Güneşi de içine Çeken Bataklık – Güneşli Bataklık (1977)

1974 yılının kavurucu yaz günlerini yaşıyoruz. Konforlu yazlıklarımızın içki kokan bahçelerinde, balkonlarında beyhude sohbetlerin etrafında, benliğimizi terkederek güya yaşamı soluyoruz.“Karısı güzel olanlar karımı öpebilir, böylece ben de onların karılarını öpebilirim ” minvalindeki cümlelerle hiçliğin üstünde dönüp duruyoruz. Paylaşmayı yanlış anladığımız yakıcı bir gün daha. Sonra şapkalı arkadaş ortaya çıkıyor. Köylülerle, emekçilerle, özenmemesi gerekene özenen gençlerle konuşmaya başlıyor. Haliyle viskisini yudumlayan patron beyefendi soruyor, “Kim bu?” Cevap geliyor akabinde. Onun adı Âzem. A nın başında şapka var. Âzem kendisine atılan bakışlar arasında ikisini değerli görüp muhakeme yoluna gidiyor. Bir bakışın ardında yaşanmışlıklar, bir bakışın ardında geleceğe dair umut var. Âzem peşin hüküm vermekten yana değil. Muhakeme esnasında kadın arkadaşından fikir almaya çalışıyor.

Kadın arkadaş, “bataklığa saplanan bakış yaşanmışlıklara sığınsa dahi kurtulamayacaktır” diyor. Ya umudun en somut hali? O da karanlıkta. Belki bataklığa saplanmamış, belki çürümesine ramak kalmamış ama umudun tarifi olamayacağı ayan beyan ortada. Bataklıklarda yitip gidenleri çok iyi bilen kadın arkadaş, Semra Özdamar, ilk cümle olmasa ikinci cümleyi, o da olmadı üçüncü cümleyi okuduğunuzda aklınıza düşen film ise Yılmaz Güney‘in yazdığı, yönettiği ve oynadığı “Arkadaş”tır. Semra Özdamar, bataklıkların yuttuklarıyla meselesini 3 yıl sonra yani 1977 de Güneşli Bataklık filmiyle tekrar açacak, bu defa akıl veren tarafta değil, çırılçıplak kalan tarafta yer alacaktır.

Sinematik Yeşilçam‘ın hatıra defterinin sayfalarından birinde kaleme aldığım “Karanlıkta Uyananlar (1964) : Aydınlığa ve Sevgiye Uyanış” (buraya tıklayarak okuyabilirsiniz) adlı yazıma can verenlerden biri olan usta yazar Vedat Türkali, senaryolarının geçtiği dönemlerde adeta “es” işlevi görmüş, nakarata dönüşmüş Türk Filmleri‘nin arasında insandan topluma uzanacak köprüler kurmuştur.

2016 yılında kaybettiğimiz Vedat Türkali

1970’lerin bilhassa ikinci yarısına gelindiğinde yönetmen Süreyya Duru ile işbirliğine giden Vedat Türkali, kalemini biraz daha keskinleştirerek “Bedrana” (1974) (İhsan Yüce senaryo ortağı), “Kara Çarşaflı Gelin” (1975) ve yazımın konusu “Güneşli Bataklık” (1977) gibi gayriresmi üçlemeyi andıran filmler yazmıştır. Süreyya Duru ise sinemadan gelen ailenin evladı olarak (babası Duru Film’in sahibi Naci Duru) Yeşilçam‘ın gizli geleneklerini kabul etmişcesine türden türe filmlere imza atmıştır. Cüneyt Arkın‘ın tarih arenasına merhaba dediği “Malkoçoğlu” (1966), Sezer Sezin‘in ikonik karakterini barındıran “Şoför Nebahat ve Kızı” (1964), “Şoför Nebahat Bizde Kabahat” (1965) ve hatta Fatma Girik‘in başrole soyunduğu “Şoför Nebahat” (1970), yine Cüneyt Arkın‘ın döktürdüğü ve eşsiz “İki Keklik” türküsünü fon müziği olarak kullanan masalsı “Alageyik” (1969), direkt masal kahramanlarını merkeze aldığı, Rüştü Asyalı‘nın inanılmaz oyunculuk resitaliyle “Keloğlan” (1971) ve Zeynep Değirmencioğlu‘nun ayağına uyan ayakkabısıyla Sinderella Külkedisi (1971), dini perspektifle çekilen “Rabia” (1973), kalabalık kadrolu erotik komedi denemesi “Azgın Bakireler” (1975) gibi birbirinden değişik filmlere “motor” diyen Süreyya Duru, Vedat Türkali ile ilk defa Cüneyt Arkın yerine Serdar Gökhan‘ın Malkoçoğlu olarak yeri göğü inlettiği “Malkoçoğlu Kurt Bey” (1972) filminde çalışmıştı. Ortaklıklarının son yapımı ise son dönemde dizisi sayesinde popülerleşen “Fatmagül’ün Suçu Ne?” (1986) filmidir.

Güneşli Bataklık, işçilerin hak arama mücadelesinde nasıl basit yollarla ayrıştırıldığını, üzerilerindeki baskının kanlı yollara sapmada tereddüt etmeyeceğini ve kıymet-i harbiyesi kalmamış iş ilişkisi ekseninde nasıl değersiz sayıldıklarını çarpıcı yazım diliyle aktarıyor. Sadece işçiler değil, patronlar da hikâyesinin önemli yerini dolduruyor. Patronların açgözlülüğün kitabını yazarken tavizsiz oluşuna, çanak yalayıcıların bencilliğine ve iki taraflı oynayan hallerine derinden eleştiri tutuyor film. Hatta söyleyebilirim ki, patron ve çevreleri zaman zaman işçilerden daha çok işleniyor. Bataklığa saplanmış ya da saplanmak üzere olan yığınla karakterden dördü ön plana çıkıyor : Elma yemeyi katiyen bırakmayan, bir nevi işçilerin ağabeyi diyebileceğimiz Gümüşhaneli (Hakan Balamir), yuva kurmayı ve evden ayrılmayı düşleyen, onun dışında fabrikada olanları seyirlik gören Zehra (Semra Özdamar), çıkarları için oradan oraya mekik dokuyan Salih (Aytaç Arman) ve görüp görebileceğiniz en gaddar patron tasviri Cemal (Ali Cağaloğlu).

Dört karakter zaman zaman başrole çıkarken, zaman zaman da kayboluyor. Vedat Türkali, dejenere olmanın farklı farklı kademelerde nasıl meydana gelebileceğini ilginç öğelerle gösteriyor. Tabi ki Gümüşhaneli, işçi kimliğinden mütevellit dejenere olmaktan en az etkilenen kişi. Hatta bir yol gösterici. Kafası karışmıyor mu, evet karışıyor. Bekleyelim görelim demiyor mu, evet diyor. Ama sendikalaşmaya burun kıvırmıyor. Sendikanın tutumunu işçilere anlatan diğer işçilere arka çıkıyor. Kanlı ellere karşı duruyor.

Bu noktada Yeşilçam cilvesi diye adlandırmak istediğim hoş bir anekdot var. Hatırlarsınız Lütfi Akad‘ın Göç Üçlemesi‘nin son filmi “Diyet” (1974), sendikalaşmanın daha doğrusu “bir olmanın” önemini nefis bir dille aktarıyordu. Filmde, bilmediğinden, daha doğrusu patron ve şürekası istemediğinden sendikalaşmaya tü kaka gözüyle bakan ayakkabıları delik birini görüyorduk. Sonlara doğru trajediye sürüklenecek rolü canlandıran kişi Hakan Balamir idi.

Yeşilçam‘ı neden sevdiğime dair verdiğim küçük örnek sonrası, Gümüşhaneli‘nin yanındaki kalabalığa değinmek istiyorum. Yani kendilerini sınırlarla uzaklaştıran işçilere. Kastettiğim sınırlar Türkiye’nin coğrafi bölgeleri. Aynı teri akıtan işçilerin etnik kimlik-köken üzerinden galeyana gelmesi bugün dahi zaman zaman haberlere konu oluyor. Vedat Türkali, işçiler arasındaki tartışmaların ne maksatla çıkarıldığına sert tepki koyuyor aslında. Gümüşhane‘nin coğrafi konumu üzerinden buram buram zeka kokan tepki üstelik. Gümüşhaneli’nin içten içe sevgi beslediği, uğruna çekilmez babasına katlandığı Zehra, Semra Özdamar’ın perdedeki en iyi oyunlarından birini verdiği, yine sarsıcı tespitlerle tasarlanmış karakterlerden. Zehra, patronu Cemal’in psikolojik tacizlerine ya sabır çekip erkek arkadaşı Salih ile evleneceğini günü bekliyor. Patronundan yaka silktiği yetmezmiş gibi, evde de her anlamda korkunç baba belası var. Fabrikada yaşanan kanlı olayları içi parçalanarak seyretse de, kıvılcıma muhtaç. Bu açıdan Zehra karakteri ile “Arkadaş”taki Melike (Melike Demirağ) karakterinin çok ortak yönü var. “Arkadaş”ta umudun yüzü Melike’yi önemsemeyen Semra Özdamar‘ın, “Güneşli Bataklık”ta Melike kadar aciz kalması ise bir başka Yeşilçam cilvesi. Zehra’nın çevresinde olan bitene tepki göstermesi için çok sayıda kıvılcıma ihtiyaç duyması ve bu kıvılcımların film süresince teker teker çakması, hepsinin de katmerli acılara tekabül etmesi ise şüphesiz ki tahmin edilebilir. İstismar, hıyanet, ölüm gibi karanlığın üç fedaisinin karşısında Gümüşhaneli’nin sevgisi yetecek mi uyanmaya?

Gelelim Salih’e; Üzülerek söylemeliyim ki, şahsen tanıma şerefine nail olduğum Aytaç Arman filmin en zayıf halkasını oluşturuyor. Gerek oyunculuğuna gerek senaryodaki gediklere dayanarak yapıyorum yorumumu. Salih’in hinlik peşinde koşarak cebini doldurma hayalleri, günümüzde de örnekleri gördüğümüz insan profillerini hatırlatıyor elbette. Hatta dört ana karakter arasında varlığını en ciddi biçimde koruyan da Salih kanımca. Vedat Türkali, Salih’i yaratırken belli ki bir yabancılaşma içine girmiş. Merhametten tam anlamıyla yoksun değil belki Salih, ama kötülüğe sıkı sıkıya sarılmasının içi doldurulamamış. Zorlama yan karakterlerle, hatta zorlama işçi kalabalığıyla yaratılan hikayesi keşke budansaymış. Senaryonun, Salih, Zehra ve Cemal üçlüsünü ele aldığı anlar her ne kadar başarıyla çekilmese de, kayda değer ve dikkat kesilesi. Ne zaman Salih’in çıkarları başka yönlere savruluyor, o zaman film hantallaşıyor. Süreyya Duru, Hakan Balamir, Semra Özdamar ve Ali Cağaloğlu‘dan aldığı performansların benzerini Aytaç Arman‘dan alamıyor.

Şimdi sonuncu karakterin altını çizelim. Öyle uzun çizgi çekecek değilim, kifayetsiz kalacak kelimeleri de sarfetmem. Ali Cağaloğlu‘nun tek kelimeyle filmdeki herkesi sollayarak yaşadığı pardon pardon oynadığı Cemal o dönemin sembollerini sık sık hatırlatıyor! Unutmayalım, Cağaloğlu’nun seslendiren Metin Serezli’nin de kattıkları inanılmaz. Yeşilçam’da başta Memduh Ün‘ün oynadıkları olmak üzere pek çok işadamı karakterini layıkıyla seslendiren Serezli, rolün gücünü öyle arttırmış ki şapka çıkarmamak mümkün değil. Efendim büyük patron Cemal Bey, işçileri, sendikalaşmayı zerre önemsemeyen, kiralık katil bulmakta mahir, arzu ettiklerini elde etmek için çirkinleşmekte mahzur görmeyen bir figür. Etrafındakilere bağırıp çağırması, yeri geldi mi düşmanıyla bile işbirliği yapması onu ne denli ekşi tipe dönüştürüyor pekâla göreceksiniz. Vedat Türkali‘nin senaryosunun patron kısmına da hatırı sayılır yer verdiğini yazmıştım. İşte tek figür üzerinden zalimliğin alegorisi!

Kalabalık oyuncu kadrosunda unutulmayacak kompozisyonuyla İhsan Yüce, Menderes Samancılar, Salih Kalyon, Suna (Sonya adıyla) Yıldızoğlu, Kayhan Yıldızoğlu, Yaşar Şener, Reşit Çıldam, Sırrı Elitaş, Rıza Tüzün, Saadet Gürses, Dündar Aydınlı, Hakkı Kıvanç, Muhteşem Durukan, Mesut Sürmeli gibi isimlerin bulunduğu Güneşli Bataklık”ın dublaj kadrosu da muazzam. Metin Serezli dışında Abdurrahman Palay, Aliye Uzunatağan, Cüneyt Türel, Füsun Kokucu, Rıza Pekkutsal, Dinçer Çekmez, Zafer Önen, Saltuk Kaplangı gibi isimler mevcut.

Yazımı bitirirken şunları söylemek isterim. Güneşli Bataklık kusurlarının kendisini ele geçirmesine izin vermiyor. Mesajlarını verirken gerçekleri çaktırmadan gösterme kolaycılığına kaçmıyor. Bile isteye bahsetmekten kaçındığım sansür belasından burada kaçamıyorum. Lütfen filmi izlerken “sansür baskısını” aklınızdan atmayın. Ne de olsa yaratıcılığa zincir vuran cehennem misali.

Yazan: Oğul Can Çomak

Kaynakça : www.sinematurk.com
Not : Murat Film’in restorasyonlu bir şekilde Youtube’a yüklediği filmin aynı kanal tarafından yüklenen yapım belgeseline de göz atmanızı öneririm.

Mini Galeri:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir