Cem Yılmaz – Arif V 216 (Kıvanç Baruönü, 2018)

arif

Boğaziçi Üniversitesi Turizm Otelcilik mezunu, karikatür yeteneği olan ve bu yeteneğini 90’lı yılların sonunda Leman dergisinde çizerek pekiştiren Cem Yılmaz, Leman Kültür’de bir gösteri izlerken, hazırcevaplılığı ve başarılı hikaye anlatımı bilindiğinden sahneye davet ediliyor ve olaylar gelişiyor.

Ben Cem Yılmaz’ın yaptığı işleri izlerken hep bu geldiği noktayı hatırlayarak bir değerlendirme yapıyorum açıkçası, ister istemez. Cem Yılmaz, yaptığı her işte, doğuştan yetenekli olduğunu, tüm ortaya koyduklarının içinden geldiğini, kullandığı mecra ne olursa olsun “hikaye anlatmayı” gönülden sevdiğini öyle bir samimiyetle geçirebiliyor ki karşı tarafa… Bu herkeste olabilecek bir özellik değil şüphesiz. Küçümsenerek söylenen “popüler” işlere imza atan ve çok para kazanan biri olsa da, yaptığı işleri para kazanmak için eğip bükmediğini, törpüleyip değiştirmediğini zaten fark ediyorsunuz. “Ben para kazanmak için sahneye çıkmadım, ben sahneye çıktım, para etti, ben buna bir şey diyemem” der bir stand-up şovunda, çok da ciddidir bu konuda ve haklıdır zannımca.

arif

Cem Yılmaz, stand-up şovları esnasında oyunculuk yeteneği fark edilip, bir iki filmde hem kalem oynatıp, hem rol alıp (Her Şey Çok Güzel Olacak, Vizontele, Bir Demet Tiyatro) olumlu geri bildirimler alınca ve başarılı olunca, içinde her daim var olan sinema sevgisini dışarı çıkartacak bir ortamın içinde oluşunu çok iyi değerlendirdi bana sorarsanız. Artık sektörün içindeydi, stand up şov yaptığı dönemlerde gerçekten kafaya taktığı “işinin ciddiye alınmaması” meselesini de aşmıştı, artık sektörün önemli isimleri de yeteneğine saygı duyuyorlardı, rakipleri diyebileceğimiz komedyenlerden ayrı tutularak bahsediliyordu kendisinden. Bu çevrenin içinde olmanın, maddi olarak da gerekli kaynakları sağlayabilmiş olmanın mutluluğu ve sarhoşluğuyla başladı senaryolar yazmaya, filmler çekmeye. “GORA, AROG, Hokkabaz, Yahşi Batı”; bunlar hatalarıyla, sevaplarıyla, senaryodaki göndermelerle, sanat yönetimindeki referanslarla Cem Yılmaz’ın sinema aşkına işaret eden filmler oldu.

Hele ki “Pek Yakında”. Bu film, Yılmaz’ın yönetmen koltuğuna da oturduğu, özellikle “Türk sinemasına” olan saygısını gösteren, referanslarla dolu bir filmdi. Bu yapım, sinemamızda bir milat olarak kabul edilen 1996 tarihli Eşkıya’nın hepimizin bildiği, etkilendiği o son sahnesinin parodisiyle açılıyordu ve Yılmaz’ın geri kalan konunun içine yedirdiği, Yeşilçam’a, sinemamızdaki yıldız sistemine, ya da genel anlamda sinema sektöründeki sıkıntılara, sanat/ticaret filmlerine yaptığı zeki göndermeler ve ince eleştiriler, filmi orijinal ve değerli kılıyordu doğrusu. Mizah dozajından çok dramatik yapısı öne çıktığından çok eleştirildi, maalesef Cem Yılmaz’dan ağzını açtığı anda güldürmesini bekleyen bir kitle var ve bu filmde fazla gülmediği için “espriyi” kaçıranlar da oldu bence. Elbette, zevkler ve renkler tartışılmaz ve saygı duyulur fakat Yılmaz’ın yönetmenlik deneyiminde önemli bir mihenk taşı olmuştu film şüphesiz.

arifv216

Arif V 216’da Cem Yılmaz, Türk sinemasına, sinema sanatına ve müziğe olan aşkını artık adeta haykırıyor. Filmin yönetmen koltuğunda oturmuyor Yılmaz, senaryo kendisine ait. Filmdeki bilim kurgu öğeleri, Yeşilçam “nostaljisi”, G.O.R.A ve A.R.O.G ile bağlantılar, arkadaşlık, dostluk, naif aşk kavramlarının hatırlanması, Türk popuna, popüler kültür tarihine saygı, Zeki Müren gibi asla ölmeyecek efsanelerin parodileri… Tüm bu konuları bu denli dengeli bir şekilde senaryoda bir araya getirebilmek zaten gerçek bir yetenek istiyor. Stand up şovunda anlattığı bir hikaye vardır, televizyon ilk girdiğinde evlerimize, renkli yayınlar başladığında, herkesin renk ayarlarını sonuna kadar kullandığını, izlediğimiz karakterlerin cilt renkleri kıpkırmızı olana dek renkli bir şekilde izlediğimizi hatırlatır. Kıvanç Baruönü’nün yönetmen koltuğunda oturduğu Arif V 216’da, 60’ların sonlarındaki filmlere öykündüğü sahnelerde renkler adeta gözümüzü alıyor, fosforlu diyebileceğimiz tonlara kavuşuyor ve bize o başarılı dönem dekor/kostümlerinin de yardımıyla o zamanları hatırlatıyor.

Robot 216, çok sevdiği arkadaşı Arif sayesinde insan olmanın ne olduğunu öğrenmiştir, Ceku ile aşkı, ona izlettiği siyah beyaz Türk filmlerindeki romantizm, aile bağları, hepsi onu çok etkilemiştir ve bütün iyi niyetiyle o da artık insan olmak istemektedir. Bu yüzden ilk kez Dünya’ya gelen ve Arif’i ziyaret eden 216, dünyada bir kaosa sebebiyet verir ve durumdan kurtulmaları için zaman makinesini kullanan Arif, 216 ile kah 60’lı yıllara, kah yakın geleceğe doğru bir yolculuğa çıkacaktır. Bu yolculukta Zeki Müren, Ajda Pekkan, Sadri Alışık ve nice değerli isimle tanışma fırsatı yakalayacaklar, iyi insanlar hep filmlerde mi var, ya da eski zamanda mı kaldılar, yoksa hala aşk, sevgi, arkadaşlık ve aile bağları var mı diye düşünecek, düşündürteceklerdir.216

Filmin birbirinden başarılı oyunculuklarına tek tek değinmek istemiyorum, her yerde okuyabileceğiniz, fragmanlardan anlayabileceğiniz bir bilgi, fakat Yılmaz’ın karikatüristliğinden geliyor olabileceğine inandığım bir yeteneği de kimin kimi canlandırabileceği, kimin kime benzeyebileceği öngörüsünü Baruönü ile paylaşmış olması (bol bol çıktığı TV röportajlarından birinde bahsetmişti). Mert Fırat’tan muhteşem bir Sadri Alışık, Şükrü Özyıldız’dan fevkalade bir Ayhan Işık çıkartmak kolay iş olmasa gerek. Makyaj marifeti de es geçilecek gibi değil elbet. Filmin sanat yönetmenliği, kurgusu müthiş bir titizlikle hazırlanmış. Kullanılan özel efektler de Türk sineması standartlarının epey üstünde. Bu anlamda hem Kıvanç Baruönü’nü, hem de tüm teknik ekibi tebrik etmek gerek.

Cem Yılmaz yine stand up şovunun birinde “güldürürken düşündürmek” beklentisiyle dalga geçerdi, şovumun düşündürmek gibi bir amacı yok, salyalar saçarak gülebilirsiniz, derdi. Sinemaya ise aynı mantıkla yaklaşmadığı aşikar. Sinemada güldürürken düşündürmeyi önemsiyor Yılmaz, hatta o denli ki, bazı noktalarda, yarı şaka yarı ciddi didaktik bile oluveriyor, bazı mesajları cümleleştirebiliyor kimi sahnelerde. Gerçi bu 4. Duvarı yıkma, yani oyuncuların, bir filmin içinde olduklarını biliyor olmaları durumunu kullanması çoğu yerde keyifli bir espriye dönüşüyor: “Besim Toker’i kim oynuyor? Zafer abi” gibi espriler gayet yerinde olmuş.

arif

Sahneye es kaza çıkıp Süperman şakalarıyla herkesi güldüren o genç ve yetenekli üniversite öğrencisi sinema sevdalısı karikatürist, bugün bana sorarsanız hayal ettiği herşeyi gerçekleştirebilen, kendi hayalinin içine kendisini yerleştirmek gibi, her insanın egosunu aşırı derecede tatmin edecek işler yaparken, seyircisine saygı duymayı ve kaliteli işlere imza atarak karşı tarafı da tatmin etmeyi ihmal etmeyen bir yol çiziyor bana sorarsanız. Samimiyeti, kişisel mutluluğu ve tatmin oluşu her daim devam etsin ki, bizler de sinemayı sadece ticari bir araç gibi görüp seyircinin standartlarıyla alay eden Türk komedi filmleri arasında, “komedi de olsa film gibi film” diyebileceğimiz düzgün işler izleyebilelim.

PS: Şahsen en çok Arif ve 216’nın ip üstünde gerçekleştirdikleri performansta eğlendim, videosunu açıp defalarca izledim. Bu film, tekrar tekrar gidilesi, farklı yerlerinden keyif alınası, hem gülüp hem duygusal anlar yaşanabilecek, oyuncaklı bir yapım olmuş doğrusu, kaçırmayın.

Melis Zararsız – 2018

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir