Yıl 1974…”Gülgen Film” kurulalı bir iki sene olmuş… Melih Gülgen, yönetmenlik kariyerine artık kendi kurduğu yapım şirketi çatısı altında devam etmektedir… O zamana kadar İrfan Atasoy’la “Adanalı Kardeşler”, “Ölüm Peşimizde” ; Yılmaz Köksal’la “Kurşun Memed” ; Behçet Nacar’la “Parçala Behçet”, “Çapulcular” gibi “ avantür “ dediğimiz bol vurdulu kırdılı filmlerin arkasından bu sefer Cüneyt Arkın’la uzun yıllar sürecek sinema yolculuğuna başlar… O sene, hem “Gülgen Film” çatısı altında hem başka şirketlere birlikte yaptıkları filmler arasında “The Sting” uyarlaması “Belalılar”, “Babalık”, “Dayı” ve “Oğul” filmleri vardır…
Fakat 1974 senesinde yeşilçam tür konusunda ufak değişikliklere gitmeye başlamıştır… Son yıllarda artan büyük kente göç, televizyonun yaygınlaşması, buna mukabil sinema seyircisinde azalma iyice farkedilmeye başlar… Yeşilçam’ın en büyük velinimeti “aile”, artık sinemaya eskisi gibi gelmemektedir. Ve maalesef Yeşilçam, üretimin devamlılığını sağlamak için erotizme daha fazla prim vermeye başlar… Bir bölge işletmecisinin Melih Gülgen’e tavsiyesi üzerine gene kendi tarzında olan (bol vurdulu kırdılı) ve üzerine erotizm katkılı bir film yapma fikri doğar… Melih Gülgen çekeceği filmin konusuna karar verir önce…
Aynı yıl çıkan Amerikalı yazar Irving Wallace’ın “The Fan Club” adlı romanını çekmeyi (birebir olmasa da) uygun görür… Bu arada roman Türkiye’de “Delicesine” adıyla satışa sunulmuştur… Romanın konusundan kısaca bahsetmek gerekirse: Çok ünlü bir sinema oyuncusunun, hayranı olan bir grup tarafından kaçırılması, tecavüze uğraması, zamanla aklını kullanarak dışarıya bilgi sızdırması ve kurtarılmasını anlatır. Fakat cesur (!) sahnelerde oynayacak kadın kim olacaktır? Gene aynı işletmeci bir isim önerir: Mine Mutlu…
O zamana kadar bir çok filmde rol almış olan Mine Mutlu’nun yeni bir film projesi için “Arzu Film” ile anlaşmış olduğunu öğrenirler (Muhtemelen “Köyden indim şehire” filmi)… Melih Gülgen, hemen Ertem Eğilmez’i arar ve durumu izah eder. Ertem Eğilmez, “çok güzel bir hikaye ben de onu çekeceğim ama Mine Mutlu ile başka film anlaşmam var. Sen hızlı çekersin Mine de çok doğru bir isim” der ve Melih Gülgen kolları sıvar… Senaryo yoktur ortada… Sadece romanı okurken altı çizilmiş satırlar ve alınan notlar vardır… Filmin 80%’i bir evde geçtiği için İstanbul’un sayfiye yerlerinden birinde bir villa ayarlanır ve çekimler aynı hızla başlar… Filmin senaristi, rahmetli Bülent Oran, villanın üst katında, elde kalem kağıt, kitaptan aldığı notları ve yaptığı eklemeleri senaryo haline getirir; Yazdığı sayfaları aşağıya yollar. Aşağıda ise hemen sahne çekilir… (Bu yazdıklarımı abartmıyorum çünkü birinci ağızdan dinledim)…
Çekimler sırasında, sete ara verildiğinde, Bülent Oran, arada sırada bu filmin çok iş yapacağını iddia ederken Melih Gülgen pek oralı olmaz; O sadece “firmanın filmografisinde yeni bir film daha olsun” derdindedir…
Bir gün sete Mine Mutlu’nun bir arkadaşı gelir. Yeni bir 45 lik çıkartmıştır piyasaya ve o ara TRT denetim kurulundan (diğer adıyla: sansür kurulu) gelecek haberi beklemektedir… Sette biraz sohbetten sonra 45’liği dinlerler… Melih Gülgen der ki: “Bu şarkını filmin girişinde kullanabilir miyim? Ve hatta bu şarkıyla filmin adı aynı olsun. Müsaade eder misin?” Cevap olumludur… Mine Mutlu’nun o gün sete gelen arkadaşının adı Nil Burak’tır ve aynı zamanda filmle birlikte geniş kitlelere duyurulan şarkının adı da “Tatlı Tatlı” dır…
Film 1 haftada çekilir… Rahmetli Kazım Kartal’ın da filmdeki performansını da unutmamak lazım bu arada. Film iyi bir gişe yapar. Erotizm dozu biraz abartı olsa da, film romandan biraz uzaklaşıp daha çok ‘cinsellik ve kadın’ teması üzerinde durmayı tercih eder… Yıllardır tv kanalları filmi “ahlaka mugayir” gerekçesiyle yayınlamayı reddetmektedir…
Diğer yandan aynı hikayeyi Ertem Eğilmez ele alır… Tabii ki “Arzu Film”in şanına yakışır şekilde… Tamamen aileye hitap eden ve her zaman büyük zevkle izlemeye alıştığımız klasik kadrosuyla: Zeki Alasya, Metin Akpınar, Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Tarık Akan, Münir Özkul ve Adile Naşit’in yanına bir de Emel Sayın katılır. Filmin adı “Mavi Boncuk“tur ve aynı hikaye bu kez komedi filmi olarak seyircinin karşısına çıkar.
1976 senesine geldiğimizde, aynı romanı, hem de “Delicesine” ismini de koyarak Osman F. Seden çekmeye karar verir. Senaryoyu bu kez Safa Önal yazar… Aynı hikaye baz alınır ama daha bizden hale getirilir. Kadroda ise Kadir İnanır, Fikret Hakan, Süleyman Turan, Ali Sururi gibi isimler vardır… Kadın oyuncu ise Türkiye’den değil İtalya’dan gelmiştir… Türkiye’de bir başka filmde daha oynamış olan Sonia Viviani bu filmde kaçırılan sinema oyuncusu rolündedir… Osman F. Seden kendi üslubu ve kendi yorumuyla filmi kotarırken, Fikret Hakan’ın oyunculuğu ise gerçekten takdire şayandır… Sonia Viviani’nin güzelliğine değinmiyorum bile…
12 Eylül darbesiyle fay hattı kırılan Türkiye, Turgut Özal sayesinde liberal ekonomiyle tanışır… Tüketim toplumu olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye başlamış, memurunun işini bildiği zamanlar gelmiştir.
Ve Temcit Pilavı tekrar ısıtılır… 1987 yılında Arda Uskan’ın senaryosunu yazdığı “Alışırım” adlı filmin yönetmen koltuğuna bu sefer Temel Gürsu oturmuştur… Kadroda ise Ünsal Emre, Hakan Ural, Erdal Tosun ve tabii ki olmazsa olmazlarımızdan Coşkun Göğen vardır… Kadın oyuncu ise o yılların popüler isimlerinden Harika Avcı’dır… Her ne kadar romana en sadık versiyonu bu olsa da maalesef önceki yapılan versiyonların yanında oldukça vasat kalmış bir projedir benim nezdimde ve bu filmle ilk karşılaştığımdan bu yana, neden hala aynı hikayeyi tekrardan yapma gereği duyulmuştur, anlamış değilim…
Tabii artık 2015 yılındayız bu roman tekrardan uyarlandı mı şüphelerim var çünkü son yıllarda çekilen dizilere ya da filmlere tahammülüm pek kalmadığı için arada yapılmışsa kaçırmış olabilirim diye düşünmekteyim…
Peki…Diyeceksiniz ki: “Amerika’da çıkmış bir romanı nasıl oluyor da Yeşilçam sineması 4 kere ele alırken, Hollywood, burnunun dibinde duran kitaptan bihaber miydi de hiç ele almadı?”… Hemen onu da aktarayım. İnternette yaptığım araştırmada, bu film için deneme çekimleri yapılmış ve Lynda Carter’la anlaşılmış, fakat hemen akabinde Lynda Carter “Wonder woman” adlı dizi projesi için (1975-1979) projeden çekilmek zorunda kalmış… Sonrasında Hollywood bu romanı uyarladı mı? Uyarlamadı mı? Henüz rastlamadım.. Bilen varsa lütfen beni de haberdar etsin…
Romanın yazarı Irving Wallace 1990 senesinde aramızdan ayrılmış… Bu 4 versiyonu alıp ingilizce altyazılı şekilde seyrettirmek ve fikrini almak isterdim aslında… Eminim ki her yazar yazdığı romanın filme çekilmesini ister… 1974 yılında yazdığı romanın Türkiye gibi bir ülkede 4 kere ele alınması hususunda ne hissederdi? Ne düşünürdü? ve tabii ki filmleri beğenir miydi? Bu soruların cevabını asla alamayacak olmam içimde ukde kalacaktır elbet…
Hülasa; 1 kadını kaçıran 4 kişinin anlatıldığı bir romanın 4 farklı yönetmence çekilme hikayesi, Yeşilçam tarihinde yerini almaya devam edecektir… Dizicilere tavsiyem: Daha da bu hikayeye dokunmayınız lütfen, çünkü bu bünye daha fazlasını kaldırmaz sanırım…
Not: Yazıyı yazarken fark ettim o kadar çok sonsuzluğa yürümüş isim varmış ki… Çoğu tanıdığım bildiğim isimler artık aramızda değiller maalesef… O güzel insanlar da huzurla uyusunlar…
Yazan: Burak Gülgen 2015 (Burak Gülgen’in izniyle yayınlanmaktadır)