümüşhane‘nin coğrafi konumu üzerinden buram buram zeka kokan tepki üstelik. Gümüşhaneli’nin içten içe sevgi beslediği, uğruna çekilmez babasına katlandığı Zehra, Semra Özdamar’ın perdedeki en iyi oyunlarından birini verdiği, yine sarsıcı tespitlerle tasarlanmış karakterlerden. Zehra, patronu Cemal’in psikolojik tacizlerine ya sabır çekip erkek arkadaşı Salih ile evleneceğini günü bekliyor. Patronundan yaka silktiği yetmezmiş gibi, evde de her anlamda korkunç baba belası var. Fabrikada yaşanan kanlı olayları içi parçalanarak seyretse de, kıvılcıma muhtaç. Bu açıdan Zehra karakteri ile “Arkadaş”taki Melike (Melike Demirağ) karakterinin çok ortak yönü var. “Arkadaş”ta umudun yüzü Melike’yi önemsemeyen Semra Özdamar‘ın, “Güneşli Bataklık”ta Melike kadar aciz kalması ise bir başka Yeşilçam cilvesi. Zehra’nın çevresinde olan bitene tepki göstermesi için çok sayıda kıvılcıma ihtiyaç duyması ve bu kıvılcımların film süresince teker teker çakması, hepsinin de katmerli acılara tekabül etmesi ise şüphesiz ki tahmin edilebilir. İstismar, hıyanet, ölüm gibi karanlığın üç fedaisinin karşısında Gümüşhaneli’nin sevgisi yetecek mi uyanmaya?
Kalabalık oyuncu kadrosunda unutulmayacak kompozisyonuyla İhsan Yüce, Menderes Samancılar, Salih Kalyon, Suna (Sonya adıyla) Yıldızoğlu, Kayhan Yıldızoğlu, Yaşar Şener, Reşit Çıldam, Sırrı Elitaş, Rıza Tüzün, Saadet Gürses, Dündar Aydınlı, Hakkı Kıvanç, Muhteşem Durukan, Mesut Sürmeli gibi isimlerin bulunduğu Güneşli Bataklık”ın dublaj kadrosu da muazzam. Metin Serezli dışında Abdurrahman Palay, Aliye Uzunatağan, Cüneyt Türel, Füsun Kokucu, Rıza Pekkutsal, Dinçer Çekmez, Zafer Önen, Saltuk Kaplangı gibi isimler mevcut.
Yazan: Oğul Can Çomak
Kaynakça : www.sinematurk.com
Not : Murat Film’in restorasyonlu bir şekilde Youtube’a yüklediği filmin aynı kanal tarafından yüklenen yapım belgeseline de göz atmanızı öneririm.
Mini Galeri: